Sudan’ın sessiz çığlığı

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Sudan’da bir savaş yaşanıyor.
Ama bu savaş, sanki başka bir gezegende cereyan ediyormuş gibi…
Ne manşetlerde yer buluyor, ne diplomatik masalarda ağırlık kazanıyor.
Bir ülke, yarım yüzyılda inşa ettiği bütün kurumlarıyla birlikte çöküyor; şehirler kül olurken, dünya neredeyse hiç duymuyor.

Savaş, Sudan devletinin damarlarına işlemiş durumda.
Bir zamanlar umutla örülen altyapı, kurumlar, toplumsal bağlar… hepsi dağıldı.
Milyonlarca insan evsiz, yüzbinlercesi komşu ülkelere sığınmış durumda.
Ancak ne Afrika Birliği bir çözüm arıyor, ne Arap Birliği, ne de Birleşmiş Milletler.
Uluslararası toplumun sessizliği, Sudan’ın acısını derinleştiriyor.

Sudan’da Ordu Komutanı Korgeneral Abdülfettah el-Burhan ile Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) lideri Korgeneral Muhammed Hamdan arasındaki savaş, dışarıdan bakıldığında sadece bir iktidar mücadelesi gibi görünüyor.
Oysa sahadaki gerçek, bundan çok daha karanlık:
Bu çatışmanın arkasında, çıkarları Sudan’ın kanı ve altınıyla beslenen bölgesel ve küresel güçler var.”

Sudan, Afrika’nın en zengin topraklarından biri.
Yaklaşık 90 milyon ton altın rezerviyle kıtanın ikinci büyük üreticisi.
Bu zenginlik, Sudan halkı için refah değil, felaket getirdi.
Çünkü bu altın, Sudan’ın damarlarındaki kan gibi emiliyor.

Savaşın en başında pek çok madencilik şirketi faaliyetlerini durdurdu.
Ama bir istisna vardı: Rus Wagner Grubu’na bağlı Merowe Gold.
Hamdan’ın kontrolündeki bölgede, onun himayesinde maden işletmeye devam etti.

CNN’in belgelerine göre, Şubat 2022 ile Şubat 2023 arasında Wagner, Sudan’dan 32,7 ton altın —yaklaşık 1,9 milyar dolar değerinde— kaçırdı.
Üstelik savaş öncesi dönemde bile Sudan hükümeti, altın üretiminin %50 ila %80’inin Orta Afrika Cumhuriyeti üzerinden yasadışı yollarla çıkarıldığını itiraf ediyordu.
Bu veriler, Sudan’daki savaşın aslında ekonomik bir sömürü projesi olduğunu çıplak biçimde gösteriyor.

Altın, Sudan’ın lanetine dönüşmüş durumda.
Her gramı, yeni bir mermiyi, yeni bir yıkımı, yeni bir mezarı finanse ediyor.

Sudan, sadece altın açısından değil, coğrafi konumu bakımından da büyük güçlerin iştahını kabartıyor.
Kızıldeniz kıyısına sahip bu ülke, Afrika ile Arap dünyası arasında bir köprü konumunda. Bu nedenle Rusya’dan Amerika’ya, Çin’den Körfez ülkelerine kadar birçok aktör, Sudan üzerinde nüfuz kurma yarışı içinde.

Hiçbiri barış istemiyor.
Çünkü savaş, onlara kazanç sağlıyor.
Savaş uzadıkça, Sudan’ın altın madenleri, uranyum yatakları, enerji kaynakları ve tarımsal potansiyeli daha kolay sömürülebiliyor.
Ve bu karanlık hesapların merkezinde, Port Sudan’da kurulacak olası deniz üsleri var.

Böylece Sudan, küresel rekabetin yeni üssü hâline gelirken, halkı kendi topraklarında köksüzleşiyor.

Avrupa Birliği’nin son günlerde yaptığı ateşkes çağrısı, El-Faşir’deki korkunç katliamların ve tecavüzlerin ardından bir umut ışığı gibi belirdi.
Ama bu ışık, güçlü bir bölgesel destek ve Afrika merkezli bir çözüm iradesi olmadan sönmeye mahkûm.
Sudan’ın birliğini, egemenliğini ve bağımsız geleceğini garanti altına almayan hiçbir girişim başarıya ulaşamayacak.

Sudan’ı kurtaracak olan, dışarıdan gelen diplomatik cümleler değil;
Sudan halkının kendi iradesi, kendi barış talebi ve kendi adalet arayışı olacaktır.

Bugün Sudan’da akan kanın rengiyle toprağın altındaki altının parıltısı birbirine karışmış durumda.
Küresel güçler bu altının tozuyla gözlerini boyamış, insanlık ise vicdanını kaybetmiş görünüyor.

Sudan yanıyor…
Dünya seyrediyor.
Ve belki de en acı olan şu:
Bu sessizlik, bombalardan daha gürültülü.