Sanat ve sanatçı yükümlülüğü

Hasan Ukdem

Sanat insanı ölüme hazırlar.

Tarkovski

İnsan, çabuk sahiplenen bir yaradılışa sahip. Kazanımlarını sevinçle karşılar ve hiç kaybetmeyeceği zannı içten içe benliğinde durur. Bir eşe, bir evlada, bir eve, bir arabaya eriştiği zaman kendini tamamlanmış hissederken bir yandan da yeni şeylere sahip olma güdüsünü canlı tutar içinde. Hırs ve arzu insanı hiçbir zaman bırakmaz. Ancak madalyonun bir diğer yüzü daha vardır ki o da kaybetmek. Çünkü fani bir dünyada yaşıyoruzdur ve kaybetme riski, bizimle beraber olduğunu hep hissettirir. İnsan bunu hiç aklına getirmek istemez ama bu da içinin bir köşesinde yaşar durur. Çoğu zaman dünya hırsı bu duygunun üstünü örter, yok hükmüne getirir. İşte sanat bu duruma el koyar ve varlığın geçiciliğinin altını çizerek, insana ölümün kaçınılmazlığını hissettirir. Bir şiirin bir mısraında, bir oyunun bir tiradında, bir film sahnesinde, bir roman bölümünde bu dünyada varlığın yokluğa mahkûm oluşunu gösteriverir.

Bu doğruculuğu pek çok insanı sanata karşı mesafeli davranmaya iter. Derinliği olmasına rağmen faydasız bir şeymiş gibi davranılır sanata. Faydadan kasıt da her zaman maddiyattır. Ruhun kazanımlarının değerini bilmeyenler ya da bundan kaçanlar, varlığın peşinde ömürlerini helak ederler. Bir gün bir şeylerini kaybettiklerinde ise her şeylerini kaybettim hissine kapılırlar. Adam Philips: “Yas tutmak sadece bir kaybın kabul edilmesi olduğu için değil, kaybettiğimiz şeyin zaten hiçbir zaman sahibi olmadığımız bilgisiyle bizi yüz yüze bıraktığı için de acı verir” der. İşin aslı bu dünyada hiçbir şeyin sahibi değiliz ve bunu bilerek yaşamayı başarabilmenin yolu her şeyin sahibini unutmamaktan geçer.

Hani diyordu ya Necip Fazıl: “Sanat Allah’ı aramaktır” diye, işte o sanatın arayışı var mı yok mu anlamında değil, ona ulaşma yolunu inşa etmektir. Elimde olsa, bütün insanların bir sanat dalıyla ilgili olmalarını sağlamak isterdim. Bu illa ki üretme aşamasında olmalarını da gerektirmezdi, ilgilenmeleri bile benim için yeterli olurdu. Batan bir güneşin çizildiği tabloyu seyreden biri, gerçekten batan bir güneşi seyrederken onu nasıl yorumlayacağı konusunda daha hassas olur. Şiiri seven ve okuyan biri, dünyayı ve insanları bambaşka bir yürekle kucaklar. Bu iki örnek bütün sanatlar için geçerlidir. Zira istisnasız bütün sanatlar bir duygu ve bir saygıdan beslenir. Duygusuz ve saygısız bir sanatçı olamaz. Bunun aksini görürseniz, bu sözün değil o sanatçı tanımı yapılan insanda bir yanlışlık olduğunu düşünün.

Ahmet Hamdi Tanpınar: “Öyle insanlar vardır ki bir ömür boyu kendileriyle yaşarlar ama hiç kendileriyle karşılaşmazlar” tanımlamasını sanırım bu sanata mesafeli duranları gözlemleyerek yapmıştır. Çünkü ister sanatçı olsun, ister sanatsever mutlaka her şeyden önce kendinin farkına varanlardandır. Zira sanatın özü insanın kalbinden neşet eder. Sanat insan ile dünya, insan ile Allah arasındaki ünsiyeti kurmanın adıdır aslında. İnsan faktörü olmadan sanat icra edilemez. İnsanın dünyadaki en büyük hakikati ise bu dünyaya ait olmamasıdır. İnsan bu dünyada geçicidir, ölümlülüğü ise sadece bu dünyalıktır. Burada edindiği ve kaybettiği her şeyden sorumludur ve ölümsüzleştiği âlemde buradan götüreceği taksiratı belirleyici olacaktır. Bunu en iyi anlatanların başlarında sanat gelir. Duygusal zekâya sahip olanlar ayeti de hadisi de kalplerine indirirken zorlanmazlar.

Her ne kadar Goethe: “Dünya hassas kalpler için bir cehennem” dese de dünyaya hassas bir kalple bakmadan cennetin yolunu bulmak da mümkün görünmüyor. Sadece realist bir gözle bakarak kâinatın yaradılışındaki sanatı, dolayısıyla da en büyük sanatçıyı görmek mümkün değildir. İnsanda akıl ve duygu doğru orantıda beslenmezse, ortaya kabullenilmesi, teşhis edilmesi ve tedavi edilmesi zor olan hastalıklar çıkar. Bakınız, modern insanların ruh ve beden hastalıklarına…

Yazımızın sonu taşın sanatkârı Mimar Sinan’ı Ara Güler’in nasıl anlattığını yazarak bitirelim ki meramımız biraz daha iyi anlaşılsın: “Mimar Sinan var ya, o herifçi. Süleymaniye’ye gidiyorsun ya hani. Süleymaniye Camisi’ne giriyorsun. İşte o camiye girdiğin zaman sana Allah’ı gösteriyor. Budur mesele anladın mı? Sinan odur. Sinan, Allah’ı gösteren adam.” Evet, bu tarifte olduğu gibi sanatçı da Allah’ı insanların kalbine işleyen adamdır.

Sevgiyle kalın.