Vefa, sen neredesin?

Hakan Bahçeci

    Dün bu topraklarda vefalı insanlar yaşardı. Çok mu ağır oldu cümlemiz? İncelik, kibarlık ve nezaket asilliğimizden gelirdi bizim.

    Türk insanı asildir. Bu nedenle vefa duygusu en önemli değerlerimizden biridir. Toprağa vefa duyarız, yağmurla sulandığı için, ekmeğe vefa duyarız, başağa benzediğimiz için, kadınlarımıza vefa duyarız, anne oldukları için, komşuya vefa duyarız, külü olduğu için. Aziz millet, belki de aziz olmasını vefalı olmasına borçluydu. Samimi, içten, muhkem bir bağla bağlıydı toprağına, değerlerine, inançlarına ve karındaşına.

    Bizde vefa, rıza göstermekle başlar. Olana rıza göstermekle. Tam bir tevekkül halidir vefa içinde olmak. Kadere vefa gösteririz, sebeplerine sarılarak. Çabalar, emek harcar, acizliğimizle sonucu rabbimize bırakırız. Sonuca rıza göstermek için bile hayırlısını ister razı olabilmek dua ederiz.

    Sevginin ve ihlaslı olabilmenin bir neticesidir vefa. Sevginin şarta bağlanmamış halidir. Çıkar ve menfaat değildir, basit hesaplar ve bencil planlar, sahte bir sevgi biçiminde görülse bile “vefa” süzgecinden asla geçemeyecektir. Çünkü vefa, her şey olup bittikten sonra tadılabilecek bir duygudur. Bu yönüyle, yapmacık vefa hemen hissedilir hatta vefanın yapmacığı olmaz.

    Biz Türkler, mümin olarak inandığımız dinin, hayatımızın her alanında bir yaşam formu olarak var olmasını kabul etmiş ve tarzımızı, tavrımızı buna göre şekillendirmişizdir. Hayat formumuzda “vefa” bu duygu ile beslenmiştir. İnançlarımız istediği için, komşuya ikram etmiş, misafiri sevmiş, bir fincan kahveye kırk yıl hatır biçmişiz. İnançlarımızdan dolayı, soframızda hep bir kaşık fazla olmuş, bir mekana girmek için kapıda sağımızdakine yol vermişiz. Sanırım bir tek bizde hasbıhal edilir. Çünkü bu vefanın gereğidir.

    Ticaretimiz de böyledir, arkadaşlığımız da. Aynı işi yapar iki esnaf, yan yana iki komşu dükkan, öğle yemekleri birlikte yenir, kahveler birlikte içilir. Borç birlikte ödenir, kepenkler al birliğiyle indirilir. Borcumuz da zamanında ödenir alacağımız da. Emanet komşuya verilir.

          Vefada, sadakat vardır, sözün namusu vefanın da namusudur. Sadık olmak, yenilen ekmekten içilen sudan ötürüdür. Sözün senet olduğu başka bir toplum var mı acaba? Vefa, aynı zamanda bağışlayıcı olabilmektir. Engin bir görüş, eşsiz bir bakış açısıdır. Hata yapmaktan korkmak değil, hatadan sonra dönebilmek gerektiğinde özür dileyebilmektir.

    Tarihe de vefa duyarız biz. Öyle ki, bu vefadan dolayı toz kondurmayız en haşin kahramanlarımıza. Her ne kadar ataların bıraktığı mirasa sahip çıkamasak da, gönlümüzün bir köşesi cız eder onları hatırlayınca.

    Buraya kadar yazdıklarımız doğru, doğru olmasına da, ne kaldı vefadan geriye şu günlerde onu bilmiyorum işte. Ticaretimiz de koptu vefadan, komşuluğumuz da. Yolda yürürken çarpıştığımız birinden özür beklemeden, biz özür dilemeyi bırakalı epey oldu sanırım. Kaba bir örnek vereyim haydi, daha bugün çarşıda, caddede, trafikte kaç tane kem söz, kaç fena hareket duyup gördünüz düşündünüz mü?

    Evet, vefa sadece İstanbul’da bir semtin adı olarak kalmamalı. Tanımadığımız birine sırf vefa yeniden dirilsin diye selam vererek mi başlamalı işe? Haydi son sözü, Ona bırakalım; “Vefa nedir, bilir misin? Vefa arkanda bıraktığını, giderken yaktığını yabana atmamandır. Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamandır. Vefa; ötelerin sonsuz mükafatı karşısında, cehennemi hafife almaman, ulvi güzellikleri dünyaya satmamandır.” (Celaleddin Rûmi)