Milli takımımızın veya kulüplerimizin Avrupa sahnesinde aldığı her ağır yenilginin ardından aynı tanıdık senaryoyu tekrar yaşarız. Önce büyük bir hayal kırıklığı, ardından hamasi nutuklar, suçu bireylere yıkan günah keçisi avı ve en sonunda da her şeyi unutturan bir sonraki lig maçı...
Bu döngü yıllardır devam ediyor. Peki, potansiyeli bu kadar yüksek, futbola bu denli tutkulu bir ülkenin uluslararası arenadaki istikrarlı başarısızlığının temelinde ne yatıyor? Bana göre sorun, sıkça iddia edildiği gibi yetenekli oyuncu kıtlığı değil, o yeteneği işlemeyi ve parlatmayı reddeden, köklerine kadar çürümüş sistemin ta kendisidir.
Bu yazıda, bu hayal kırıklığının ardındaki asıl nedenleri, yani yetenekten çok daha derinlerde yatan yapısal çürümeyi analiz etmeye çalışacağım. Sorunumuz birkaç kötü sonuç değil, futbol ekosistemimizin tamamını esir almış bir zihniyet sorunudur.
Yetersiz Altyapı ve Eğitim Modelleri
Her şeyin başlangıç noktası burası. Türkiye'de futbol altyapısı, modern dünyanın çok gerisinde kalmış bir "yapboz"dan ibaret. Yetenekli bir çocuğu bulmaya odaklanıyor, ancak o çocuğu sistematik bir eğitimle bir dünya yıldızına nasıl dönüştüreceğimizi bilmiyoruz. Almanya'nın 2000'li yılların başındaki hezimetten sonra ülke çapında kurduğu futbol akademileri ve standart eğitim modelleri, onlara bir Dünya Kupası getirdi. Hollanda'nın Ajax merkezli total futbol felsefesi, fiziksel güce değil, teknik kapasiteye ve oyun zekasına dayalı bir sistemle yıllardır dünyaya oyuncu ihraç ediyor.
Bizde ise durum tam tersi. Tesisler yetersiz, antrenörlerin çoğu bilimsel metotlardan uzak ve liyakatle değil, tanıdık ilişkileriyle görev başında. Genç oyunculara taktiksel disiplin ve oyun okuma becerisi kazandırmak yerine, onları bir an önce "piyasaya sürme" telaşıyla hareket ediliyor. Sonuç olarak, potansiyeli yüksek gençler ya kaybolup gidiyor ya da belirli bir seviyenin üzerine asla çıkamıyor.
Liyakatsiz Yönetim Anlayışı ve Borç Sarmalı
Türk futbolunun kanserli hücresi, kulüpleri bir spor kurumu olarak değil, kişisel bir prestij aracı olarak gören liyakatsiz yöneticilerdir. Kısa vadeli popülizm ve şampiyonluk baskısı, kulüplerin geleceğini ipotek altına alan irrasyonel kararlara yol açıyor. Altyapıya on yıl yatırım yapıp sabretmek yerine, taraftarın gözünü boyamak için 35 yaşındaki, kariyerinin son demlerindeki "yıldız" oyunculara milyonlarca avro harcanıyor.
Bu "günü kurtarma" anlayışı, kulüpleri devasa bir borç sarmalının içine itiyor. Borçlar arttıkça, sportif başarı daha da zorunlu hale geliyor ve bu da daha fazla riskli transfer harcamasına neden oluyor. Bu kısır döngü, kulüplerin mali yapılarını çökertirken, sürdürülebilir bir başarı modeli inşa etme ihtimalini de en başından ortadan kaldırıyor.
Türkiye Futbol Federasyonunun Rolü
Teoride Türk futbolunun kurtarıcısı olması gereken Türkiye Futbol Federasyonu (TFF), pratikte genellikle sorunun bir parçası haline geliyor. Yıllardır istikrarlı, uzun vadeli ve siyasetten arındırılmış bir futbol stratejisi oluşturulamadı. Her gelen başkan ve yönetim, bir öncekinin planını rafa kaldırıp kendi kısa vadeli projelerini hayata geçirmeye çalışıyor.
TFF'nin kurumsal özerkliğini tam anlamıyla sağlayamaması ve siyasi etki altında kalması, futbolun temel sorunlarına neşter vurulmasını engelliyor.
Altyapı devrimi, kulüplerin mali denetimi, antrenör eğitimi gibi hayati konular, günlük siyasi çekişmelerin ve popülist kararların gölgesinde kalıyor. Federasyon, düzenleyici ve planlayıcı bir üst kurum olmaktan çok, büyük kulüplerin baskı grupları arasında denge kurmaya çalışan bir yapıya dönüşmüş durumda.
Yabancı Kuralı Tartışmalarının Kısır döngüsü
Sistemik sorunlarla yüzleşmekten kaçınanların sığındığı en popüler liman ise şüphesiz yabancı oyuncu kuralı tartışmasıdır. Sayı 14 mü kalsın, 8+3 mü olsun, yoksa tamamen serbest mi bırakılsın? Bu tartışma, altyapıdan oyuncu yetiştiremeyen, kulüplerini doğru yönetemeyen ve planlama yapamayan bir sistemin acziyetini gizlemek için kullanılan bir sis perdesidir.
Hollanda'da, Almanya'da ya da Portekiz'de kimse yabancı kuralını bu kadar hararetli bir şekilde tartışmıyor. Çünkü onlar, kendi sistemlerinden o kadar kaliteli yerli oyuncular çıkarıyor ki, yabancı sınırı bir "mecburiyet" olmaktan çıkıyor. Biz ise sorunun kaynağına inmek yerine, semptomları tedavi etmeye çalışarak değerli zamanımızı ve enerjimizi boşa harcıyoruz.
Türk futbolunun içinde bulunduğu durum, bir yetenek krizi değil, bir sistem ve zihniyet krizidir. Sokaklarımız hala potansiyelli gençlerle dolu, ancak o gençleri dünya standartlarında birer sporcuya dönüştürecek yapıdan yoksunuz. Altyapıdan başlayarak kulüp yönetimine, oradan da federasyon politikalarına kadar uzanan bu çürümüş zincir kırılmadığı sürece, Avrupa sahnesinde yaşayacağımız her başarı tesadüften ibaret kalacaktır. Radikal, cesur ve uzun vadeli yapısal reformlar olmadan, sürdürülebilir bir futbol ekosistemi yaratmak maalesef imkansız görünüyor.