Ruhi Su’nun Konya Günleri

Ömer Tokgöz

Osmanlıdan Cumhuriyet dönemine edebiyat dünyamıza eserler kazandırmış olan bazı insanlar değişik vesileler ile Konya’da bulunmuşlardır. Düşünce insanı, gazeteci, şair, yazar ve sanatçı başlığı altında topladığımız bu insanların Konya' da bulunma sebepleri birkaç başlıkta toplanmaktadır. İlk olarak Konya’da doğmaları, Konya’da çocukluk günlerini geçirmeleri, ilk-orta ve lise eğitimlerini Konya’da yapmaları başta gelir. İkinci sırada ise mesleki görevleri gereği Konya’da bulunmak geliyor. Üçüncü sırada ise Osmanlı dönemi ve Cumhuriyet döneminde bazı insanlara fikirleri ve siyasi düşünceleri nedeniyle gönderilmeleri gelmektedir. Özellikle düşünce suçlusu kapsamında olan kişiler cezalarını tamamlamak üzere 1970’li yıllara kadar Konya’ya sürgün edilmişlerdir.

Edebiyat ve sanat dünyamıza önemli katlı sağlamış bu kişilerin hayatlarında ve eserlerinde Konya ile birlikte anılan etki ve esinlenme çizgileri oluşmuştur. Sanatçıların eserlerinde Konya ile doğrudan ve dolaylı olarak ortaya çıkan bu yansımaları bulmak ve varsa hatıralarını saptamak kanımca önemlidir. Bu doğrultuda yayınladığım sanatçı ve edebiyatçıların Konya günleri dosyaları sosyal medyada ilgi gördü. Köşe yazısı olarak kaleme aldığım yazılar okuyuculardan olumlu yansımalar ve geri dönüşler aldı. Bu sanatçı ve edebiyatçıların Edebiyat, müzik, sinema alanlarında ünlü kişilerin Konya günlerini yazarken o kişilerin varsa tarihi nitelikteki siyah beyaz fotoğraflarını yayınladım. Bu yazılarda Sabahattin Ali, Nazım Hikmet, Attila İlhan, Mimar Muzaffer, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Turgut Uyar’ın Konya günlerinden kesitler içeren fotoğraflarını bulup yayınlamam bu ilgiyi artırdı.

Bu haftaki yazımızda ise türküleri söyleyiş tarzında doğu ve batı müziğini birlikte kullanan Mehmet Ruhi Su’nun Konya günlerini ele aldım. Mehmet Ruhi Su (d. 1912 / ö. 20.09.1985) halk müziği derleyicisi ve icracısı, opera sanatçısı, bestecidir. Bilinen adıyla Ruhi Su 1912’de Van’da doğdu. Anne ve babasını Birinci Dünya Savaşı sırasında, çok küçük yaşta kaybetti. Adanalı bir aile tarafından büyütüldü. On yaşında Adana’da, Dar’ül Eytam adı verilen öksüzler yurduna yatılı olarak girdi. Orada keman çalmayı öğrendi ve eğitimi boyunca keman çalmaya devam etti. On üç yaşındayken Ankara’da yeni kurulan müzik okulu sınavını kazanmasına rağmen gidemedi. Lise eğitimi için İstanbul’da Halıcıoğlu Askeri Lisesi’ne gönderildi ancak müzik okuluna geçmek istediği için askeri okuldan ayrıldı.

Lise eğitimine Adana’da devam etmek zorunda kaldı, bir süre sonra, 1930’ların başlarında Adana Muallim Mektebi’ne geçti. İlk eşi ile de bu sıralarda evlendi. 1935 yılında eşinin Ankara’ya tayini çıkınca, bir gecede çalıştığı keman konçertosu sınavını kazanarak Ankara Musiki Muallim Mektebi’ne girdi. 1936’da bu okulu bitirdikten sonra Anadolu’nun çeşitli şehirlerinde müzik öğretmenliği yaptı.

Bu sırada yeni kurulan Devlet Konservatuarı’nın sınavını kazandı, opera ve şan üzerine uzmanlaştı. Konservatuar hocaları sesine zarar vereceğini söylediği için kemanı bıraktı. 1942’de devlet konservatuarını birincilikle bitirdi. Konservatuar eğitimi sırasında öğretmenliğe devam etti. 1942-1945 yılları arasında Ankara radyosunda “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” adlı programı hazırladı ve sundu. Türk dil kurumu sözlüğüne göre basbariton: basın çıkamadığı ince tonlara çıkabilen, buna rağmen basın indiği kalın ve tok tonlara inemeyen sesi olan sanatçı demektir. Programdaki bir türkünün sözleri yüzünden, komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle program sonlandırıldı.

Ruhi Su müzik eğitimi sırasında Karl Ebert, Ulvi Cemal Erkin, Ahmet Adnan Saygun, Paul Hindemith, etnomüzikolog Béla Bartók ile çalışmıştır. Ünlü yazar Sabahattin Ali’den Alman dili ve edebiyatı eğitimi almıştır. 1952-1958 yılları arasında TKP davası nedeniyle 5,5 yıl hapis yattı. ((Ruhi Su ve Türkiye’de Müzik Kültürleri, Yayıma Hazırlayanlar: Ulaş Özdemir, Belma Oğul, Evrim Hikmet Öğüt, Mart 2024, İstanbul)

Ruhi Su’nun “anılarımla, kültürümle Adanalıyım” demesi çocukluğunun büyük bölümünü bu kentte geçirmesindendir. Adana’da evlatlık verildiği ailesi birlikte zor günler geçirdi. Mehmet Ruhi çok küçük yaşta çobanlık, çiftçilik yapmak durumunda kaldı. Amca ve yenge diye hitap ettiği üvey ailesine yardımcı olurken tek sığınağı güzel sesiyle türkü söylemekti. Yaşadığı sıkıntılar üzerine 10 yaşında yetimler okuluna verildi. İlk kez orada oyun oynamayı hissettim demiştir.

1942 yılından 1952 yılına değin Devlet Operasında önemli roller üstlendi. Bu arada Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde müzik öğretmenliği yaptı. 1943 yılı yaz döneminde de Çifteler Köy Enstitüsü’nde ders verdi. Bu dönemde Aşık Veysel ile tanıştı. Türkü söyleyiş tarzı hakkında Aşık Veysel’den görüşler aldı. Özel olarak türkü söylemekten hiç vazgeçmeyen Ruhi Su’nun söyleyişinden etkilenen Avusturyalı müzisyen Markoviç sanatçının radyoda türkü söylemesini sağladı. “Basbariton Ruhi Su Türküler Söylüyor” adlı bu program 1943-1945 yılları arasında 15 günde bir pazar günleri yayınlandı.

Sanatçı 1952-1958 yılları arasında 5,5 yıl hapis yattı. 1958-60 yılları arasında Konya ve Ankara’da sürgün cezasını tamamladı. 1960 yılında ailesiyle birlikte İstanbul’a göç ettikten sonra, kulüplerde türkü söyleyerek, konserler vererek yaşamını sürdürdü. İlk plağını 1967 yılında dolduran ve yaşamı boyunca toplam 16 adet 45’lik ve 11 adet uzunçalar çıkaran Ruhi Su’nun ilk uzunçaları 1971 yılında doldurduğu Seferberlik Türküleri ve Kuvay-ı Milliye Destanı’ydı. Opera çalışmaları yanında türküler, yaşamı boyunca Ruhi Su’nun en önemli ilgi alanıydı.

Sanatçı türküleri, deyişleri, nefesleri yorumlamakla birlikte yüzlerce derleme yaptı, şiir yazdı. Mevlâna, Yunus Emre, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan gibi geleneksel, Nazım Hikmet, Melih Cevdet, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi çağdaş ozanların şiirlerini ezgiye dönüştürdü. 20 Eylül 1985 tarihinde vefat eden sanatçının ardından ailesi, özel kayıtları kullanarak Ruhi Su albümleri üretmeyi sürdürdü. (https://teis.yesevi.edu.tr/%20madde-detay/mehmet-ruhi-su)

Türkülerin yalnız yorumuyla değil sosyolojisiyle de ilgilenen Ruhi Su’nun hayatı Konya ile üç kez kesişmiştir. İlkinde 1924-25 yıllarında Adana Dar’ül Eytam yani bugünkü ismiyle Adana Çocuk Esirgeme Kurumundan yetim olarak kalmakta iken 13-14 yaşlarında Adana’dan Konya’ya gelmiştir. Çocuk esirgeme kurumundaki değişim programı ile yaz tatillerinde Konya’da bulunmuştur. Yaz geldi mi, evi olan evine, evi olmayan Konya'da bir okula yollanıyordu. O, evi olmayanlardandı. Konya'dadır. Ankara Müzik Öğretmen Okulu'nun öksüz öğrencileri de yazın Konya'ya aynı okula gönderilir. "Orada o çocuklar beni dinleyince şaşırdılar, çalmamı çok iyi buldular. Mutlaka Ankara'ya gelmeye bak, dediler." (Ruhi Su, Ezgili Yürek, Adam Yayınları, İstanbul-1985, sf:179) İkinci olarak 1933 yılında Adana öğretmen okulundan Konya Konya Öğretmen okuluna gelmiştir. Konya’da lise son sınıfta iken Ankara Musiki Muallim mektebine yatay geçiş yapmıştır.

Üçüncü kez gelişi ise 1958 yılında Konya’nın Çumra ilçesine siyasi sürgün gönderilmesi ile olmuştur. Ruhi Su ve eşi 1958 yılının haziran ayında tahliye olurlar ama ceza bitmemiştir. Ruhi Su, Konya'nın Çumra ilçesine sürgüne gönderilir. Sürgün cezası olarak İki yıl orada kalacaktır. Sıdıka Su ise mevcutlu olarak Ankara'ya gitmiştir. Evli oldukları için sürgünlüklerini aynı yerde geçirme hakları vardır ama dönemin şartlarında bu izin çıkmamıştır. Hapis cezasından sonra bir de sürgün cezası alan Su çifti birbirinden ayrı şehirlerde sürgün edilirler. Sıdıka Su Ankara’ya, Ruhi Su da 7 Temmuz 1958’de Konya’nın küçük bir ilçesi olan Çumra’ya sürgüne gönderilirler.

Ruhi Su Konya’ya sürgün gönderilmesini Konya’nın muhafazakâr yapısı ve Çumra ilçesinin Bulgaristan, Yugoslavya ve Romanya muhacirlerinden oluşan nüfus yapısına bağlar. İnsanların yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle komünist olarak bilinen bir sürgüne antipati duyacakları ve ‘sıkıntı’ çıkarılacağı beklentisi olarak yorumlamıştır. İlk günlerde Çumra’lılar Ruhi Su’ya siyasi bir suçlu olması nedeniyle uzak dururlar. Kaldığı otelden belediye parkına gelip giderken soğuk davranırlar.

Çumra Savcısı Muharrem İlkez, Ruhi Su’nun korkulacak biri olmadığını göstermek için bir gün eline bir saz alıp, Su’nun kaldığı otele gider. Bunu gören Çumralı gençler de artık yavaş yavaş Ruhi Su ile konuşmaya başlarlar. Bir süre sonra parkta yayın yapan radyodan ajans (haberler) dinlerken ve türküler dinlenirken Ruhi Su ile yakınlaşırlar. Radyo o zamanlar herkesin evinde yoktur, Çumra belediyesi parkta radyo yayını yaparak, halkın haber ve müzik dinleme ihtiyacını gidermektedir.

Çumra Savcısı Muharrem İlkez demokrat tavırlı ve türkülere yatkın bir inandır. Hatta ondan cura dersleri alır. Ruhi Su ile arkadaş olan insanlardan Çumralı merhum Ahmet Uçar’ın Sıdıka Su, o dönemde Konya şehir merkezinde sürgün bulunan Fadıl Barkan ve Konya’da avukatlık yapan Lütfü Özçimen’e dayandırdığı anlatıma göre; Ruhi Su, Çumra’da küçük bir otelin tek kişilik bir odasına yerleşir. Haftada bir gün, Konya’ya gelip, Fadıl Barkan ile kaldığı Madam’ın Pansiyonu’nda görüşür. Ruhi Su, hep eşi Sıdıka Su’nun yanana gidebilme planları yapar. Ruhi Su Çumralı insanlardan gelen şu teklifi hep vefa ile anmıştır. Fırında çalışan arkadaşları bir gün gelip, "Biz arkadaşlarla düşündük, sizi bir fırına alacağız, fırından çıkan ekmekleri sayın, ayda birkaç yüz lira verebiliriz" derler. Ruhi Su teşekkür eder ve çalışması halinde eşinin yanına nakil edilmeyeceği fikriyle teklifi kabul etmez.

Ruhi Su 5 ay süren Konya sürgün günlerinde daha sonra ünlü bir şair-yazar olacak olan, o zamanlar Konya’da öğretmenlik yapan Oğuz Tansel ile tanışır. Birlikte Meram Bağları’na gidip saz çalıp, türkü okur. Bir müddet, günleri böyle geçer. Ruhi Su Çumra hapishanesinde bir de konser verir. Fakat hapishaneye kapıdan değil, çok yüksek olmayan duvarlardan atlayarak savcı Muharrem İlkez ile birlikte girer. Tutsaklara saz çalıp türkü söyleyen Su, o günü hiç unutmaz. Ruhi Su hafta sonlarında bazı cumartesi pazar günleri hapishanede konser vermeye devam eder.

Daha sonra sürgün cezasını eşinin yanında Ankara’da geçirme talebi kabul edilir. Ruhi Su’ya, Çumra’dan ayrılacağı gün; Çumralılar tarafından tren garında bir uğurlama merasimi tertip edilir. Merasim, Su’nun sazlı türkülü katkısıyla bir konsere dönüşür. Eşi Sıdıka Su Çumra’dan 1958 yılı Eylül ayı sonlarında ayrılışları hakkında: “Ankara’ya Ruhi’yle beraber dönmek için 1. Şube müdüründen bir hafta izin istedim ve Çumra’ya gittim, bir hafta Ruhi’yle beraber kaldım. Çumra halkı bana da çok ilgi gösterdiler. Bizi bahçelerine üzüm yemeye çağırdılar, savcı evinde misafir etti ve biz Çumra’da yaşadığımız o günleri hiç unutmadık.” (https://www.ruhisu.org.tr/vandan-istanbula-bir-ezgili-yurek-ruhi-su-sidika-su-ve-dostlari-anlatiyor)

1970’li yıllarda Mehmet Seviş ile Ankara’da yaptığı bir sohbette onun Çumra’lı olduğunu öğrenince Çumra halkının kendisinde ayrı bir yeri olduğunu anlatmıştır. Yazar Mehmet Seviş’in aktardığına göre: “Çumra’ya beni Çumralılar linç etsinler, Sabahattin Ali örneğince öldürsünler diye gönderdiler. Fakat Çumra insanları o kadar iyiydiler ki neredeyse ekmeklerini benimle paylaşacak kadar içten ve insancıl davrandılar. Onları hiç unutabilir miyim? Çumralılar beni bir Tanrı misafiri gibi ağırladılar” demiştir. Çumra kavununu, çarşı camii yanında kurulan pazarda satılan köy yoğurdu ve peynirinden söz etmiştir. Çarşamba ırmağının üzerindeki köprüden tren yolu boyunca Çumra’dan Konya istikametine doğru Cıngırığa (su kuyusu) doğru yürüyüşler yaptığını anlatmıştır. (Mehmet Seviş, Yazan Kalemlerden Bir Avuç Çumra, Gece Kitaplığı, Ankara, 2018. sf:353-364)

Ruhi Su’nun, söylediği türkülerin formlarında değişikliğe gitmesi, opera sanatçılığının dram öğesini ön planda ele alması niteliğinden doğmakta, bundan dolayı halk şarkılarını söylerken dramatik deyimleri özellikle vurgulamaktadır. Kendisi bunu kimi zaman gür bir dinamikle, kimi zaman sönük, çok hafif gürlükte bir dinamikle sergilemektedir. Söyleyişin önüne geçmeyen, bir anlamda ona ışık tutan bir form, Ruhi Su’nun yorumculuğunda o eserin önemli bileşenlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu özgün yaklaşımın, türkü stilinde dramatik söyleyiş, Arioso alla turca biçiminde teorize edilmesi mümkündür. (Ruhi Su ve Yorumun Kompozisyona Etkisi: Arioso Alla Turca, İsmet Karadeniz, Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi, 13. Uluslararası Hisarlı Ahmet Sempozyumu, 08-11 Haziran.2023)

Ruhi Su 1964 yılından ölümüne kadar on altı adet 45’lik plak ve on bir adet uzunçalar çıkardı. Ölümünden sonra ise, eşi Sıdıka Su ile oğlu Ilgın Su, özel arşivlerindeki ses kayıt belgelerinden yararlanarak, plak, kaset ve CD üretimini sürdürdüler. Böylece, bir anlamda Ruhi Su müziği ile ilgili tarihsel arşivlemeyi tamamlamaya çalıştılar. Ruhi Su’nun birinci ölüm yıldönümünde “Ekin idim Oldum Harman” plağı, kaseti ile birlikte Paris ve Türkiye’de aynı zamanda çıkarıldı. Bu plak, o yıl yayınlanan aynı türdeki uzunçalarlar arasında, dünyanın önemli ödülleri arasında yer alan Charles Cros Akademisi’nin “Büyük Plak Ödülü”ne (Grand Prix du Disque) değer görüldü. Ödül, 9 Şubat 1988 tarihinde Paris’te düzenlenen bir törende, dönemin Kültür Bakanı François Leatanol tarafından -sağlık koşulları nedeniyle törene katılamayan Sıdıka Su’ya iletilmek üzere- Pertev Naili Boratav’a sunulmuştur.

Âşık Veysel Ruhi Su için şöyle demişti: “Köylüyü şehirliye sevdiren adam!”

Opera çalışmaları yanında türküler, yaşamı boyunca Ruhi Su’nun en önemli ilgi alanıydı. Sanatçı türküleri, deyişleri, nefesleri yorumlamakla birlikte yüzlerce derleme yaptı, şiir yazdı, Mevlâna, Yunus Emre, Köroğlu, Dadaloğlu, Pir Sultan gibi geleneksel, Nazım Hikmet, Melih Cevdet, Fazıl Hüsnü Dağlarca gibi çağdaş ozanların şiirlerini ezgiye dönüştürdü. Ruhi Su, Nazım Hikmet'in şiirini besteleyen ilk sanatçıdır. 1950 yılında 'Süvarinin Türküsünü' yapmıştır. Sonra Fransa'da Yves Montand, Hikmet'in 'Akrep Gibisin Kardeşim' şiirini besteleledi. 1963'te Hikmet'in ölüm haberi geldiğinde ise Su, 'Karalı Bir Haber Düşmüş' ağıdını, bir türkü ezgisini yorumlayarak söyler. Türkünün sözleri Su'ya aittir.

Müzik yazarı ve eleştirmeni Ahmet Say’ a göre Ruhi Su’nun söylediği türkülerde kullandığı üslûp, kökeninde yüzyıllar öncesinin halk müzikleri olan Alman şarkıları LİED’lerin, İtalyan şarkıları CANZONA’ların, Fransız şarkıları ŞANSON’ların günümüzdeki yorumcuları gibiydi. Ayrıca, söylediği türkülerin şiirlerindeki anlamı öylesine vurguluyor, ezgiyi ise öyle bir kararlılıkla, kesinlikle ve inançla aktarıyordu ki, bu türküler, dinleyicide geleneksel seslendirme üslûbundan çok daha güçlü etkiler uyandırıyordu. (https://www.gercekedebiyat.com/haber/2310-2964.html)

Nazım Hikmet'ten Kuvay-ı Milliye Destanı'nı, cezaevinde düşünmeye başlamıştı. 1960 'tan sonra besteyi tamamladı. "Seferberlik Türküleri ve Kuvay-ı Milliye Destanı" plak olarak 1971'de çıktı. Şeyh Bedrettin Destanı'ndan bir parça ve Üç Selvi'yi bestelemeyi ise 1974 yılına kadar tamamladı. Adana Cezaevi'nde, Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın, "Almanya'da Çöpçülerimiz" şiirini ve A. Kadir'in Bugünün diliyle Mevlana'sından bazı şiirleri bestelemiştir.

Ruhi Su Çumra’da geçirdiği sürgün günlerinin etkisiyle Konya türkülerine ve icrasına ayrı bir önem vermiştir. Bu önemi 1981 yılında çıkardığı Zeybekler albümünde bir Konya türküsüne yer vererek göstermiştir. 5-6 yıl önce Ruhi Su albümlerini dinlerken bir Konya türküsü seslendirdiğini keşfettim. Menteşeli türküsü aslen Ege bölgesindeki Menteşeli kazasından olan ve Konya’ya gelin gelmiş bir kadın tarafından yakılmıştır. Konusu itibarıyla 1. Dünya savaşı günlerinde Konya’da yokluk ve sıkıntılar çeken bir kadının hüzünlü feryadıdır. Söz meclisten dışarı kapı veya pencere menteşesi ile alakası yoktur. Ruhi Su hüzün ve yalnızlık temalı Menteşeli türküsünü bas bariton gür sesiyle, Konya mızrabı ve tavrıyla seslendirmiştir. Türkiye genelinde ve Konya’da pek bilinmeyen bu icrası Menteşeli türküsünün en özgün ve farklı yorumlarından biridir.

Ruhi Su’nun farklı türkü okuyuşu bazen kimilerince eleştirilse de Yunus Emreler, Pir Sultanlar, Karacaoğlanlar, Köroğlu, Dadaloğlular onun sesinde ve sazında yeniden ses bulmuşlardır. Ruhi Su zorlu geçen sanat yaşamı içinde halkın türkülerini bir nakış gibi işleyerek plaklar ve albümler çıkarır. Sayısız konserler verir, halk müziği koroları kurar.

Hülasa-ı kelam Ruhi Su’nun köken olarak 3-4 yaşında iken Van’dan göçle Adana’ya gelen yetim çocuklar arasında olduğu bilinmektedir. Köken olarak ise kendisinin açık bir şekilde Ermeni veya Kürt olduğu konusunda tanımlaması yoktur. Kendi deyişiyle “Birinci Dünya Savaşı’nın ortada bıraktığı çocuklardandı.” Devletin sahip çıktığı yetim ve öksüz çocuklardan biriydi. Siyasal planda emekten ve haktan yana bir tavır almıştır. Ruhi Su 1985 yılında 20 Eylül günü 73 yaşında vefat etmiştir. Şişli camiinde kılınan cenaze namazının ardından Zincirlikuyu mezarlığında toprağa verilmiştir. Ölümünün 40.yılında kendisini saygıyla anıyorum.

Ruhi Su -Menteşeli türküsü