VENÜSLE BİR AKŞAM VAKTİ[ 2]

Kezban Eymir

Yavaş yavaş uyuklamaya başlamıştım tam uyumak üzereydim gökyüzünden gelen bir sesle irkildim

Zühre Zühre adaşım… Bu sitarem, zühremdi  bana sesleniyordu… Beni gökyüzüne davet ediyordu. Teklifini tereddütsüz kabul ettim ama gökyüzüne nasıl çıkacaktım ki? Ne bir uzay aracım nede sihirli değneğim vardı…

Oda ne! arşdan arza kadar uzanan merdiven... Işınlardan…

  Basamakları çıkıp zühre’min (yıdız olanı] yanına geldiğimde bir kez daha vuruldum güzelliğine… Peri desem, melek desem, diyemiyorum, hiçbiri değil… Parlaklığı karşısında gözlerim kamaşmıştı bakamıyordum yüzüne…

-Zühre adaşım hoş geldin galaksimize

-Hoş bulduk Şems’den güzel aydan parlak zühre’m Hoş bulduk

Bana tatlı tatlı gülümsüyordu;  ben ise lal olmuştum… Sadece büyük bir hayranlıkla onu izleyebiliyordum…

Birazcık şaşkınlıktan sonra bana evrende dolaşmayı teklif etti.

-Ne dersin zühre’m seninle evrende yolculuk yapalım mı? Seni başka başka güneş sistemleriyle de tanıştırırım.

Güneş sistemleri deyince şaşırmıştım 

-Bizim güneş sistemimizden başka güneş sistemleri de mi var?

-Hemde sayamayacağımız kadar

Biz zührem’le hasbihal ederken  gri ve ateş topunu andıran iki gezegen yanımızdan hızla geçti… Onların yanımızdan hızla geçmesi zühremi üzmüştü… Yanımızdan geçen gezegenlerin kim olduğunu sorduğumda kardeşleri zuhal ve merih olduğunu söyledi… Benim kardeşlerimin isimlerinin de Merih ve Zuhal olduğunu söyledim

Derin bir ah çekti… Zühre’m kardeş olmaları bir şey değiştirmiyor dedi ve devam etti; Kardeş değil düşman gibiler diğer gezegenler gibi onlarda beni üzüyorlar, aralarına almıyorlar…

Gitgide hüzünlenen adaşımı teselli etmek istiyordum.

-Üzülme Zühre’m belki de güneşin sana olan sevgisini kıskanıyorlardır, biliyor musun ? İyilerin, kaderidir belki yanlızlık…

Ona Hz. Yusuf’un kıssasını anlattım. Yusuf’un kardeşleri tarafından kuyuya atıldığını, kuyudan saraylara kral olduğunu… Sen üzülme Zühre’m  hem insan oğlu seni çok seviyor, sana güzel yüzlü Zühre diyorlar, şairlerimiz şiirlerinde sana methiyeler düzüyor…

Zühre  anlattıklarıma sadece tebessümle karşılık veriyordu… Onu üzen başka şeyler mi vardı yoksa?

… Derdin ne ki kara kara düşünürsün/kederini dağ gibi büyütürsün / söyle sitarem derdine derman olam/yarana merhem olam…

Hüzünlendi…

-Benim derdim senin derdin zührem (adaşım) insanlığın derdi…

İyice meraklanıştım nasıl bir dertti ki bu tüm alemi kaplıyordu…

 Devam etti anlatmaya. Dünyayı bekleyen tehlikeleri anlattıkça anlatıyordu… Kara gezegendeki yaratıklarından, oluşan tehlikeli gazlardan, dünyayı yutmak için bekleyen kara deliklerden. Esir çocuklar burktu yüreğimi en çok… Zühre anlatırken Merih’le Zuhal geldi yanımıza… Dert, hüzün birleştirmişti onları ve yüreklerini… Merih soğuktu bir an üşüdüm, Zührem’e doğru sokuldum sıcacıktı  bağrı…

“Dünyayı kurtarmak senin elinde” dedi Zühre bana dönerek.

-Sen yapacaksın, yapmak ve başarmak zorundasın…

-Be, be,  ben mi?

-Evet seni sen Kara gezegenlerin de kara deliklerin de sonu senin ellerinde…  Yoksa dünyanın ve insanlığın sonunu bekleyeceğiz…