ŞAH MAT!...

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Yine ah vahlarla, şöyle mi olur, böyle mi olur şüpheler yumağı içinde haftayı bitirdik. Söylenenlerin bir çoğunun gerçekleşmediği ortaya çıktığında ise, öyle olmasaydı şöyle olurdu, böyle olurdu türünden bahaneler, bahaneler. Tabi ki cumhurbaşkanımızdan  memurumuza, iktisatçımızdan öğretmenimize, doktorumuzdan hemşiremize, esnafımızdan işçimize, köylümüze, milletvekillerimizden çaycımıza, lafın özü biz millet olarak küçüğümüzden büyüğümüze asla ve asla kat’a hata yapmayız!, yanlış söylemeyiz! Söylediklerimizin, yazdıklarımızın dışında gelişmeler olursa da yapacak bir şey yok, o bizim değil gerçekleşen olayların sorunu der geçeriz, çünkü biz hata yapmayız. Tabi ki böyle düşünmemiz sadece kendimizi kandırmaktan, avutmaktan başka bir şey değil. Sanki dünya çapında marka haline gelmiş onlarca, yüzlerce bilim adamımız var, sanki burnundan kıl aldırmayan profesörlerimizin yayınları, kitapları, eserleri dünyanın sayılı üniversitelerinde ders kitabı olarak okutuluyor veya sekiz on dile çevrilerek milyonlar satan eserlere sahipler, ulusal düzeyde cakalarından geçilmeyen ancak uluslararası arenada adeta bir hiç konumunda olan fakat küresel boyutta ciddi denilebilecek hiçbir markası olmayan firmalar; orijini, tamamı bize ait olan otomobil, bilgisayar, cep telefonu gibi (oligopol piyasası ürünleri) yüksek teknoloji ürünlerini üretemeyen bir ülke durumundayız. Ama lafa geldiğinde mangalda kül bırakmayız. Dünya pazarlarında kendi otomobillerini, masa ve dizüstü bilgisayarlarını, cep telefonlarını satan (SAMAND, PROTON, GEELY, CHERRY, TATA, LENOVO, HUAWEI, XIOAMI vb.) İran, Malezya, Hindistan, Çin gibi gelişmekte olan ülkeleri de beğenmeyiz, huyumuz kurusun, yani hem kel hem fodul sendromu. Ancak acı gerçekler tüm dünya insanlarını olduğu gibi bizi de sarıp sarmalıyor. Biz ülke olarak belki bazı gelişmeler, ilerlemeler gösteriyoruz ama dünya da boş durmuyor, bizden daha hızlı koştuğu için maalesef gerilerde kalmaya başladık.

Geçen bir haftayı, derleme şeklinde yazılı ve görsel basında söylenenleri, yazılanları, çizilenleri, gözlerimizi kapayıp bir düşünelim, hatırlayalım. Hatırlayalım mı?

- Üretim artışı için şubatı geçelim, peki mart ayından umutlu olabilir miyiz? İlk hafta döviz kurundaki oynaklık doruktaydı. Bu haftayı kaybettik. İçinde bulunduğumuz ikinci haftada diyelim ki kur işini toparladık. Bunun anlaşılması ve güven ortamının geri gelmesi için belli bir süreye ihtiyaç var.

- Enerji, petrol ve hammadde fiyatlarındaki küresel düşüş Türkiye açısından olumlu olsa da, döviz kurunda yaşanan dalgalanmalar hem üreticiyi, hem ithal girdi fiyatlarını, hem de ihracat temposunu olumsuz etkiliyor. Bu maliyet unsurlarının doğrudan etkileri sanayi üretimini birkaç ay daha negatif tempoda tutabilir. 

- Ekonomide büyümenin en önemli göstergesi durumundaki sanayi sektöründe büyüme yıla iyi başlamadı.

- İmalat sanayiinde bir ay önden açıklanan kapasite kullanımın şubat ayında da zayıf bir görünüme sahip olduğu dikkate alınırsa, sanayi üretiminde yılın ilk çeyreğinde çok da parlak bir görüntü olmadığının altını çizmek gerekiyor.

- Reel sektörün risk iştahında ve cesaretinde belli kırılma var.

- Kur oynaklığının arttığı ve Merkez Bankası üzerinden sert tartışmalarının yapıldığı bir ayda Türkiye’de üretim artışı çok zor. Çünkü üretim için öncelikle ara malı ithalatı yapılmalı. O da kurdaki istikrara ve seviyeye yakından bağlı.

- Türkiye’de üretim artışı aynı zamanda dışarıdan sermaye girişlerine de bağlı. Orada da şubat ayı iyi geçmedi. Gelişmekte olan ülkelerden ve ülkemizden sermaye çekilmeye devam etti.

Tüm bunları niye anlattım? Yazılı ve görsel basındaki özellikle siyasetçilerin, gazetecilerin, entellektüel kısaca yazar – çizer kesim dediğimiz okumuş kişilerin çoğunun yorum ve görüşlerinin, olumsuz ve karamsar nitelikte olduğu eminim hemen dikkatinizi çekmiştir. Devletin cari açığı ve dış borçları kapatmak için iç ve dış piyasalara daha fazla yüksek faizle borçlanmasından dolayı oluşacak ilave mali yüke kim katlanacak? Cevap belli her zamanki gibi tabi ki Kaos ekonomisinin sonuçlarına; benzin, elektrik, doğal gaz, temel gıda gibi zorunlu mal ve hizmetleri daha yüksek fiyatlardan tüketmek zorunda kalan, yine 78 milyonun yaklaşık 65 milyon potansiyel kaynak konumundaki düşük ve orta gelire sahip saf ve geniş halk topluluğu. Ülkemizi böyle kaos ekonomisi pozisyonuna düşürenlerin vicdanı rahat mı? Küçük tasarrufları buhar olan fakir fukaranın, garip gurabanın zararını kim üstelenecek? Kim?...Millet ne zaman ŞAH çekecek, millet üzerinden ahkam kesenler ne zaman MAT olacaklar? Ülkemizin gelişmiş ülkeler düzeyine geçmemiz; top yekun olarak bir kalkışmaya, TÜRKİYE ortak paydası etrafında temiz bir niyetle aynı amaç etrafında toplanmamıza bağlı. Aksi taktirde mehter takımı gibi üç adım ileri iki adım geri, yerimizde saymaya devam ederiz.

 

Soru: Nominal Gelir = Reel Gelir olabilir mi? Neden?...

 

Sözün Gözü: Millet ne zaman ŞAH çeker, marjinaller MAT olursa,  o zaman 81 ile gerçek NEVRUZ gelir.