"Vessaffati saffa"

Hakan Çandır

AND OLSUN

DURUŞUNU BOZMAYANLARA

DURUŞUNA EHEMMİYET GÖSTERENLERE

SAFINI BELİRLEYENLERE

HER İŞİNDE SIRAT-I MÜSTAKİMDE OLANLARA

İSTİKAMETİNDEN SAPMAYANLARA

DAVASINI AZ BİR PAHAYA SATMAYANLARA

MÜCADELE VE MÜCAHADE İÇİN SAF TUTANLARA

HER DAİM ÇAĞRIYA İCABET EDENLERE

SEHER VAKTİ TEKMİL İÇİN DİZİLENLERE

GÜN ORTASINDA, DÜNYA TİCARETİNİ ALLAH İÇİN TERK EDENLERE

AKŞAM VAKTİ GÜNÜNÜ ŞÜKÜR İLE KAPATANLARA

YÜREĞİ HAMD İLE ATANLARA

GECELERİ GÖZYAŞI AKITANLARA

SAF TUTANLARA
 

 

Saf deyip geçmeyin;


İnsanın, Salât'ı İkâme esnasındaki SAF TUTUŞU/DURUŞU, yaşantısındaki İŞ TUTUŞU/DURUŞU ile orantılıdır. 


Tıpkı, İnsanın Din karşısındaki samimiyeti, Salât'ı ikâmesiyle orantılı olduğu gibi...


Buna bir de, "Haydin Salaha, Haydin Felaha" davetinin asli unsuru olan vaktinde ve Cemaatle birlikte iştirak etmesini eklersek, maksat hâsıl olmuş demektir... 

 

Saffât'ın tekili olan Sâffe kelimesi, insan, kuş, melek gibi hareket kabiliyeti tüm varlıklar için kullanılmaktadır. O sebeple tüm varlığı kapsamakla birlikte, mesaj direkt olarak insanadır ve onda olması gerek duruşa atıftır.

 

Aslında surenin 165. Ayeti de siyak ve sibakıyla birlikte bu durumu daha net ortaya koyar:

 

"Ve inna le nahnüs saffun"

"Muhakkak ki biz, evet biziz o saf saf dizilenler" 

(varlıkta boyutları ve içindekileri meydana getirenler)

(Allah için ve O'nun adına hareket etmek için bir araya gelerek saf saf dizilenler)

Şimdi gelelim SAFF suresine;

<<<<<<< SAFF Suresi >>>>>>>

 

Sebbeha(mazi fiili) lillahi ma fiyssemavati ve ma fiyl´ardi ve huvel´aziyzulhakiymu.

Semâlarda ve arzda her ne varsa 

(Esmâ`sıyla onları açığa çıkaranın yaratma amacına göre yerine getirdikleri işlevleriyle) 

Allâh adına tespih/HAREKET ettiler!(mazi fiili)

"HÛ"; Aziyz`dir, Hakiym`dir.

 

Ya eyyuhelleziyne amenu lime tekulune ma la tef´alune.

Ey iman edenler... Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz!

 

Kebure makten ´indallahi en tekulu ma la tef´alune.

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allâh indînde çok nefret edilesidir!

 

İnnallahe yuhibbulleziyne yukatilune fiy sebiylihi saffen keennehum bünyanun mersusun.

Allâh, kendi yolunda çelik karkas blok bina bütünlüğünce

saf bağlayarak savaşan kimseleri sever.

 

Rabbimiz bu sureye, tüm varlıkların, tek tek değil, bilakis birlikte hareket ederek vazifelerini/Sebbeha Allah adına ve O'nun belirlediği kurallar doğrultusunda işe başladığının vurgusu ile başlayarak, iradeli varlıklar olarak bize, neden "yapmayacağınız şeyleri dile getiriyorsunuz" uyarısıyla da devam etmektedir. Bu durumun aynı zamanda Allah indinde son derece çirkin ve kabul edilemez olduğunun da altı çizilmektedir.

 

Surenin başında geniş zaman kipi ile değil de, 'SEBBEHA' mazi fiilinin geçmesiyle, Allah bizlere, tüm varlık âleminin hep birlikte Allah adına HAREKETE başladığının İDRAKİNE varmamızı istiyor olabilir. Kaldı ki insanı harekete geçiren İDRAKİDİR, yani DİNAMİK yanıdır. İdrak, insanda sürekli devinmesi, çalışması gereken bir özelliktir. Aksi durumda insan beyni, bir ölünün beyninden farksız olacaktır.

 

Sonrasında bu fiil farklı kiplerde karşımıza çıkmaktadır. O da, işin başında Allah adına ve O’nun izniyle koyuldukları yola, yine aynı HASSAİYETLE devam ettikleri şeklindedir.

 

Bu ‘yusebbihu’ (tesbih ederler) fiiline birçok ayeti misal verebiliriz: Haşr/24, Cuma/1, Tağebun/1, Nur/41, Râd/13 gibi. Lakin bunların haricinde iki ayet daha vardır ki meramımızı ortaya koymakta daha etkili olabilirler. Onlar Fussilet/11 ve İsra/44. Ayetlerdir.

 

FUSSİLET, 11.. Ayet: “Sümmesteva iles semai ve hiye dühanün fe kale leha ve lil erdı'tiya tav'an ev kerha kaleta eteyna taiıyn”

Meal: “Sonra duman halinde olan göğe yöneldi, ona ve yerküreye: “İsteyerek veya istemeyerek, gelin!” dedi. İkisi de "İsteyerek geldik" dediler.”

 

Öncelikle yukarıda ki ayette Allah, daha ilk başta ki yaratmada işin aktörleri olan GÖK ve YERYÜZÜNE hitap ediyor. Onlar da görevlerinin bilincinde olarak verilen emre isteyerek itaat ediyorlar.

 

Buradan şunu anlayabiliriz ki; var edilecek yaşamın aktörleri (insan hariç) ezelden ebede kadar kendilerine yüklenen vazifeyi (tesbihi) gönüllü olarak yerine getireceklerini ortaya koyuyorlar.

 

Hatırlayacak olursak eğer, daha önce işlediğimiz Tesbih ve Zikr bahsinde bu kavramların, tabiatı gereği hareket/eylem içerikli olduğuna değinmiştik. Arzu edenler o başlık altındaki yazımıza bakabilirler.

 

O sebeple biz bu yazıda, surenin UHUD savaşı yenilgisi sonrası nazil olması sebebiyle, İDRAKİMİZE aşılanmaya çalışılan bilince yoğunlaşalım.

 

Suredeki, "yapmayacağınız şeyleri neden söylüyorsunuz" üstelik büyük bir HEYECANLA; uyarısı, münafıkların başı olan İbn. Selûl ve yoldaşlarının; "keşke Allah'ın en sevdiği amel neyse, bize bildirse de onu yapsak" demesi ve bunun sonucunda savaş ayetlerinin nazil olmasıyla yapılmıştır. Savaş ayetlerinin nazil olması sonrasında münafıkların özelliklerinin o toplumda daha belirgin bir hale gelmesi kaçınılmaz olmuştur.

 

Aslında başta Müslümanlar olmak üzere tüm insanlara yapılan bu uyarı, günümüz toplumunda da büyük bir meseledir. İnsanlar çoğunlukla yapmadıkları şeyleri dillerine pelesenk ederek, konuşmaları ve tartışmaları da boş lakırdıdan öteye geçememektedir. Allah nezdinde bu durumun çirkinliğinin çok büyük bir şey olması ise ne derecek önemli olduğunun da göstergesi olsa gerek.

 

O sebepledir ki bir Mümin bu gibi durum ya da ortamla karşılaştığında;

 

"Ve iza semiullağve a´adu anhü

ve kalu lena a´malüna ve leküm a´malüküm

selamün aleyküm la nebteğil cahilın"

 

Boş laf, dedi-kodu işittiklerinde ondan yüz çevirdiler ve dediler ki:

"Bizim yaptıklarımız bizim, sizin fiillerinizin sonucu da sizindir!

Selâmun aleyküm! Cahilleri istemeyiz!

(Hakikati kavramayanlarla konuşacak bir şeyimiz yoktur!) KASAS Suresi

 

 

Söylediğimiz şeyleri yapmamak ya da heyecana kapılarak yapmayacağımız/yapamayacağımız şeyleri söylemenin, aynı zamanda bir münafık özelliği olduğu da her daim hatırımızda bulunmalı. Bu tehlikeli sınıra yaklaşmamalı ve söylemlerimize dikkat etmeliyiz.

 

 

Bizim bu sureyle gelmek istediğimiz asıl meseleye değinecek olursak, dördüncü ayetteki;

 

"İnnallahe yuhibbulleziyne yukatilune fiy sebiylihi saffen keennehum bünyanun mersusun.

Allâh, kendi yolunda çelik karkas blok bina bütünlüğünce

saf bağlayarak savaşan kimseleri sever."

 

Cümlesinin İDRAKİMİZDE oluşturmak istediği mesajı iyi kavramamız gerekmektedir.

 

O da şudur ki; Uhud savaşı yenilgisinin SEBEPLERİNİ ortaya koyarak, Müminlerin mutlak zafere ulaşmaları için yapması gerekenleri belirtmektedir.  

 

Ayetin de başında vurgulandığı üzere, TÜM VARLIK ÂLEMİNİN, HEP BİRLİKTE VE SAF SAF DİZİLEREK YANİ BİR ARAYA GELEREK, ALLAH ADINA VE O'NUN KOYDUĞU KURALLARA RİAYET ETMEK ve HAREKET ETMEK KAYDIYLA, VAZİFELERİNİ YERİNE GETİRDİKLERİ GİBİ, MÜMİNLERİN DE PARÇA PARÇA OLMAK YERİNE, ÇELİK BLOK GİBİ KENETLENEREK SAVAŞMALARINI/MÜCADELE ETMELERİNİ istemektedir.  

 

Ancak bu takdirde mutlak zaferin gerçekleşebileceğini, aksi durumda Allah'ın koyduğu kurallar neticesinde oluşan doğal yaşam nizamı yani hem afakî hem de enfüsi Sünnetullah'a uyulmadığı zaman ise mutlak hezimetin yaşanılması kaçınılmaz olacağı anlatılmaktadır.

 

İşte buradan yola çıkarak, Es-Salât'ın, Müminlerin yaşamları boyunca karşılarına çıkabilecek olan fiili savaşın yanında, hiçbir zaman da kesintiye uğramayacak olan fiili cihadın yani mücahedenin, mücadelenin öncesinde bir yoklama, bir içtima ve bir SAMİMİYET testi olabileceğini/olduğunu söyleyebiliriz.

 

Bu bahsi diğer olan mes'eleyi Es-Salât kavramını işlerken konu edinmek üzere, şimdilik tehir edelim.

 

Ve biz, SAF SAF dizilerek bir arada mücadele etmenin EHEMMİYET ARZ EDEN bir mes'ele olduğunu vurgulayarak yazımızı noktalayalım.

 

Vesselam...                                                                                                          

 

Blog adresim: kaanbilgekutadgu.blogspot.com.tr

https://twitter.com/kaanbilgekutadg

https://www.facebook.com/kaanbilgekutadgu