TARTIŞTIRAN BAŞKAN ERDOĞAN

Prof. Dr. Önder Kutlu

10 Ağustos seçimleriyle girdiğimiz yeni dönemin en önemli aktörü kuşkusuz Cumhurbaşkanı Erdoğan. Doğrudan halk tarafından seçilmesi, seçmenin yarısından fazlasının oyunu almayı başarması ve toplumu ikna kabiliyetinin yüksek olması Erdoğan’ın pozisyonunu güçlendiren faktörler. Şu an itibariyle siyasi arenada alternatifi ya da rakibi yok. En son girdiği seçimde 13+F desteğine rağmen en yakın rakibini fersah fersah gerilerde bıraktı.

Bu, bir taraftan ‘şans’, diğer taraftan da ‘açmaz’. Şans olması, liderlik özellikleri sayesinde ülkenin önünü açabilecek kapasitede olmasından. Bölünmüş, parçalanmış siyasi yapılar ve karar alamayan koalisyonlar bize ‘hayır’ getirmiyor. 15 yıl önceki en son tecrübemizde ekonomi tepetaklak gitmiş, siyasi hayat ve toplumsal meseleler içinden çıkılamaz hale gelmişti.

Öte yandan, ‘açmaz’ olması bir kaht-ı rical durumu ortaya çıkarmasından. Yani, muhalefet bir alternatif sunamıyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminde bunu gördük. Toplumu anlamış, farklı kesimleri kucaklayan ve çözüm üreten bir lider çıkaramıyor. Bırakınız liderliği, ‘ortalama’ bir yönetici profili bile ortaya koyamıyor. Siyaset bu anlamda ‘kısır’.

Bu vasatta Cumhurbaşkanı Erdoğan bugün, Anayasa’nın kendisine verdiği yetkiyi kullanarak, Bakanlar Kurulu’na başkanlık ediyor. Anayasanın 104/ b, üçüncü fıkrası şunu söylüyor: “Gerekli gördüğü hallerde Bakanlar Kuruluna başkanlık etmek veya Bakanlar Kurulunu başkanlığı altında toplantıya çağırmak”.

Görüldüğü gibi Cumhurbaşkanı, yapılmakta olan bir BK’na başkanlık edeceği gibi, isterse kendisi de toplantıya çağırıp, başkanlık yapabilir. Yürütme organının başı olarak görev ve yetkileri Parlamenter sisteme nazaran çok fazladır. Yetkilerinin ‘sembolik’ olduğu iddiası gerçeği yansıtmaz. Cumhurbaşkanları Türkiye’de her zaman önemli olmuştur. Hele hele halk tarafından seçildikten, meşruiyetini halka dayandırdıktan sonra bu konuda hiçbir soru işareti kalmamıştır.

Cumhurbaşkanının bundan sonraki dönemde her ay BK’na başkanlık edeceğini düşünüyorum. En azından iki ayda bir toplayacaktır. Zaten MGK’ya başkalık ediyor. Askerlerin yanında, başbakan, başbakan yardımcıları, içişleri, dışişleri, adalet ve savunma bakanları MGK üyesi. Cumhurbaşkanı orada en önemli meselelere müdahil.

Kanunlar, kararnameler, atamalar ve sair meselelerde hükümetle ‘istişare’ ediyor. Haftalık rutin görüşmelerde başbakana isteklerini bildiriyor; istediği zamanlarda tek tek bakanları çağırarak bilgi alıp, yine onlara talimat verdiğini biliyoruz. Yani aslında yeni bir şey yok. Yeni olan şey, bunu kamuoyunun ‘gözü’ önünde ve ‘ilan’ ederek yapacak olması.

Cumhurbaşkanının sistem içinde öne çıkmasının birtakım avantaj ve dezavantajları olduğu söylenebilir. Sistem içinde hakem rolü üstlenecek olması nedeniyle temel toplumsal meselelerde ve devlet organları arasında çıkabilecek anlaşmazlıklarda problem çözme boyutu en büyük avantaj.

Olaylara ‘müdahil’ olma özelliği son dönemlerde biraz daha önemli hale geldi. Devlet organları sürekli bir didişme ve çekişme içinde bulundular. AYM, Yargıtay, Danıştay, TBMM, Bakanlar Kurulu, YÖK, HSYK, Merkez Bankası, Silahlı Kuvvetler, Emniyet vs. kurumlar ‘taraf’ oldular. Akla hayale gelmeyecek konular gündeme geldi. Meselelerin biri çözülmeden, diğeri tartışmaya açıldı. Cumhurbaşkanı, potansiyel olarak, bu kavgaları önleyebilecek, keskinlikleri törpüleyebilecek pozisyonda.

İkincisi, Cumhurbaşkanı bugüne kadar hep ‘perde gerisinde’ kalıyor, dolaylı ve örtülü şekilde müdahale ediyordu. Bugün öne çıkmak, herkesin gözü önünde müdahale etmek, yani ‘açık oynamak’ zorunda.

2001 krizinde Sezer – Ecevit kavgası yaşadık. 28 Şubat sürecinde Cumhurbaşkanı Demirel’in rolü hep ‘muamma’. Kenan Evren, rahmetli Özal’a ne kadar müdahale etti, bilemiyoruz. Bu üç örnekte de Cumhurbaşkanları hep perdenin arkasında, hep görünmeyen tarafta yer aldılar. Demokrasilerde yetkiler ‘karanlıkta’ değil, ‘açıkta’ ve ‘şeffaf’ bir biçimde kullanılır. Kimin ne yaptığını kamuoyu bilmelidir ki, ona göre ‘pozisyon’ alsın. Başarı ya da başarısızlıktan hak edene, hak ettiği pay verilsin.

Dezavantaj olarak ifade edilebilecek nokta, gücün ‘merkezileşme’ durumudur. Yetkilerin tek merkezde toplanması veya toplandığı hissinin verilmesi iyi bir şey değil. Farklı dini, siyasi, kültürel ve sosyal özelliklere sahip kesimler bundan rahatsız olabilirler. Toplumla ilgili kararların çok dar bir kadro veya sadece bir kişi tarafından verilmesi fikri yanlış. Kararlar toplumdaki farklılık ve zenginliği mutlaka hesaba katmalıdır. İktidarlar ve karar vericiler değişebilirler. Değişmelerinin önü açıktır. İktidar, sadece belli bir kesim veya dar bir kadronun tekeline verilirse, Cumhuriyetin ilke yıllarındaki rejim, yani Tek Parti Dönemi fikri hortlayabilir.

Cumhurbaşkanı konusunda artı ve eksileri temel noktalarda ele aldık. Peki, sonuç ne? Sonuç, yeni bir anayasa yapmanın ne kadar acil bir ihtiyaç olduğu, hususudur. Sistemle ilgili kaygılar, problemler ve dezavantajlar birkaç ay içinde yapılacak genel seçimden sonra ivedilikle gündeme gelmeli ve kaygılar giderilmelidir.

Ak Parti bu konuda açık; her vesileyle ‘yeni anayasa’ vurgusu yapıyor. CHP ‘hayır’ demiyor. MHP ‘istekli’. HDP ‘dünden razı’ olduğunu söylüyor. O zaman yılın ikinci yarısından itibaren Türkiye’nin yoğunlaşacağı ilk meselenin yeni anayasa olduğu söylemek için kâhin olmak gerekmez.

Bu dönemde 2011 seçimleri sonrasında TBMM’de oluşturulan Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nun çalışmalarından yararlanılabilir. Ama yeterli olmayacaktır. Zira o dönemde yeni anayasa değil, ‘mevcut anayasada değişiklik’ konusu gündemdeydi. O yüzden de başarılı olamadı. Yeni dönem, yeni yani ‘sıfırdan’ bir anayasa gündeme gelmelidir. Sıfırdan, zira mevcut anayasadaki pek çok mesele ‘tabu’, yani dokunulamaz, konuşulamaz, eleştirilemez olarak değerlendirilmişti. ‘İlk üç maddeye dokunamazsın’, ‘laiklik hassas, oraya yaklaşma’, ‘YÖK’ü eleştirme’, ‘yargıya müdahale etme’, ‘ülke bölünebilir’, ‘şurası kırmızıçizgi’, ‘bu olmazsa olmaz’ türünden sınırlamalar olursa gene olmaz.

Cumhurbaşkanının Bakanlar Kuruluna başkanlık edecek olması, yeni anayasa tartışmalarını da tetikleyeceği için önemli ve yararlı. Millet olarak, meseleleri ‘normal’ şekilde tartışarak çözemiyoruz. Belli dönemlerde bizi ‘tartıştıracak’ olaylar olmalı ki, çözüm üretelim.

Allah’tan Cumhurbaşkanı bizi ‘tartışmaya’ sürüklüyor.

Ben, olaya böyle bakıyorum…