Garptan aydınlandı kainat o gün, kuşlar, ağaçlar, rüzgarlar dahi sustu; mabet ağacı tek tek ayrıldı dallarından. Gün geldi, aşılacak köprünün yamacında kapanmamış hesaplar teker teker görüldü. Ufuklara karanlık inerken ilk kez hüzün yansıdı onca nefret dolu sözün içinden, kulak kesildi her nefes:
"İnsanlığa dair ilk şikayetin neydi?" diye girdi konuşmaya. Sesi bir o kadar ciddi, bir o kadar da nahifti, rahat oturuşuyla tezatlık yaratıyor; dikkatimi en olmadık özelliklerine -gözlerinden birini devamlı kısık tutması gibi- topluyordu. İlk şikayetimi düşündüm, üstüne sonuncusunu, şimdiyi:
"İlk kelimen neymiş?" dünyasına doğan, "İlk nefretin kimeydi?" sorularını.
Yükselen sesimin izlediği yalnız iki yol vardı: Ya duyulamayacak kadar yüksek ya da anlaşılamayacak kadar alçaktı her ikisi de.
Gökyüzüne döndüm yüzümü, mahfi bir köşesinde gözlerime takıldı küçükce bir yıldız.
Bir yıldızın izini takip ediyor olmak yalnız onu anımsattı bana, uçurumun diğer ucunda oturmuş; sevgiyi paylaşmaktan aciz lakin nice gönüllerin sahibi, o acımasız ruhu. Yıldızlar gibi olan mevcudiyeti incitti canımı, yol aktıkça yanında sanacağın kadar peşinde, durduğunda yol ile gidecek kadar hain.
Ahvali belirsiz vicdanımın zanlısı, yalnızlığımın müsebbibi sözcüklerini kapattım dört duvar ardına. Üç kişi kalmıştık hayatın kıyısında: sözlerim, gözleri, yamacımız.
Uzunca bir süre tehir ettiği bu ânın elbet geleceği barizdi, kaçtığımız yollar ayrı görünse de kıtaların arasında okyanuslar, bizim aramızda yıllar vardı, şüphesiz niceleri aşılmıştı.
Aradan geçen zaman beni yalnızlık zehrinden bir nehire sürüklemişti, derine indikçe boğulmaya sevdalandığın, son yudumun olan zehri can suyu sandığın efsunun tasviri bir nehre.
Sayısını bilmediğim kez yansıması uğramıştı nehrimin kıyısına, yalnız anılarda. Durmadı, aktı bir gece gözyaşlarım, hasretimin emareleri. Her biri selamladı tarihteki tüm aşkları, kimi kan kimi gözyaşı, zehirliydi hepsi, zehirlenmişti.
O vakit ki anladım: Berhudar bir âşık uğramamıştı bu kainata.
Her âşık kavuşmanın savaşını vermiş, hasret zindanlarında silinip gitmişti. İrkildim, geçmişten geleceğe izler bırakmak istedim, iz olmak değil.
Fısıldadım usulca:
"Ne şikayet ne dargınlık, yalnız hamt."
Aktı kum taneleri teker teker, vakitle tükendi sözcükler. Sözün bittiği yer, güneşim oldu, hafifledi yüküm.
Bir nefes verdim, begonyalar açtı; bir iç çektim, yapraklar döküldü.
Yamacımda hayat, adımladım hakikate; bunca zaman bilemediğim kendime, vuslata vardım.