Azerbaycan-Gürcistan sınırında düşen kargo uçağında 20 askerimiz şehit oldu. 111 yıl önce iki uçağımız İstanbul’dan-Kahire’ye yola çıktı. Ancak Şam’a kadar ulaşan Fethi ve Sadık beylerin uçağı 27 Şubat 1914’te Suriye Taberiye’de düşünce ilk hava şehitlerimizi verdik. Göreve devam eden ikinci uçağın pilotu Nuri Bey ise 14 Mart’ta uçağının denize düşmesi sonucu şehit oldu. Şehitlerimiz Şam’da Selahaddin Eyyubi’nin türbesine defnedildi
Osmanlı Devleti’nin 20. yüzyılın başında girdiği modernleşme hamlelerinin en dikkat çekici alanlarından biri havacılıktı. 1903’te Wright Kardeşler’in ilk motorlu uçuşu gerçekleştirmesi üzerinden henüz yalnızca bir on yıl geçmişti; buna rağmen uçak, büyük devletlerin orduları için yeni bir güç çarpanı olarak görülmeye başlanmıştı. Osmanlı da bu gelişmeleri yakından takip etti ve 1912’den itibaren sistemli bir askerî havacılık teşkilatlanmasına yöneldi.
Bu çabanın bir parçası olarak 1914 başlarında, hem Osmanlı pilotlarının yetkinliğini göstermek hem de imparatorluğun farklı coğrafyalarında moral birliği sağlamak amacıyla İstanbul–Kahire Hava Seferi planlandı. Sefer, dönemin teknik kapasitesi dikkate alındığında yalnızca bir prestij gösterisi değil, aynı zamanda ciddi bir risk ve çok uluslu imparatorluk için güçlü bir propaganda aracıydı.
Osmanlı’dan Dünyaya Açılan Bir Havacılık Hamlesi
1914 yılına gelindiğinde dünya, havacılığın henüz emeklediği bir dönemi yaşıyordu. Osmanlı Devleti de modernleşme çabalarının bir parçası olarak havacılığa büyük önem veriyor, uçakların askerî ve stratejik güç açısından taşıdığı önemi görüyordu. Bu nedenle, Türk pilotlarının yetkinliğini gösterecek ve Osmanlı’nın hava sahasında da var olduğunu ilan edecek uzun bir uçuş planlandı: İstanbul’dan Kahire’ye uzanacak bir sefer.
8 Şubat 1914’te iki uçak havalandı. Bu uçuş, sadece teknik bir başarı çabası değil, aynı zamanda imparatorluğun dört bir yanındaki halkı moral olarak birleştirmeyi amaçlayan sembolik bir yolculuktu.
Sadık, İsmail Hakkı, Fethi ve Nuri beyler.
Fethi Bey ve Sadık Bey: Şehadete Uçan Kanatlar
Seferin öncü uçağında, dönemin en cesur ve yetenekli pilotlarından Yüzbaşı Fethi Bey ile yardımcısı Üsteğmen Sadık Bey bulunuyordu. Uçakları “Muavenet-i Milliye”, zorlu hava koşullarına ve coğrafi engellere rağmen İstanbul’dan Şam’a kadar ulaşmayı başardı. Ancak yolculuk, 27 Şubat 1914’te Suriye’de Taberiye Gölü yakınlarında trajik bir şekilde son buldu.
Düşen uçağın enkazına ulaşan yerel halk ve Osmanlı birlikleri, iki subayımızın şehit olduğunu belirledi. Böylece Türk havacılık tarihinin ilk hava şehitleri olarak tarihe geçtiler.
Taberiye’de Gelen Acı Haber
27 Şubat 1914’te, Muavenet-i Milliye uçağı Şam’dan Taberiye yönüne hareket etti. Ancak Taberiye Gölü yakınlarında şiddetli rüzgâr, görüş zorluğu ve bölgenin engebeli yapısı nedeniyle uçak düştü. Olay yerine ulaşan Osmanlı birlikleri ve yerel halk, Fethi ve Sadık Beylerin şehit olduğunu tespit etti.
Bu kayıp, Osmanlı basınında geniş yer buldu. Pilotların isimleri yalnızca askerî başarılarıyla değil, aynı zamanda modernleşme idealinin kurbanları olarak da hatırlandı. Böylece Türk havacılık tarihinin ilk hava şehitleri olarak tarihe geçtiler.
İkinci Kayıp: Nuri Bey’in Akdeniz’deki Şehadeti
Seferi sürdürme kararı alan ikinci uçak, “Prens Celalettin”, Şam’dan ayrıldıktan sonra yolculuğuna devam etti. Ancak 14 Mart 1914’te, İskenderiye yakınlarında Akdeniz üzerinde teknik arıza sonucu denize düştü. Pilot Yüzbaşı Nuri Bey şehit oldu. Rasıt İsmail Hakkı Bey ise ağır yaralı kurtarıldı.
Bu ikinci kaza, seferin sonlandırılmasına yol açtı. Böylece Osmanlı’nın ilk uzun menzilli hava teşebbüsü, üç kıymetli subayın fedakârlığıyla tarihte dramatik bir yer edindi.
Gökyüzünün Üçüncü Şehidi: Nuri Bey
Göreve devam eden diğer uçakta ise Yüzbaşı Nuri Bey vardı. Havacılığın sınırlarını zorlayan bu uzun uçuş, ikinci bir kaybı da beraberinde getirdi. Nuri Bey’in uçağı 14 Mart 1914’te denize düştü ve o da görev şehidi oldu. Böylece İstanbul–Kahire seferi, sadece cesaretin değil, aynı zamanda ağır bir fedakârlığın adı haline geldi.
DÜŞEN UÇAĞIMIZIN ENKAZI
Selahaddin Eyyubi’nin Huzurunda
Üç pilotumuzun naaşları, Şam’da büyük bir saygıyla karşılandı. Osmanlı halkı, Arap coğrafyasındaki kardeş topluluklar ve yerel halk, bu kaybı büyük bir hüzünle karşıladı. Şehitlerimiz, tarihin büyük komutanlarından Selahaddin Eyyubi’nin türbesinin yakınına defnedildi. Bu, hem sembolik hem de manevi değeri yüksek bir vefa örneğiydi.
Bugün Bize Ne Söyler?
111 yıl önceki bu yolculuk, sadece bir uçuş denemesi değil; Türk milletinin yeniliğe, cesarete ve fedakârlığa olan inancının da bir sembolüydü. Gökyüzüne uzanan bu üç kahramanın hikâyesi, bugün Türk Havacılık Kuvvetleri’nin ulaştığı seviyeyi anlamak için de önemli bir başlangıç noktasıdır.
Havacılık, artık modern orduların olmazsa olmaz bir gücü. Ancak her teknolojik gelişmenin arkasında, çoğu zaman adı çok duyulmayan nice kahraman bulunur. Fethi Bey, Sadık Bey ve Nuri Bey’in hikâyesi, işte bu kahramanların sessiz ama ölümsüz hatırasını temsil eder.
Bugün onların azmini, cesaretini ve vatan sevgisini hatırlamak, sadece bir tarihî anma değil, aynı zamanda geleceğe tutulan bir ışıktır.