Öykünün tamamı bu olsa gerek…

Mehmet Topuz

Bu haftanın yazısını son tahlilde ezberi bozmasa da eyyam-ı bahur vakitlerinde deneme kalıbında kaleme aldığım yazıları, düşünce yazılarından arındırıp, bitmek tükenmek bilmeyen dünyaya dair hikâyeler nispetinde aktarmak istedim. Kime rastlarsan rastla en küçüğünden en büyüğüne kadar herkesin kendine dair bir hikâyesi mi dersiniz ya da derdi mi bilemem fakat herkesin anlatmaya değer bir hikâyesi var bu dünya da.

Yokluk diye başlıyordu cümleye yaşlı adam… Yokluk günleriydi evlat… İnsan bir mücadelenin içinde cebelleşir. Yorgunluğu sözlerinden ve cümlelerinden belliydi… Yorgun düşen cümleler mi ya da dünyanın ufkuna olan yolculuğunda bitmek üzere olan bir enerjinin yaşlılık belirtileriyle sarmalandığı gerçeğini de anlatmak zor olsa gerek…

Devam ediyordu cümleye… Sağlam durmak gerekir bu dünya da diyordu, sağlam adımlarla akıllıca hareket etmeli diyor bir yandan ve bir ağacın gölgesinde demlenen insan neyin peşinde ya da nereye kadar adımlar, arşınlar bu dünyayı diye sorguluyordu… Yetişmek üzere koştuğu yolculuğunda insan istemsizce günlerin ilerlediği ve vaktin söylemi içinde kendi yaşıtlarının da bir bir gittiğini anlatıyordu cümlelerinde… Umutsuz, karamsarlığa kapılmış bir anlayışla değil, vakur bir üslupla konuşuyordu ve çok çalıştım fakat ömür denilen defterin sonuna geldik evladım… Yaşlandık.

Hayatın film şeridi gibi dünyanın muhasebesi bir müddet sonra zihnin matematikleştirilmiş dünyasında hesaba yelteniyordu. Bir hesap ki bir başkasının bir başkası adına vereceği bir hesaptı bu diyordu. Ve cümlelerine Anadolu sıcağının bir ağustos ayında bozkırın ve karasal iklim şartlarının harman da kendini besbelli ettiği bir günde, insanların karınca gibi çalıştığı, buğdayından arpasına kadar evine taşıma gayretinde olduğundan bahsediyordu. Evlat diyordu; satır aralarında insan insandan sorumludur. Başkasının tarlasından bir başkası ne kadar sorumlu olabilir ki dememeli; bir vakitler bura da öyle bir yangın çıktı ki, çıkan yangın sadece bir tarla da kalmadı ve bütün mahsulü yok etti diye tamamlıyordu cümleyi…

Anadolu irfanı emeklilik dönemlerini mi yaşıyordu. Sanmıyorum. Ya da yerel küreselden elbette farklıydı. Ve torununa sesleniyordu. Hafif bir kızgınlıkla yol alıyordu torun. Ve galiba kuşakların arası açılmıştı hissiyatına kapılmakta saçma geliyordu yerel de… Ve cümleler kendi içinde bağımsız gibi gözükse de hepsi bir hikâyenin denklemde ki hikâyesiydi.

Geçmişin hesabıyla tarihe tanıklıkla devam ediyordu cümle.

Bir vakitler buralarda bir tane ev yoktu. İnsan yokluğa sabrederdi varlığa şükrederdi. Yoksa yok demez fakat komşu komşunun halinden anlardı. Herkes kendince biraz maddiyatı varsa güya kendini biraz da olsa zengin diye düşünür ve dünya eğlencesi ya öyle bilinir ve öylece sürerdi bu hayatı… Dünyanın hangi yüzüne dönsem bu kara toprağı gördüm evlat diyordu… Kara toprak doyurur mu insanın gözünü… Doyurmuyor diye mırıldanıyordu hafiften… Şurada gördüğün topraklar var ya falanca şahsın idi bir vakitler ama kalmadı; diye devam ediyordu cümleye… Kalmadı kalmaz da bu dünya kimseye diye bitiriyordu cümleyi.

Geçmişin dünyası ile geleceğin dünyası arasında arafta kalmış gibi bir hali vardı. İleriden bir ses duyuldu; - hadi acele edin yapılacak çok iş var diye belli bir desibelde ses ilerliyordu. Tarla da sofra başındakiler yavaştan ayaklanmaya başladılar. Bu işlerde böyle işte dünya sathında… Neyse evvel zaman içinde, kalbur saman için de; öykünün tamamı da bu olsa gerek.

Kalın sağlıcakla…