Bazen kimseye anlatamadığım duygular oluyor içimde.
Ne bir dosta dökebiliyorum, ne kaleme yazabiliyorum.
Ama içimden de atamıyorum.
Sonra bir gece...
Herkes uyumuş, sokaklar susmuş, telefonlar sessize alınmışken,
gecenin karanlık ve sessizliğinde.
Ben sadece seccademle kalıyorumn baş başa.
Yavaşça diz çöküyorum
Kalbimi de yanıma alıyorum
Ve diyorum ki;
“Allah’ım, sadece Sen bil istedim...”
İşte o anda yüreğimde bir hafiflik hissediyorum.
İçimden dökülen her cümleyle daha da hafifliyorum.
Ağlıyorum...
Hem de saatlerdir susturduğum, gülümsediğim, güçlüymüş gibi yaptığım her şey için…
Meğer ben en çok seccadede kendim oluyormuşum.
Günahımla, sevabımla sadece ben…
Ve karşımda her şeyimi bilen Rabbim...
Ben artık anladım.
Ne zaman içim sıkılsa,
Ne zaman gücüm kalmasa,
Ne zaman herkes gelse ama kimse anlamasa...
Ben sadece seccadeye yöneliyorum.
Orada ne gurur var, ne kibir, ne korku...
Orada sadece kalbim var.
Ve ben her secdede yeniden doğuyorum sanki.
Çünkü o yerde, yani seccadenin üstünde…
Beni yargılayan yok, sorgulayan yok, acele ettiren yok.
Orada zaman duruyor.
Sadece ben ve Rabbim kalıyoruz.
Bazen sadece susuyorum secdede.
Hiçbir şey demeden…
Çünkü içim konuşuyor zaten.
Ruhum anlatıyor. Kalbim sığınıyor…
Ve ben, o anlarda anlıyorum ki;
Dünyanın en güvenli yeri bir insanın omzu değilmiş.
Bir dostun sözü, bir kalabalığın ilgisi değilmiş.
Asıl sığınak, başını koyduğun o secdeymiş.
Ben orada korkularımı bırakıyorum.
Endişelerimi, kırgınlıklarımı, hayal kırıklıklarımı…
Ve en çok da beklentilerimi…
Çünkü ben orada öğrendim:
İnsan bekler, ama Allah bilir.
İnsan ister, ama Allah en hayırlısını verir.
Ve bazen vermediklerinde bile rahmet saklıdır.
Artık biliyorum…
Hayat ne getirirse getirsin,
Benim bir seccadem varsa, kaybetmiyorum.
Ve ne olursa olsun,
Hangi zorlukla karşılaşırsam karşılaşayım.
Ben yine o tanıdık yere döneceğim.
Diz çöküp kalbimi de alacağım yanıma.
Ve yine fısıldayacağım:
"Allah’ım, sadece Sen bil istedim…”
Çünkü o secdede, neyi kaybettiysem buluyorum; en çok da Rabbimi…
Ve en gerçek haliyle kendimi.