Şimdi, eski bir fotoğraf gibi solgun ve uzaksın

İbrahim Çolak
Orhan Pamuk, yoğun okumalar yapıp, on beş saat çalıştığı günlere atıfta bulunarak “Ben kendimi döve döve yazar yaptım” derken edebiyat yapmıyordu. Peki, Rahmetli Fuat Sezgin’e ne buyurursunuz: Rahmetli Sezgin, “Yetmiş yaşıma kadar günde on yedi saat çalıştım” diyordu, “Şimdi yine on dört saat çalışıyorum.” Hepimiz yorgunuz. Ya da şöyle, birçoğumuz yorgunuz. Ancak gel gör ki mesele,  yorgun olmak değil, bu yorgunluğumuzdan şikâyet edip etmemek meselesidir. Mesele yorgunluğumuzun berekete dönüşüp dönüşmemesidir. Sevmek ile adil olmayı karıştırıyoruz. Bir insanı, bir grubu, kurumu sevemeyebiliriz ancak adil olmak zorundayız. Söz, davranış ve tutumumuzda adalet yoksa hep eksiğiz. Adaleti kaybettiğimizde diğer bütün erdemlerimiz nakıs ve kıyafetsiz olacaktır.
 
Bölük Astsubayımız, İzmirli Sezgin Astsubay yirmi dört saat Ümit Besen dinlerdi. Nöbetçi çavuşu olduğum bir gün kendisine takılmıştım; “Ne buluyorsun bu adamda?” Gülümseyerek yüzüme bakmış, “Korkma oğlum, onunla evlenecek değilim!” demişti.
 
Urfa yöresinde nasıl söyleniyordu: “Fırat kenarına kurdum kazanı / Ben severim okuyanı yazanı.”
 
***
 
“Sevdiğim” ve “dostum” dediğimizde, kutsal bir emanet taşıyor olma korkusu duyuyor muyuz, yoksa bugün söyleyip yarın unutuyor muyuz? Unutmayalım ki, kelimeler hem büyülü hem yalancıdır. Sözün kıymeti,  sözümüzün ruhumuzda tuttuğu yer ile alakalıdır.
 
Biri size, “Doğrusunu söylemek gerekirse,” ya da “Sana yalan söyleyecek değilim ya!” dediği zaman, bunu söyleyenin yalancının teki, dolandırıcı ya da ikisi birden olduğunu da unutmayalım.
 
***
İnsanların mutsuzluğundan, acısından, yenilgisinden zevk alıyorsak eğer, başımızı yere eğip, uzun uzun kendimize dua etmemiz gerekir. Hepimiz kendi kalbimizden, duamızdan mesulüz. “Benim kalbim temiz” demek, kendini bilen insanın kuracağı cümle değildir. Kalbi temiz insanlar, Allah’ın süslediği insanlardır. Allah’ın süslediği insan olmanın yolu da bellidir.
 
***
Kalbimizin hassas olduğu ölçüde kırılacağı muhakkaktır ancak umulur ki yine bu kırılıp incinmeler bize ahiretimizi kazandıracaktır. Mutluluk hiçbir zaman uzağımızda değildir; mutluluk yani huzur, göğüs kafesimizdedir. Bu durumlarda her zaman şunu hatırlarım: Varlık içinde yoksulluk çeken insan!
 
İnsan olmak sızıdır, kadınlar biraz daha fazla. Bu dünyada sevdiklerimize doymayacağız. Sızılarımız bizi daha bir insan kılsın. Nankör olmak an meselesi. Nankör olmak gölgemiz gibi bazen önümüzde bazen arkamızda.
 
***
Zenginin, güçlünün, galip olanın peşine takılmak uçurtmanın kuyruğu gibidir. Doğduğumuz şehir, tanıdığımız simalar,  okuduğumuz okul üzerinden konuşmak kendi adımızın bize yetmediğinin göstergesidir. İnsana kendi adı yetmeli. İnsan kendi adıyla var olmalı. Ayrıca Kızılderililerin söylediğine de yürekten katılıyorum: “Kendini anlatan insan yalancıdır!” Anlatılacaksa bizi başkaları anlatsın.
 
Mükellef bir sofranın kenarına ilişene kadar aç kalmak; fotoğrafta yer almak için paralanana kadar sırtımızı dönüp yürümek çok daha evladır.
 
***
Yüzde doksan küsürünü erkeklerin yazdığı kitaplardaki “kadın tasviri”, “kadınlar hakkındaki görüşler”, “kadın eleştirisini” hiç anlamamışımdır. Kadınlar hayatın meşakkatini çekerken…  Yazan, konuşan, ukalalaşan biz erkekler. Adil olabilsek iyiydi.
 
Stendhal’ın sözleri ne kadar da yerindedir: “Bir erkek, duygulu bir kadının kalbinin derinliğinde neler geçtiği hakkında sağduyulu hemen hemen hiçbir şey söyleyemez.”
 
***
Kökü kalbimizde olan mahrem çiçeğimizin dile düşmesine, ayaklar altında ezilmesine razı olmayalım.
Bunun sebebi biziz, başkaları değil.
Sevgimiz sırrımız, sevgimiz hazinemiz olsun.
 
***
Şimdi, nergis çiçeğinin kokusunu arıyorum.
Şimdi, kuzgunkılıcı gibi rengârenk günlerimizi özlüyorum.
Şimdi, eski bir fotoğraf gibi solgun ve uzaksın.
Şimdi, seni sakladığım yerde buluyorum.
 
Gösterişsiz bir kelimenin bize yaşattığı mutluluğa sevmek; ardından gelen gözyaşına özlemek diyoruz.

Ben bu yazıyı yazarken fonda habu şarkı çalıyordu.
 
“Her gün görmek ıstesam gözlerumden uzaksun
İçume atsam seni yüreğume tuzaksun”