TURİZM CENNETİNİ PAZARLAYAMAMAK

Sedat Dönmez

Ülke olarak doğal güzelliklerimizle, tarihi yerlerimizle, denizlerimizle sürekli övünüp bir cennet olduğumuzu sürekli tekrarlarız. Ancak bu tekrarı kendi içimizde kendi kendimize yapmaktan öteye gidemiyoruz. Global seyahat sektörü profesyonellerine teknoloji ve rezervasyon hizmeti sunan HotelsPro’nun “2016 Global Seyahat İstatistikleri” verilerine baktığımızda Türkiye maalesef dünya turizm sıralamasında yer alamadığını gördük. Dünya genelinde en çok ziyaret edilen ülke ise % 11,9’luk payla Amerika Birleşik Devletleri oldu. ABD’yi % 8.0’lık oranla İtalya izlerken sıralama % 6.1 ile Almanya, % 5.9 ile İngiltere, % 4.9 ile de İspanya izledi.

Sonuçlar gösteriyor ki elimizdeki güzellikleri biliyoruz ancak pazarlamak konusunda yine dünya devletlerinden geri kalıyoruz. Oysaki dört mevsim turist çekebilecek potansiyele sahip bir ülkeyiz. Doğu ve İç Anadolu bölgelerimizdeki kültür alanları, kıyılarımızdaki yaz turizmi için dünyanın sayılı yerlerine girecek denizlerimiz elimizdeki büyük zenginlikler. İstanbul apayrı bir dünya harikası olarak pazarlanmayı bekliyor. Yurt dışından ülkemize yabancı turistlerle gelecek olan döviz ülke ekonomisi ve yerel halk için büyük önem taşırken ülkeyi pazarlayamamak için bu kadar çaba sarf etmek gerçekten hayret verici. Bizim ülkemizde turizm denince akla yaz turizmi ve Rusya’dan ülkemize gelecek olan turistler akla geliyor. Bir yıl boyunca tüm turizm sektörü kendini buna odaklıyor. Oysaki yılın her mevsiminde ciddi bir turist sayısına ulaşabilir, ülkenin farklı bölgelerini dünya turizmine pazarlayabiliriz. Birçok medeniyetin ev sahipliği yaptığı Anadolu gibi bir turizm cevheri üç aylık bir yaz dönemi içerisine sıkıştırılıyor. Öncelikle doğudan batıya, kuzeyden güneye ciddi bir pazar analizine ihtiyacımız var. Her bölgenin çekebileceği potansiyel turist haritasını kendimize çıkartmalıyız. Bugün Paris gibi bir şehir kendisini “aşk şehri” olarak tüm dünyaya pazarlarken ve kulenin önünde fotoğraf çekilmeyi bir ritüel haline getirdiyse Mevlana gibi bir değeri yetiştirerek aşk konseptini tüm dünyaya pazarlayamayan Konya oturup derdine yansın. Her ülkenin turisti illa deniz turizmi isteyecek diye bir zorunluğumuz yok. Doğu bölgelerindeki ve iç bölgelerdeki tarihi yerlerimiz uzak doğu vatandaşlarının ciddi ilgisini çekebilecek noktalar. Karadeniz’in doğa ile baş başa sunduğu sakinlik birçok ülke vatandaşı için aranan kan. Öncelikle kendi ülkemizi pasta dilimlerine ayırarak her bölgenin potansiyel tüketicilerini tespit etmeliyiz ve ona göre bir iletişim stratejisi benimsemeliyiz. İstanbul yılın dört mevsimi turist çekme potansiyeline sahipken böyle bir şehrin tüm dünyayı çağıran bir iletişimini göremiyoruz. Aksaray, Konya, Mersin gibi inanç turizmine uygun birçok ilimize rağmen koyu inanca sahip Hristiyan ve Yahudileri topraklarımıza çağırmak için bekliyoruz. Kışın da tatil mi olur diye düşünmektense Erzurum, Bursa gibi kış turizmine uygun bir çok şehrimizi dünya turizm pazarında etkin yerlere taşımayı hedeflemeliyiz.

Ülkeyi sadece yaz turizmine odaklamak diğer turizm olanaklarını ölüme terk etmekten başka bir şey değil. Bunun için Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere özellikle yerel yöneticilere büyük görev düşüyor. Belediye koltuklarında mesai dolduran belediye başkanlarımız bir zahmet bölgelerindeki turizm fırsatlarını masaya yatırır, potansiyel turist kitlesini belirler ve onlarla iletişim kurarsa ülke olarak ciddi bir gelir akışına sahip oluruz. Tabi ki sadece buraların belirlenmesi yetmiyor. Bölgeleri geliştirmek, çağrılan turistleri sadece otelde ağırlamaktan öteye giderek sokağa çıkarmak, bölge esnafından alışveriş yapmasını sağlayacak etkinlikler planlamak belediye başkanları ve valilerimizin görevleri arasında olmalı. Konya’da Mevlana törenlerinde olduğu gibi turistleri otelden alıp etkinlik yerine götürecekseniz zaten bu işe hiç kalkışmayın. Gün gelir buraların işletmelerini alan zeki yabancı yatırımcıların kazançlarını izler, ülkenizin pazarlanmasını hayretlikle takip edersiniz.