Bir sabah uyanırsın ve evin yerinde yoktur. Kahvaltı sofrası kurulmamış, çay ocağa konmamış, çocukların neşeli sesi duyulmamış... Bir sessizlik çökmüştür üstüne, ama o sessizlik huzur değil, tarifsiz bir kayıptır.
Deprem, yalnızca toprakta bir sarsıntı değildir. Bir insanın yüreğinde, bir milletin hafızasında derin yarıklar açar. Bazen birkaç saniye içinde bir ömür yerle bir olur. Yıllarca biriktirilen hayaller, bir gecede enkaza dönüşür.
Ve biz, bu acıyı öyle iyi tanıyoruz ki...
Her yeni sarsıntıda, daha önce kaybettiklerimizin sesi yükseliyor içimizde. Adını hiç bilmediğimiz insanların hikâyeleriyle gözyaşı döküyoruz. “Allah bir daha yaşatmasın” diyoruz. Bir süreliğine bir oluyoruz, kenetleniyoruz, yaraları sarmaya çalışıyoruz. Ama sonra... unutuveriyoruz.
Oysa unutmamak, yalnızca hatırlamak değil; harekete geçmektir. Depremi konuşmak değil, ona hazırlanmak gerekir. Sağlam binalar, bilinçli toplumlar, afet eğitimiyle büyüyen çocuklar… Bunlar sadece bir lüks değil, yaşamak için bir zorunluluktur aslında.
Deprem kader olabilir belki, ama ihmaller asla kader değildir. Her yıkılan bina, zamanında alınmayan önlemlerin suskun bir çığlığıdır. Biz bu sessiz çığlıkları duymadıkça, aynı acılar tekrar tekrar yaşanacak.
Aynı apartmanda büyüyen, aynı okuldan mezun olan, aynı pazarda alışveriş yapan insanlar, bir gecede birbirine sarılan enkaz altı dualarında buluşuyor.
Bu nasıl bir sınavdır? Bu kadar can yitmişken, hâlâ gözümüzü kapatabilir miyiz?
Bir çocuk düşünün… Uyandığında evini bulamıyor. Annesi yok. Okulu yıkılmış. O çocuğun hafızasına yerleşen korkuyu düşünün. Bu yalnızca o anın değil, bir ömrün yükü.
Biz bu yükü hafifletmek zorundayız. Her gün yeniden. Yeni bir depremi değil, yeni bir bilinç düzeyini konuşmalıyız. Bu artık bir "acil durum" değil, yaşam biçimi olmalı.
Deprem yalnızca yerin değil, vicdanlarımızın da sarsılmasıdır. Ve biz, vicdanımızı diri tutmakla yükümlüyüz.
Deprem, yalnızca bir doğa olayı değildir. Bir milletin vicdanını da ölçer. Kimin ne kadar hazır olduğunu değil, kimin ne kadar insan kaldığını gösterir. Çünkü afet anlarında asıl mesele, ne kadar insan olabildiğimizdir.
Unutursak, yine aynı acıyı yaşarız. Ve bu defa sadece toprak değil, insanlığımız da göçer.