Sadece Ömer mi Sorumlu?

Mehmet Toker
Toplum olarak neredeyse gün içerisinde birkaç farklı gündeme maruz kalıyoruz. Bu maruz kalışlarımız karşısında takındığımız tavır yada umursamazlığımız, bizim nasıl bir hâlet-i ruhiye ile hareket ettiğimizin, nasıl bir vicdana sahip olduğumuzun da bariz göstergesi haline geliyor. İnsanı insan yapan bariz özelliklerinden birisi vicdanıdır. Vicdan insanın fıtratında/özünde bulunan ahlâkî otorite, ahlâkî değerler ve eylemler hakkında hüküm verme ve yargılama yeteneğini ifade eder. Vicdanını kaybeden insanın her türlü kötülüğe, hayasızlığa, edepsizliğe, zulme karşı duyarsız kalması beklenebilir.
 
Vicdanlı insan, içerisinde yaşamış olduğu toplumun her bir ferdine, dünyadaki her bir varlığa karşı sorumluluk duygusu ile hareket eden, vicdanının sesine kulak verip ahlaki ilkeler ve değerler istikametinde hareket eden insandır. Peygamber Efendimiz (SAV)'in vicdani sorumluluk noktasında bizlere yüklemiş olduğu vazife şuuru şu veciz Hadis-i Şerifte ifade edilmiştir: "Yanı başındaki komşusu açken tok olarak geceleyen kişi mü’min değildir."
 
Bu Hadis-i Şerif, sadece komşularımıza karşı sorumluluğu değil aynı zamanda toplum içerisindeki vazifemizi, vicdani mükellefiyetimizi de ifade eder. Mevlana'nın, "Şems bana bir şey öğretti: Dünyada biri üşüyorsa sen ısınamazsın!" ifadesi de bu hadisin şerhi gibi kabul edilmelidir. Yine Mehmet Akif Ersoy'un, "Kocakarı ile Ömer" isimli şiirinde: "Kenarı Dicle'de bir kurt aşırsa bir koyunu, Gelir de Adl-i İlâhi sorar Ömer'den onu!" dizesi, vicdani mükellefiyetin en veciz bir ifadesi, Hadis-i Şerif'in şiirsel bir şerhi olarak değerlendirilebilir. Adalete ve devlet adamlarının hassas yükümlülüklerine vurgu yapmak için kullanılan bu ifade, vicdanı olan her insanın vicdani mükellefiyetini hatırlatan bir ifadedir. Çünkü adalet, sadece mahkemelerin dört duvarı arasında vuku bulan, hakim, savcı ve avukatların işi değildir.
 
Mükellef olma, yani teklif sorumluluğu altına girme bir olgunluk göstergesidir. Akil(akıllı) ve Baliğ(bulûğa ermiş) insana mükellef denilir. Mükellef insan, Allah'a, kendisine, topluma ve kainata/tabiata karşı sorumlu olan ve bu sorumluluğunun şuurunda olan kişidir. Bu sorumluluk, İslam ahlakında "Vazife" diye isimlendirilir. İslam Ahlâkında vazife, ahlâki ödev, fariza, vecibe kelimeleri ile karşılanır. İsmail Fenni Ertuğrul, vazife terimini: "İnsanın kanun veya ahlâk yahut meslek veya âdâb-ı umûmiyye icabından olarak yapmaya mecbur olduğu şey” diye tanımlar. Ahlâki vazifeyi insana yükleyen kuvve, kişinin vicdanıdır. Bu anlayış dilimize, "durumdan vazife çıkarmak" deyimini kazandırmıştır. Durumdan vazife çıkarmak, vicdanı olan her kişinin çevresinde olup bitenlere karşı sorumluluğunu ortaya koyan, kişinin vicdanını harekete geçirmesini isteyen, nazik, kibar, ince bir eylem isteği ibaresidir. Durumdan vazife çıkarmak, insanı seyirci olmaktan alıp, eylemci, katılımcı durumuna yükseltir. Getiştirmekten, vurdumduymazlıktan kurtarıp, kafa ve kalp yormasına, mesai ayırmasına sebep olur. Durumdan vazife çıkarmak, savsaklamak değil; işi ele almak ve sadece yapmanın değil, yap(a)mamanın sorumluluğunu da üstlenmek demektir. Alev Alatlı durumdan vazife çıkarmayı, "yabancılaşmanın antitezi" olarak zikrediyor. Yabancılaşma: "Bireyin vicdanından koptuğu, kendi faaliyetlerine yabancı düştüğü, eylemlerini sahiplenemediği, kendisini bir edilgen bir nesne gibi algıladığı, durumdan soyutlandığı ruh hali." olarak tarif ediyor.
 
Durumdan vazife çıkarmak, insanın kendisini toplumdaki her bir bireyden, toplumda meydana gelen durumlardan sorumlu kabul etmesi, vicdanındaki pozitif potansiyeli kinetiğe dönüştüren, insanı uyuşukluktan alıp aksiyoner hale getiren bir ruh hali olarak karşımıza çıkarıyor. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!" anlayışı, "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölse bana ne!" anlayışı, insanı sorumluluktan soyutlayan anlayışın sloganları olarak karşımıza çıkıyor.
 
Vicdan sahibi, mükellef bir insan, sadece kendisini, kendi çıkarlarını düşünen, egoist ve pragmatist, hedonist, kapitalist bir insan olamaz. Vicdan sahibi mükellef her insan, sorumluluğunun sadece kendisi ile sınırlı olmadığının şuurunda olan insandır. Vicdan sahibi sorumlu her bir insan, Gaziantep'te pitbulların saldırısında yaralanan dört yaşındaki kız çocuğunun acısını yaşayan, çığlıklarını duyan, yüreğinde hisseden insandır. İdlip'te donarak ölen bir baba ve iki kızının acısını, iliklerine kadar titreyerek hisseden insandır. Ege'nin, Akdeniz'in sularında kaybolan her bir hayatın sorumluluğunu üzerine alan, soğukta üşüyen herbir canlının titremesiyle yüreği titreyen insandır. Haksız yere öldürülen her bir masumun acısını yüreğinde hisseden ve acıların dindirilmesi için "ne yapabilirim?" sorusuna cevap arayan insandır.
 
Fırsatçılık yapan, stokçuluk yapan, krizleri fırsata çevirerek; "Ben tok olayım, başkası açlıktan ölürse ölsün banane!" anlayışındaki yaratık, şeklen sûreten insan olsa da özünde insan değildir. İnsanların zaaflarını kullanarak ya da gafletlerinden istifade ederek onların haklarını gasp eden, sömüren kişi vicdansız, sorumsuz bir varlıktır. Her yıl onlarca masum insan canavarlaştırılmış köpeklerin saldırısına uğrayıp yaralanırken, hâlâ köpeklerden tarafa tavır takılanlar insan olamaz. Zalimlerin zulmüne rıza gösterenler, zalimlerden medet umanlar, mazlumların çığlıklarını duymayanlar, hâlâ eğlence peşinde koşanlar insan olamaz.
 
İnsan olmak, vicdan işidir. İnsanda bulunan ve onun iradî fiillerini, ahlâk ölçülerine göre denetleyen, iyilik yapmaktan sevinç, kötülük yapmaktan ıstırap duyan bir ahlâkî meleke olan vicdan, insanı insan yapan kuvvedir. Bu melekeyi kaybeden varlık, dünyadaki en acımasız, en vahşi varlığa ve yaratığa dönüşüyor. Son zamanlarda şahit olduklarımızın temelinde de galiba bu var.
 
Daha âdil, daha yaşanabilir bir dünya için, her bir bireyin topluma karşı sorumluluklarının bilincinde olması, etrafını kuşatan durumdan kendisine vicdâni vazifeler çıkarması, insaf, merhamet, îsâr ile hareket etmesi insani bir mükellefiyettir. Adl-i İlâhi sadece Ömer'den değil her birimizden soracaktır.