Tarih değil hatalar tekerrür eder

Fazlı Kartal

Yeryüzünde geçmişi bizimki kadar şanlı bir millet olmamıştır. Maalesef geçmişi ile bizimki kadar kavga eden başka bir millet de olmamıştır. Millet olarak biz sevdiğimizi çok severiz ama hiç tanımayız. Yani çok severiz ve hiç kimseye de laf söyletmeyiz. Hâlbuki tanısak daha çok seveceğiz ve niçin laf söyletmeyeceğimizi de bileceğiz.

Bir Çin sözü şöyle der: “Ecdadını unutanlar, kaynaksız ırmağa, köksüz ağaca benzer.”

Tarih sahnesinden çekilen devletlerin, milletlerin ve kahramanlarının izi, tesiri ve hatta ruhları öyle kolay kolay silinmez. İşte mazimizi bilmekte bunun için önemlidir. Ömer Hayyam ne güzel söylemiş: “ Tarih kâinatın vicdanıdır.”

Yani geçmişimizi bilmek, kendimizi bilmektir. Toplumlar geçmişini dosdoğru bilmedikçe doğru ve şerefli yolu da bulamazlar. Eğer geçmişte yürünen yollar yanlış bilinirse gelecekte de yanlış, tehlikeli istikametlere doğru giderler. Bunun insanlık tarihinde olduğu kadar bizim tarihimizde de örnekleri çoktur. Ahmet Cevdet Paşa’nın söylediği gibi; “Tarih bilmeyen diplomat (devlet adamı), pusuladan anlamayan kaptana benzer; her ikisinin de karaya oturmak tehlikesi vardır.”

Daima ecdadımızın yaşayış tarzlarını iyi bilmeli, onlardan ibret ve örnek almalıyız. Eğer gerekli dersleri çıkarmazsak tarih boyunca üzerimize oynanan oyunların yeniden tekerrür ederek bizi felaketlere sürüklemesine engel olamayız. Bunun içinde devlet adamlarımıza büyük sorumluluk düşmektedir. Tarihimiz ile barışık olmalı ve ecdadına gerekli saygıyı göstermeli, gerektiğinde de tarihine sahip çıkmalıdırlar.

Tarih sadece savaşlar, fetihler, işgaller ve istilalar üzerinden okumak yerine tarihin birleştirici, aşılayıcı, bütünleştirici ve yeniden inşa edici tarafını da görmek gerek. Tarihin yakıcı ve insanlığı kahredici efsaneleri kadar; büyüleyici, ihya ve inşa edici büyük bir kapısı da vardır. Kültür ve medeniyete açılan kapıdan tarihe adım attığımızda geleceğe temeli sağlam bir anlam ve değer yükleyerek zamanın bizim için doğru akmasını sağlayabiliriz.

Burada iki zümreye büyük görev ve sorumluluk düşüyor. Birincisi geçmişimizi ve ecdadımızı bugünümüze doğru bir şekilde anlatıp anlaşılmasını sağlayacak olan tarihçiler, ikincisi de geçmişte yaşanılan olaylardan gerekli dersleri ve feyzleri alıp geleceğimizi inşa edecek olan siyasetçilerdir. Bu iki zümrenin aslında el ele vermesi elzem bir hakikattir. Maalesef ki bizim siyasetimizde bu birliktelik çok zayıf olmuştur tarih boyunca. Tarihimize baktığımızda üzerimize oynanan oyunlar hep olmuştur ve olmaya da devam etmektedir. Bugün ülkemiz ve milletimiz üzerine kurgulanan tezgâhların temeli çok ama çok eskilere dayanmaktadır. Bunlardan en bilineni ise ilk defa 1815 Viyana Kongresi sırasında bir Rus diplomat tarafından kavramlaştırılan “Şark Meselesi” olmuştur. Bu kavram daha sonra diğer bütün emperyalist Batılı devletlerin Müslüman Türklerin dünya medeniyetinde öncülük eden Osmanlı Medeniyetinin varisinin yeniden uyanıp dünyayı etkisine alarak emperyalist toplumların çıkarlarına taş koymasını engellemek için kullanıla gelmiştir. Çünkü biliyorlar ki tarih boyunca birçok büyük imparatorluklar kuran Türk Milletinin kurduğu hiçbir devlet emperyalist bir politika izlememiş. Emperyalizm yerine adalet ve hoşgörüye dayalı istimalet siyaseti ile fethettiği topraklarda ki toplumları medeniyetine hayran bırakmıştı. Şimdi yeniden eski azametine kavuşmaya başlayan Osmanlı Medeniyetinin varisi konumunda olan Türkiye Cumhuriyeti’ni oynanan çeşitli oyunlarla durdurmak istiyorlar. İşte bu zor dönemlerde uyanık olmamız gerekiyor. Tarihimizden gerekli feyzleri almalıyız. Kısacası Sultan 2. Abdülhamid Han’ın dediği gibi;

“TARİH DEĞİL HATALAR TEKERRÜR EDER!”