Unuttuklarımız

Dr. Ramazan Tuzla

Unutmak nimet olduğu kadar beladır aynı zamanda.

Nimet olan unutmalar kişi özelinde gerçekleşirken, bela olan unutmalar toplumsal sonuçlar doğurmaya daha meyilli oluyor.

Bu yüzden, sadece kendimize karşı saygının gereği olarak değil, topluma karşı olan sorumluluğumuzun gereği olarak da zihnimize sahip çıkmak zorundayız.

Bu sahiplenişin en önemli tezahürü; ‘unutma, unutturma’ bilinci ve şiarıyla hareket ekmektir.

Bu yazımızda, bu şiara uygun olmayan unutmalardan bahsedelim istedim.

Neleri unuttuk?

Yaşadığımız şu topraklarda eski bir Türkiye’nin olduğunu unuttuk.

Kıtlık zamanlarını yaşamış, armudu kurutarak ezmiş ve un yapmış insanımızın açlık ile mücadelesini unuttuk.

Askerliğin bir ay bile yapılmaz olduğu ülkemde, dört yıl askerlik yapan, yine de dilinden ‘vatan sağolsun’u düşürmeyen ahirete aç, dünyaya tok yiğitleri unuttuk.

Gaz kuyruklarını, tüp kuyruklarını, yağ ve ekmek kuyruklarını, sınırlı alınabilen özgürlüğün çetelesini tutan karneleri unuttuk.

Pardılı çatısından yıldızları seyreden, her yağan yağmur ile mücadelesi çoğalan kanaat abidesi çilekeşleri unuttuk.

Ablasının defterini kullanan, bir kalem ile üç sınıf bitiren, beş sınıfı da tek sınıfta okumuş, kara önlüklü, beyaz yakalı, eli kirli, alnı temiz talebeleri unuttuk.

Yamalı pantolonları, tekdeş çorapları, seneye de giyer diye büyük alınan ceketleri, siyah beyaz televizyonları unuttuk.

İdare lambasını, kandili, eşekle saman yaptığımız düveni, sırtta getirilen odunları, bele bağlanmış azıktan yediğimiz öğünleri unuttuk.

Türk pasaportunun mülteci pasaportu gibi algılandığı, Türk deyince dillerden barbarlığın salgılandığı, Türkiye deyince üçüncü dünya ülkesinin sanıldığı günleri, zamanları unuttuk.

Esnafımızın başbakanına yazar kasa fırlattığı, o başbakanın bir yerin başkanı karşısında el pençe divan durarak yüreklerimizi sızlattığı, İMF adlı tefeciden para dilenildiği ve memur maaşlarının deprem yardımlarından ödendiği zamanları unuttuk.

Hastane kuyruklarını, eczane kuyruklarını, 10 hastanın birlikte kaldığı odaları, parası olmayanın insan muamelesi görmediği zamanları unuttuk.

Eski Türkiye’nin eski Türklere yaptığı zulümleri de unuttuk.

Her Milli Güvenlik Kurulunun ‘şeriat tehlikesi’ gündemi ile toplandığı, gerici yaftasıyla Müslümanların coplandığı, katsayı safsatasıyla imam hatip neslinin ve eli iş tutacak meslek liselinin ümitlerinin kırıldığı zamanları unuttuk.

En saf inancı ve ailesinden gördüğü edep ve terbiyenin davranışlarında tezahürü kaygısıyla başını örterek üniversitede okumaya gelmiş kızlarımıza okulların kapandığı, okul birincisi olmuş başörtülü çocuklarımızın ödül törenine alınmadığı, ikna odaları ile kızlarımızın zihinlerinin iğfal edildiği zamanları unuttuk.

Milletin seçtiği insana darbe olan 28 Şubat’ı, o büyük mücadele insanını, Türkiye ve Müslümanlar için kurduğu cümleleri unuttuk. Refah Partisi’nin ve Fazilet Partisi’nin kapatıldığını bile unuttuk.

2000’li yıllarda Devletim biraz başını kaldırıp, dünyada olup bitenleri görmek ve sorgulamak vazifesini üzerine alınca, müesses nizamın içeride devreye soktuğu aparatlarının çirkefliklerini de unuttuk.

27 Nisan bildirisini, 17-25 Aralık yargı darbelerini ve neredeyse 15 Temmuz’un hangi yıl yaşandığını unuttuk.

Hep camii-şerif olarak Müslümanların alnına dokunduğunu zannettiğimiz Ayasofya’nın bir zamanlar müze yapıldığını unuttuk.

Ve unuttuk, 15’inde canını vatanı için feda eden Eren Bülbül’leri…

Hemen ifade edelim ki, bu unutkanlığımız hayra alamet değildir. Toplumsal sorumluluğumuzun gereğine aykırı harekettir ve bu Milletin güzel günler yaşaması için canını ortaya koymuş şehitlerine küfürden beter hakarettir.

Buna, hangimizin hakkı olabilir…

1923’te ilan ettiğimiz cumhuriyetin 15 Temmuz 2016’da tam bağımsız devletini kurduk demiştik, geçmişte bu satırlarda. Beşinci seneyi-devriyesindeyiz bugün.

Ne demeye çalıştığımız, gayet açıktır.

Milletimizin son 15 yılının kazanımları, büyük bir mücadelenin ve karşılıksız bir hamiyetperverliğin eseridir. Kendiliğinden olan şeyler değildir.

Unuttuklarımızı yaşamamış olanların hep bugünkü gibi güçlü ve cömert zannettiği devlet, unutulanların yaşandığı zamanlardaki devlet değildi, maalesef.

Soğan ve patatesin padişah yapılmaya çalışıldığı, kaynamayan tencere masalına dışarıdan tilkilerin ithal edildiği, dilekçi cinlerin lambalara sığmadığı şu zamanlarda en kıymetli vazife, geçmişi unutmamak ve unutturmamaktır.

Allah’ın bu Millete yardımından ve Anadolu irfanından şüphemiz yoktur ama yine de biraz dikkat, diyoruz.

Her yer tilki çobanı kaynıyor, çünkü.