SEÇİMLER

Oktay Aksu

Yine bir seçim arifesindeyiz. Arife, yani gelecek günü haber veren gün. Azıcık arif olmayı deneyelim. Aday adaylarına bakıp gelecek meclisi görmeye çalışalım desem, nafile bir çaba içine mi girmiş olurum. Baskın aday adayı profili, ya yüksek bürokrat ya da zengin iş adamı. Halk neresinde bunun. Bugün Ak Partiden aday adayı olanların kahir ekseriyeti – şayet bu ülkenin yüzde ellisinin oyunu alarak tek başına iktidar olan partisi CHP olsaydı, oradan aday adayı olacaklardı. Fırtına günlerinde gemiyi ilk terk eden fareler, fırtına dinince dümene geçmek için dümen çeviriyorlar. Halk meclise kimi gönderdiğini bilmeden partisine oy veriyor. Netice itibariyle evlere şenlik bir meclis çıkıyor ortaya. Bunlar mı milletin vekili diyorsunuz, biz bunlarımı seçmişiz.

            Gelin seçim sistemi üzerine düşünmeyi deneyelim. Milletvekili olmak için çırpınan, kampanya yürüten, sizi ben temsil edeyim diye, daha doğrusu Ak Parti kurmayları beni seçsin diye değişik pazarlama stratejileri ile piyasada arzı endam eden aday adayı saçma değil mi?  Milletvekili olmak için bu kadar hevesle, hırsla mücadele eden, hatta gayriahlaki yöntemlerle rakiplerini ekarte etmekte bile bir beis görmeyen insan, vekilliği millet için istiyor olabilir mi.

            Aday adaylarını adaylığa götüren sürecin belirleyicileri para ve dayı olacak. Dayı kontenjanından meclise girenler dayılarının dümen suyunda sadece yeğenlerinin işini yapacak. Bir dayı düzenidir gidiyor sizin anlayacağınız. Bu düzende bize kalan; Mahsuni işin doğrusu /Öter zalimin borusu / Dayımın öksüz yavrusu/ Mamudo kurban niye doğdun diye türkü söylemek midir?

            Vekillik sürecinde dayıların D’sinin düştüğüne de sık sık şahit oluyoruz. Parasının gücüyle vekil olanların derdi ise parsadan pay kapmak, parasına para katmak olsa gerektir. Sistem böyle işledikten sonra biz daha çok taklacı, çok makaracı görürüz.

            1995 genel seçimleri öncesinde İstanbul’daydım. 94 yerel seçimlerinden zaferle çıkan Refah Partisinin genel seçimlerde patlama yapacağının alenen göründüğü o günlerde farklı siyasi geleneklerden gelen nüfuzlu aile çocukları belediyelerde işe başlıyor, partide hatırı sayılır mevkilere getiriliyorlardı. İşsiz bir arkadaşım vardı, neredeyse çocukluktan beri milli görüş geleneğinde yer alan. Bu olanlar zoruna gitmiyor mu dedim bir gün. Ben Allah rızası için koşturuyorum, dünyevi bir beklentim yok dedi. Kendi evlatlarını yiyenlerin sonu Refah Partisi gibi olur. Yarın fırtına koptuğunda gemiyi terk etmeyeceklerin bulunup çıkarıldığı bir sisteme ihtiyacımız var. Milletin ikinci bir gemisi yok çünkü. Milletin gidecek başka yeri yok.

            Milletin gidecek başka yeri yok ama bazılarının var. 28 Şubatın o netameli günlerinde Amerikan, İngiliz, Kanada yapımı gemilere atlayıp gidenler, başörtülü memurlara soruşturma açan dindar? bürokratlar, irtica listelerinden çıkmak için milyonlarca lira harcayan, iş isteyen başörtülü kızlara ikinci eş olmayı teklif eden iş adamları, uzaktan eski dostlarının geldiğini görünce sokağa sapan idareciler şimdilerde takunya giyip bacaklarını dizlerine kadar sıyırarak dolaşıyorlar meydanlarda. Millet çürük elmaları ayıklamak istiyor elbet, en zor günlerde yanında olmak yerine kirişi kıracaklarla yoluna devam etmek istemiyor ama seçim sistemi buna müsaade etmiyor. Mecburen liderin partisine oy vereceğiz yine. Ve meclise bir sürü kifayetsiz muhteris, bir sürü karakter fukarası göndereceğiz.

            Adayların tek tek kendi adlarına milletten oy istediği bir sistem olsa mesela. Parlamento böyle oluşsa. Lider de kendi adına ayrıca çıksa milletin karşısına. Başkanlık sistemi böyle bir şey midir bilmem. Ya da mahalleden başlayarak yukarıya doğru, seçilmişlerden oluşan seçici meclislerle ilerleyen bir sistem. Ama yok, izin vermezler. Meclis, kapısında yazdığı gibi milletin meclisi olsun istemezler. Çünkü bu meclis milleti adam etmek üzere kurulmuş bir sistemin meclisi. Doksan yıl boyunca hiçbir meclis 1.meclis kadar milleti temsil etmedi.

            Hal böyle olunca hiçbir seçim fazla heyecanlandırmıyor ve oy vermekle vermemek arasındaki çizgi çok ince görünüyor bana. Geriye ehven-i şer mantığı ile oy vermek kalıyor. Ehven-i şer; şerler arasından daha az şerli olanı seçmek yani. Oysa bir Müslüman olarak yapmamız gereken, hayırlılar arasından daha hayırlısını seçmek değil midir?