Siber Evrende Dijital Yetkinliğe Erişmek (2)

Ömer Tokgöz

İlk yazımızda siber evrende dijital yetkinliğe erişmenin önemini vurgulamıştık. Konuya kaldığımız yerden devam edelim. Günümüzde artık her şey dijital uygulamalarla ve adımlarla yürüyor. Bilgisayar adı üzerinde personel computer PC olarak çıktığında sadece bilgiyi işleyen ve kullanan akademik çevreler, kamu işyerleri, güvenlik kuruluşları gibi kesimlere hitap ediyor sanıldı. Zamanla bilgisayar özel sektör işyerlerine tüm kamu kurumlarına, okullara ve evlere girdi. Bilgisayar bazen oyun oynamak için bazen de daktiloya göre yazıları saklama ve birleştirme için ideal olarak görüldü. Metin şekillendirme ve yazdırma için gayet kullanışlı olduğu ortaya çıktı.

Bilgisayar donanımı ve eklentileri ile mültimedya kavramı da dilimize yerleşti. PC fiyatları, mause, cd, flaşh bellek ve blutoth gibi araçların fiyatları ve internet bağlantısı göreceli olarak hem ucuzladı hem yaygınlaştı. Akıllı telefonlar ise bu iletişim devrimini pratik biçimde herkesin avucunun içine ve elinin altına getirmiş oldu. Bilgisayarı kullanmak için eğitim almak ve sertifika almak şartken cep telefonu kullanmak, internete erişmek her yaştan insan için çok kolay ve işlevsel oldu.

Ancak bu basitlik medya okuryazarlığı ile desteklenmez ve bilgiye erişim anlamında geliştirilmez ise birçok kişi için akıllı telefonlar bilgisayar gibi işlevsellik taşımıyor. İnternet erişimi yaygınlaştı, bilgiye erişim kolay ve hızlı oldu ama doğru bilgiye erişimi talep eden ve kullanan kişi sayısı bu ölçekte genişlemedi. Dijital yetkinlik ve dijital yeterlilik kavramları bu anlamda gündeme geldi. Belki dijital yetersizlik kavramından da bahsetmemiz gerekir. Yüzeysel cep telefonu kullanımı, internet erişimi ve akan bildirimlere karşı nitelikli bilgiyi seçen, tanıyan ve bilen aktif bir kullanıcı olmak daha da önemli oldu.

Değerli şair ve yazar İsmet Özel’in mutlaka okunması gereken üç mesele kitabında altını çizdiği gibi Batı medeniyetini teknolojiye indirgeyip hırdavat medeniyeti olarak nitelemiyorum. Dijital kültürün faziletine, internet demokrasisinin faydasına, gazeteci/ yazar/çizer ile okuyucu arasında kurulan interaktif iletişime değer veriyorum. Sosyal mecralarda fiktif ve sanal biçim ile değil reel kimliğimle var oluyorum. Her ikisi arasındaki gel git dalgalarına kapılmamaya özen gösteriyorum.

Bir zamanlar insanlar Titanik gemisinin trajik batış hikayesini romantik aşk hikayesi olarak işleyen Titanik filmini seyredenler ve seyretmeyenler diye ikiye ayrılmıştı. Aynı şekilde internet artık o kadar hayatın içinde ki artık onsuz bir yaşantı mümkün değil. Kimse Daniel Defo’nun hikayesindeki Robinson Crusoe gibi ıssız bir adada veya Cuma gibi adada tek başına yaşamıyor. Artık 7’den 77'e herkesin içinde olduğu ve akıllı telefon, bilgisayar, tablet ve internet uygulamaları sayesinde herkes dijital bir evrende yaşıyor. Ünlü iletişimci Marshall McLuhan’ın 1960’lı yıllarda işaret ettiği global köydeyiz. İnsanlar artık ikiye ayrılıyor: Online olanlar veya olmayanlar.

Tabi ki George Orwell’in 1984 romanında anlatılan distopya kaplı bir dünyayı tam da 1984 yılında okumuş biriyim. Bazen sanal alemde el freni çekik vaziyette sörf yapmakta herkes için yarar var. Akıllı telefona gelen onca bildirime göz atmaya, onca lüzumlu lüzumsuz videoya vakit ayırmaya, profil düzeltmeye yönelik zaman harcamanın mahzurlarını bende kabul ediyorum. Buna rağmen günümüzde herkes çevrimiçi artık, uygulama üzerinden maaşını alan, e-devletten bildirim gönderilen, borç ödemesini yapan, hastane randevusu ayarlayan, radyo dinleyip, TV seyreden, arabada navigasyonla şehir dolaşan, Youtube izleyen inanlar haline geldik. Baba kız, anne oğul müzik becerisini yayınlayan sade vatandaşlar her sosyal mecrada karşımıza çıkıyor.

Üniversite kürsüsü veya vaaz kürsüsü kendine yetmeyen akademik insanlar veya teoloji ilminde derin hocalar birde sanal kürsüde ahkam kesiyor. Öyle bir zamandayız ki herkesi birbirine bağlayan bu internetin fazileti her yerde karşımıza çıkıyor. Artık telefon ötesi bütünleşik bir iletişim aracı bir mütemmim cüz olarak akıllı telefonlar hayatımızda işlev taşıyor. Ayrıca telefonun markasının ve modelinin bir prestij ve gösteriş aleti olarak birçok kişinin cebinde yer ettiğini söylemeye bilmem gerek var mı? Her işte olduğu gibi birde statü göstergesi ve benim telefonum seninkini döver misali marka ve model olarak gösteriş unsuru işlevi de var.

Cep telefonu artık sadece seyyar ve mobil konuşma aracı olmaktan çok kendinden önceki tüm medya unsurlarını bir araya toplayan dijital bir aygıt haline geldi. Radyo, TV, video çekim ve oynatma, fotoğraf makinesi, teyp ve kaset kullanma, bilgisayarda yazı yazma, sunum/slayt oluşturma, ortama yayın yapma gibi temel medyatik işlemleri barındırıyor. Cep telefonu artık bileşik teknolojik aygıt ve avuç içine sığan taşınabilir bir bilgisayar demek. İlk bilgisayarın geniş bir oda dolusu harddisk olduğunu düşünürsek radyolarda devrim yapan transistör gibi çipler ve yazılımlar sayesinde her şey bir uzun sigara paketi ebadına sığdırıldı.

Teknolojiyi kötüleyen veya felaket tellallığı yapanlarla da karşılaşıyoruz. Vakti zamanında sinema, TV, video, renkli TV, FM radyo, Uydu yayınları, bilgisayar için ahlakımız bozuluyor, gençlik elden gidiyor diye felaket tellallığı yapılıyor idi. Bu çevreler şimdi de internet için de aynı alarmı dile getiriyorlar. Ama bunu da eleştirdikleri interneti, bilgisayarı, televizyonu, cep telefonunu, YouTube'u, Tiktok'u vb. Sosyal mecraları kullanarak yapıyorlar. Yani eleştirdikleri kanalları kullanarak çoğaltmak ve yaygınlaştırmak gibi bir çelişkiye düşüyorlar. Üstelik bu çevreler eleştirdikleri mecraların hepsinde yer tutmaya ve rating almaya ise pek gayret ediyorlar.

İnternet sayesinde insanlar bende varım, buradayım diyerek normal hayatta görmedikleri sosyal kabul ve onay almak istiyorlar. İşyerinde, kültürel ortamlarda yeterince var olup, dikkate alınıp ve parmak kaldırıp sohbete iştirak edemedikleri zamanların acısını çıkarıyorlar. Normal hayatta toplumsal kesit farkı, klik farklılığı, alay edilme, küçümsenme, aforoz edilme endişesi ile konuşamıyor iseler değerli okuyucularımı tenzih ederim bazı insanlar sosyal mecralarda atıp tutmaya, klavye delikanlılığına pek meraklı oluyor. Bir başka çizgide ise hep melankolikler yer alıyor. Sanki herkes kaybedenler kulübü üyesi, vefasızlığa uğramış, dışlanmış, kıymeti bilinmemiş edasıyla çala klavye hep efkârlı yazıyor ve kahırlı gönderiler paylaşıyor. Bir başka grup insan ise mütefekkir edasıyla ahkam kesiyor ve sosyal medyada amiyane tabirle boş yapıyor.

İnternet demişken bedava değil tabi ki bilgisayar ve cep telefonları bir TV dizisinde çocuk kahramanın yıllar önce dediği gibi su yakmıyor. Kontör sıkıntısı ve anında biten kartları da unutmadık. GSM şirketleri pahalı internet satmaya ve onca eleştiriye rağmen piyasada kartel olmaya devam ediyor. Ev içi wifi internet bağlantısı ve ortalama dört kişilik bir ailede 10-20 gigabaytlık internet bağlantısının fatura toplamı aylık asgari 2/3 bin Tl ise hane başına yıllık faturayı siz hesaplayın değil mi? Bu yüzden tüm kamusal ortamlarda, parklarda, ulaşım araçlarında ve sosyal donatılarda amme yararına bedava wifi noktaları oluşturulması ve internetin ivedilikle ucuzlatılması, hatta bilgiye erişimin demokratikleştirilmesi açısından sübvanse edilmesi ve hızının da adam akıllı artırılması lazım. Ayrı bir parantez olduğu için burada bırakayım.

Dikkate alınmak isteyen insanlar için sosyal mecralar yararlı denilebilir. Medya okuryazarlığı iyi bir şey ve kitap, gazete, PDF metin vs. okumaya mesafeli, araştırmaya uzak kişiler içinde hap bilgilerin faydası var. Ama eskiden gazetede gördüm, okudum söylemi gibi internette şu bilgiyi gördüm izahı/mazereti bir olgunluk, bir bilgi düzeyine, ilim irfan sahibi olmaya ve kültürlü insan olmaya yetmiyor. O başka bir var oluş, başka bir emek ve tefekkür seviyesine dayanır. Bunun için diploma, tecrübe, kültür ve sohbet meclislerine devam, alternatifli okuma, sohbet, seminer, konferansa katılma hatta bunları fiilen yapabilmek gerekir. Yüzeysel, klişe, hışır bilgilerle ve malumatfuruşluk yaparak bir yere normal hayatta da sanal alemde de varılmaz. Bilgi ve deneyimler harmanlanarak ve belirli bir zaman geçtikten sonra kıvamına ulaşan bir irfan ile ve olgunluk isteyen bir var oluş gerekir.

Bu bağlamda Mevlevi dergahına gelen bir derviş adayı 1001 gün yani yaklaşık 3 yıl eğitimden geçtikten sonra derviş olabiliyordu. Derviş kelime anlamı olarak kapı eşiği demek. Adeta insanlar üzerimden geçip erdemli insanlar olsun diye tevazu, olgunluk, erdem ve hiçliğe talip olmaktır. Yunus Emre buğday mı? himmet mi? İstersin sorusuyla muhatap olmuştu. Himmet ufku ile örnek insan haline dönüştü. Pir Sultan Abdal ise dergâha gelirken bu tekâmül çizgisine talip olarak insan olmaya geldim demişti. 20.yüzyıl düşünürlerinden Erich Fromm ise insanın nesnelere, insanlara, kariyer ve şöhret sahibi olmak gibi biriktirmelerle var olması değil, insanın kendini gerçekleştirmesi durumunu 'olmak' olarak nitelendirmiştir.

İletişimin kalitesi ve tutarlı olması için önemli bir ikaz ise Kur'an'ı Kerimden geliyor. Diğer insanları bilmem ama Müslümanlar yüzyıllar öncesinden yüz yüze, doğal ve organik iletişimin esas olduğu günlerden bu yana iletişimde ilahi bir prensibe gönül vermişlerdir. Bugünlerde sık karşı karşıya olduğumuz insanlar arasında karışıklığa yol açan, fesat kazanı kaynatan, karmaşaya, dedikoduya, haset etmeye, ötekileştirmeye, cepheleşmeye, nifaka yol açan ve ortalıkta dolaşan sözlere, yazılara ve bunları taşıyan kimselerden uzak durmak İslam toplumlarının temel prensibidir.

Kuranı Kerimde Hucurat suresinde belirli/ belirsiz şüpheli kaynaklardan gelen bilgilere dikkat edin, itibar etmeyin, eğrisini/doğrusunu araştırın diyen ayeti kerimeye muttali olan, iman eden, duyan ve öğrenen bir Müslümanın yeryüzündeki diğer tüm insanlardan bu konuda daha fazla hassas ve farkındalık içinde olması gerekmez mi? Hucurat suresi 6.ayette: "Ey imân etmiş olanlar! Eğer size bir fâsık bir haber ile gelirse hemen onu tahkik ediniz." hükmü yeterince açık, lazım ve gerekli bir tavır ve duruş için yeterli değil mi? (T.C.Pamukkale Üniversitesi İslami İlimler Enstitüsü Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı, Muhammet Sipahi Enes, Hucurat Suresi Bağlamında Ahlaki İlkeler, Denizli, 2023)

Okul müfredatında bir medya okuryazarlığı dersi varsa veya konulacak ise en başta vurgulanması gereken husus bu duyarlılık olmalıdır. Mesela cuma hutbelerinde objektif hakikatlerden ve halkın gündeminden uzak olarak işlenen birçok konu ve kamu kurumlarının halkla ilişkiler bürosu gibi konular işlenmektedir. Minberde imamın sadece cuma namazını eda için toplandık ve insanlar arası iletişimde en temel duyarlılık ayetini okuması ve başka bir şey de söylemeden Nahl suresi 90.ayet ile bitirmesi fevkalade güncel bir adım olmalıdır. Yeni bir dal olan internet fıkhı sosyal mecralarda yazma ve paylaşma kuralları üzerine söylemde bulunmak İmam-ı Azam'ın tarif ettiği fıkıh ilminin hayatımıza ışık tutacak bir kuralı değil midir?

Diğer insanların Müslüman bir insanın elinden ve dilinden yani klavyesinden emin oldukları insan olması lazım değil mi? Mümin ve Müslüman birine dijital doğruluk sahibi olmak ve yalan ve yanlış bilgileri paylaşmaması reel kişilikleri yanı sıra sanal kişilikleri için de geçerli olması gerekmez mi? Kimliklerinin Mevlâna Celaleddin Rumi’nin altını çizdiği gibi ya göründüğün şekilde olmak veya olduğun gibi görünmek olması farz-ı ayın bir mükellefiyet değil mi? Buna özen gösteren bir rikkat, dikkat ve hassasiyet ile sosyal medyada var olmayı gerektirmez mi? Acizane kişisel kanaatim yalan yanlış bilgileri dağıtmak ayrıca önemli bir kusur ve kişisel defo olan kul hakkına tecavüz kategorisinde ele alınmalıdır. Oysa sosyal medya Hucurat suresi bağlamında insanların tanışma ve anlaşmasına vesile olması gereken bir ortam olmalıdır ve Müslümanlar bunu temsil etmelidir. Tabi aklıma hemen Mehmet Akif Ersoy’un “Müslümanlık nerde, bizden geçmiş insanlık bile” şiiri aklıma geliverdi. Allah encamımızı hayır eylesin. (https://islamansiklopedisi.org.tr/hucurat-suresi)

Üstelik bu yalan yanlış ve basit bilgileri dağıtan kişiye kibarca, kırmadan ve dökmeden kardeşim emin misiniz? Bak teyit almış, doğrusu bu dediğimde eyvallah haklısın yerine klasik savunma mekanizması ve inatlaşma devreye giriyor. İnsanlar bir alıngan oluyor demeyin gitsin. Yanlışı ve kusuru kimse sahiplenmez ya aynen o hesap tepki alıyorsunuz. Doğruyu göstermek bile kabahat oluyor. Başlıyorlar edebiyata: Güvendiğim yerden ve kişiden geldi, senin dediğin nereden doğru? İçeriği faydalı diye gönderdim, imza ve ait olduğu kişi yanlış ama bu denilen doğru değil mi? Ve benzeri mazeret ve masal anlatılıyor.

Üstelik bu içerik sahteliği, yanlış ve doğru bilgiyi harmanlama yüzsüzlüğü ve sahtekarlığı öyle bir hastalık ki acizane ben bunu İslam toplumlarında görülen mevzu hadis uydurma rezaleti ile de benzer bir fecaat olarak değerlendiriyorum. Adam kendi imzasını atmak ve yazmak yerine başkaca toplumda muteber bir insanı, yazar çizeri, düşünürü istismar ediyor. Onun adına izafe ediyor ve bu ismin ününden ve tanınmışlığından yararlanmayı kendine iş ediniyor. Oysa bu yöntem külliyen geçersiz, değersiz ve anlamsızdır. Üstelik insanları ve kitleleri yanıltıcı olmak yönüyle toplum güvenliğini de tehdit eden bir süreçtir. Hiçbir şekilde itibar edilmemesi gerekiyor

Dijital evrende özellikle internette "a" yazarı, "b" düşünürü "x" kişisi veya alimi, bilgini vb. diye yazılıp çizilenler neredeyse %90’ı mesnetsiz ve kaynaksızdır. Kökeni olmadığı zamanda uydurulmuş demektir. Şu veya bu mahalleye göre sağdan sola kuzeyden güneye birçok uydurma caps, söz ve aforizma internette dolaşıyor. Mesela Necip Fazıl Kısakürek adına uydurulmuş 250 civarında söz, Can Yücel için 60'dan fazla romantik, aşk dolu, fantastik söz ve hikayeler var. Hatta sosyalist, ateist ve iyi bir şair olan Can Yücel’in sakallı bir fotoğrafını cumanız mübarek olsun diye paylaşanlara rast geldim. Sakallı olduğu için tevazu sahibi bir piri fani suretinde derviş bir kişi zannedip gönderenler var.

Mesela ABD’ de siyonizmi eleştiren ve pedofili dosyaları nedeniyle Amerikan yöneticilerinin, sanatçıların vb.nin şantaja uğradığını söyleyen güya bir medya yöneticisi birinin (ismi lazım değil) videoları dağıtılıp duruyor. Gazze dramı ve trajedisi ekseninde Sam amca ve Siyonizm eleştirisi diye sosyal medyada ve muhafazakâr ve mütedeyyin çevrelerde servis ediliyor. Oysa Google’de biraz araştırınca gördüm ki bu kişi eski bir papaz, sağcı, Cumhuriyetçi ve komplo teorisyeni biri. Üstelik İslam dini ve Müslümanlar hakkında da ön yargılara sahip biri. ABD’de ne işler yaptığını bilmediğimiz birini Türkiye’de Gazze savunusu ve İsrail eleştirisi için kişisel örüntüleri ve bağlamından kopararak kullanmak anlamsız bir tveet/x dalgasıdır.

Bir diğer örnek ise birkaç ay önce sosyal medyada viral olan ve hiçbir yerde ve bilimde olmayan bir paylaşım moda oldu. Hindistan'da Bir tren yolculuğunda diye başlayan amiyane tabirle üfürükten tayyare bir metinde "fare çuvalı teorisi" diye bir hikâye dolaşıma girdi. Kaynak tabi ki yok, herkes alıntı yazıyor. Oldum olası alıntı yazan metinler uydurmadır. Nezdimde hiçbir geçerliliği yoktur. Üşenmedim detaylı araştırdım. İnternet menkıbeleri de diyebileceğim bu uydurma ve sallama metni herkes paylaştı. Emperyalistler bizi nasıl böldü diye veya Müslümanlar arası ayrılıklardan nasıl kurtuluruz diye ciddi ciddi bu metni alıntı yapanlar çıktı. Güya hem İslami birliktelik adına hem de güncel politik olaylara muhalefet adına yandaş ve candaş zıt kutuplar bu metni paylaştılar. Hatta bu nedir diye araştırırken bu başlıkla yazılmış köşe yazısı yazana bile denk geldim. Şaşırdım ve iki tane olan küçük dilimden birini yutmadım. Ama hem ulusal basında hem yerel basında bu aspragas metni doğru zannederek alıntılayan, anlatan onlarca kişiyi gördüm. Tebessüm etmeme vesile oldukları için ayrıca memnun oldum.

Dolayısıyla bu iş hem komik bir durum hem de ciddi bir iletişim arızası demek. Üye olduğum birçok sosyal mecrada ve grupta yaptığım düzeltmeler ve yanlışları ortaya çıkardığım için bana soruyorlar: Beş sene önceki videoyu, 10 sene önceki fotoğraf veya bunu ilk kim paylaşmış nasıl buluyorsun? Metnin içeriğine kim müdahale edip GDO'su oynanmış gıda gibi bozmuş ve kanser yapan gıda gibi tehlikeli diye tasvir ederek ve üşenmeden nasıl buluyorsun? Araştırma ve tecessüs hassasiyeti ile bunun doğrusu nedir diye yaklaşmam sayesinde dijital veri doğrulama deneyimine sahip oldum. İçeriğe bakıp şüpheli ve yanlış olduğunu acizane sezdiğim gibi Google’ de ve sosyal mecralarda kısa süreli bir araştırma ile ne olduğunu %99 mutlaka buluyorum.

Velhasıl bu tür gaflet hallerine düşmemek için üzerimize düşen şey ikinci milenyum ile başlayan dijital devrim ve kültür çağında mutlaka dijital okur yazarlık gücünü artırmak lazım. Ivır zıvır bilgilere karşı hassas olmak ve her kesimde bolca bulunan amigoların kitleyi gaza getirmelerine dikkat şart. Ortalıkta gezen çöp içerikler ve popüler paylaşımlara karşı şüphe ile yaklaşmak ve göz göre göre yanlışı paylaşmamak şart. Bunun için dijital planda veri mühendisliği yapmak herkesin tabi ki harcı değil. Çünkü teknolojiye aşinalık ve ortalamanın üstünde bir tecrübe gerektiriyor. Herkes beceremeyebilir. Ama önce şüphe etmek, sonra da hipnotize edici bilgiyi paylaşmak için acele etmemek temel adım olmalıdır. Google veya başka bir arama motorunda sorgulama yapmak başlangıç için yeterlidir. Bazen bir saniyede yanlış olup olmadığını görmek, bazen de 5-10 dakika sorgulamaktan kaçınmamalıyız. İlave olarak yerli ve yabancı doğrulama kuruluşlarına bakmak, teyit alıp almadığını sorgulamak bu çıkmaz sokaktan çıkışa vesile olacaktır.

Bu bağlamda özellikle internet teknolojisinde yaşanan gelişmeler çoğu şeyde olduğu gibi mahremiyeti de etkilemiştir. Önce gazete haberlerinde insanların hayatlarının teşhir edilmesi ile ortaya çıkan mahremiyet sorunu, daha sonra televizyona ve sinemaya yansımıştır. Özellikle sosyal medya ile birlikte mahremiyet kavramının yepyeni bir boyuta geçtiği söylenebilir. İnsanlar daha çok izlenmek, takip edilmek, konuşulmak ve hatta gündem olmak için hayatlarıyla ilgili ne varsa sosyal medya platformları üzerinden paylaşmaya başlamışlardır. Yedikleri yemek, gittikleri tatil, gezdikleri yerler, evlerinin içi ve hatta çocuklarının her anı sosyal medyada yerini almış durumdadır. Kullanıcılar böylelikle hayatlarının her anını kendi iradeleriyle başka insanlara sunmuş olmaktadırlar. Acı olan ise bu bu tür paylaşımlar olmaksızın sosyal medya kullanılamayacağı düşüncesinin oturması. Evlerinin içini paylaşmak için sürekli eşya alan, uyanır uyanmaz yataklarının içinden fotoğraf atan, dışarı çıktığında attığı adımı paylaşan, içtiği kahveyi takipçilerine sunan insanlar günden güne çoğalmaya başlamıştır.

Sosyal medya hesaplarında paylaşım yapmadan önce bazı sorular sormak faydalı olacaktır. “Bunu gerçekten paylaşmalı mıyım?” ya da “İnsanların bunu bilmesine gerek var mı?” diye sorulduğunda gereksiz ve yanlış paylaşımlarda azalma görülecektir. Bunun dışında daha özenli paylaşım yapılması, hassas davranılması, gerçekten önemli görünen şeylerin paylaşılması kritik bir öneme sahiptir. Üzerinde ne kadar düşünülüp paylaşım yapılırsa, sosyal medya içerikleri o denli güzel ve mahremiyete önem verir nitelikte olacaktır. (https://perspektif.eu/2022/02/01/mahremiyetimiz-elden-mi-gidiyor)

Hülasa-ı kelam değerli kari: Dijital yetkinliği ben günümüz koşullarında olmazsa olmaz bir kişisel beceri olarak görüyorum. Bu kapsama giren özelliklerin başında kullandığımız araçların dijital güvenliğini sağlamak, güvenli sörf yapma ve enformatik cehalete karşı veri madenciliği yapabilmek geliyor. Yazılım ve donanım bilgilerini öğrenmek, yazılım, program ve uygulamaları ekleme ve kaldırmak da önemli bir yetkinlik alanıdır. Aktif yazıcı kullanımı, alternatif yazı ve baskı çeşitleri, toner ve baskı sorunlarını çözmek te işin olmazsa olmazıdır. İnternette sörf yaparken yani gezip dolaşırken sağlıklı bilgiler içeren siteler ve sayfaları bulma, yanlış içerikleri hissetme ve sorgulama becerisi olarak görüyorum.

Sanal alemde dijital okuryazarlık melekelerini kullanmak ve geliştirmek, sorgulamak ve doğrulayıcı teyit yapmak şart. Sanal dünyada denizcilerin sisli havalarda kullandığı sis çanına benzettiğim doğrulama sayfalarından ve kerterizlerden yararlanmalıyız Bir yönü de siber güvenlik. Telefona, bilgisayara zararlı yazılım ve virüs bulaşmıyor ancak zihinleri ters yüz eden görsel işitsel kaos içeren capsler, kısa videolar virüs gibi ortalığı kaplıyor. Dijital kültür çağında karşımıza çıkan veri deryasında neye itibar edilir, niye dikkate alınmaz anlamında bilinçli olmak lazım. Böylelikle siber evrende dijital yetkinliğe erişerek gerekli bilgi birikimine ulaşır ve üzerimize dökülen post truth içeriklerle dolu infobezite sağanağına karşı korunaklı bir alan oluşturabiliriz. Tecrübeyle sabittir dedikleri düzlemde duran biri olarak acizane deneyimlerimi ve görüşlerimi yazdım. Esen kalın, sağlıcakla kalın.