Trump 2: Boris Johnson

Prof. Dr. Fatih Mehmet Öcal

Günümüzde ister firma ister sektör yada ülke bazında olsun, ekonomi, siyasi, sosyal, kültürel ve toplumsal alanlarda atılan her adıma karşı bir yansıma, çok kısa süre bir sonra ülke içinde veya uluslararası ölçekte ortaya çıkmaktadır. Ülkelerin bütçe içi, dış ticaret ve cari hesapları ile, bunlardaki değişimlerin seyri, yönü ve trendi, herkes tarafından bilinmekte ve takip edilmektedir. Devamında yine her ülke homoeconomicus ilkesi gereği, sahip olduğu iktisadi, siyasi, iletişim ve askeri gücü oranında, normal olarak kendi çıkarlarını maksimum yapmak için politikalar üretmeye çalışmaktadır. Gelişmiş, zengin batılı ülkeler, çıkarlarını elde etme adına tekel konumunda olduğu basın ve medya gücünü de kullanmak ve algı oluşturma yoluyla yanlışları bile dünyaya empoze etme pahasına amaçlarına ulaşmışlardır. Bu sonuç dün böyle oldu, söz konusu trend yani ABD ve AB’nin dünyanın geri kalanı için neye mâl olursa olsun, ne kadar büyüklükte zarara yol açarsa açsın, “her olay kendi isteklerine göre gerçekleşmek zorundadır” şeklindeki sapkın düşünceden vazgeçip geçmeyeceklerine veya ABD ve AB bloğuna karşı, kendi ülkelerinin haklı çıkarlarını korumaya yönelik politikalar uygulama koyan Çin, Rusya, Türkiye, İran, Hindistan, Kuzey Kore, Meksika, Venezüella, Endonezya gibi ülkelerin gösterebilecekleri dirence bağlı olacaktır. Kısa ve orta vadede dünya eko-politiğinin ne yöne evrileceğini, karşılıklı ülke gruplarının bilek güreşinin sonucu belirleyecektir. Tabi ki en nihayetinde özellikle gelişme yolundaki ülkelerde iktisadi alanda faaliyet gösteren firmaların, sektörlerin ve  bu ülke ekonomilerinin büyüme oranlarının düşmesine bağlı olarak resesyona (ekonomik daralma) hatta stagnasyona (ekonomik durgunluk) girerek, işsizliğin sosyal patlamalara neden olacak boyutlara ulaşmasıdır. Her ne kadar ABD ve AB, genelde dünya ekonomi pastasının yaklaşık üçte birini teşkil ediyorsa, karşı grup olarak yukarıda sayılan ülkelerin  global ticaretten aldığı pay da yaklaşık %40 düzeyindedir. Yani bilek güreşinin kısa vadede bitmeyeceği açıkça görülmekte, aynı zamanda dünyanın sancılarının da.

Ayırt etmeksizin XXI. yüzyılda yaşayan tüm insanların tamamının şanssızlığı, gelişmiş batı ülkelerinin dünya kaynaklarına sahipliğini kendilerinde bir hak olarak görmeleri ve diğer ülkelerin haklı olarak bu dayatmaya karşı geliştirdikleri ekonomik ve askeri direnç nedeniyle ortaya çıkan tüm olumsuz gelişmeleri yaşamak zorunda kalmalarıdır. Asıl şanssız kesim ise, çeşitli görüşler ileri sürülse de yedi buçuk milyar nüfusa ulaştığı söylenen dünya nüfusunun zengin ülkelerde yaşayan yaklaşık iki milyar insan hariç, gelişmekte ve geri kalmış ülkelerde düşük gelir, sağlık ve eğitim koşullarında yaşayan beş buçuk milyar insandır. Çünkü tüm dünya ne yazık ki, D. J. Trump ve B. Johnson gibi dengesiz, fevri ve uçuk kararlar alabilen iki liderin domine ettiği koşullar altında ve sonuçlarına katlanarak yaşamak zorundadırlar. Çünkü bunlardan biri – D. J. Trump –, dünya gerçeklerine karşı ABD çıkarları için orta ve uzun vadede kendi ekonomisini de vuracak olan özellikle Çin’e karşı başlattığı korumacı ekonomi politikalarını dünyanın başına bela etti. Diğeri de – B. Johnson –, Trump politikalarına paralel anlaşmasız Brexit konumuna yaklaştırdığı İngiltere’yi, olası büyük maddi zarara sokma pahasına, kendi başbakanlığına alan açma peşinde koşan biri. Her iki politikanın sonuçları da ciddi dış ticaret ilişkileri içinde olduğumuzdan dolayı ülkemiz için hiç de olumlu gelişmeler değildir. Korumacı ve Brexit politikası sonucu, büyüme hızları ve satın alma güçleri de düşen ABD ve AB ülkelerinin ithalat olanakları da haliyle azalacaktır. Bu ise, tek taraflı çıkar peşinde koşan hem gelişmiş ve hem de büyük hacimli ekonomiler üzerinde oturan yanlış ekonomi politika uygulamalarında ısrar eden başkanların, tüm dünyaya fatura olarak kestikleri, küresel negatif dışsallıktır. Bu sürecin devamında ithalat güçleri azalan gelişmiş ülkelerin, diğer ülkelerde faaliyet gösteren firmaların ürettiği mallara olan taleplerinin azalmasına neden olarak, istihdam oranlarını ve gelirlerini azaltacağı için, ekonomik daralmanın, durgunluk hatta stagflasyon sürecine atlayarak, küresel ekonomiyi tümden yapısal sorunlar içinde bırakmasıdır.

Soru: Yüksek enflasyon oranlarında senyoraj geliri artar mı? Neden?

Sözün Gözü: Başarılı olmanın yolu severek sabırlı çalışmaktan geçer.