Yahudiler savaştan çok korkarlar

Musab Seyithan

Yahudiler aslında yaşamayı çok seven ve savaşmaktan da çok korkan rezil bir millettir. Evet, Yahudiler savaşmaktan korkarlar. Savaşmak için and içerek yemin ettikten sonra sözlerinden dönmeleri ve peygamberlerini savaşta yüzüstü bırakmaları ile meşhurdurlar.

Hz. Musa Yahudileri Firavunun zulmünden kurtararak Filistin sınırlarına kadar sağ salim getirmişti. Filistin’e girerek bir vatan edinmeleri gerekiyordu. “Ey Musa! Orada hepsi zorba olan bir toplum var. Onlar oradan çıkmadıkça biz oraya giremeyiz. Eğer çıkarlarsa biz de gireriz dediler. Onların korktukları kimselerden Allah’ın iman nimetine kavuşturduğu iki adam ortaya çıktı ve dedi ki; üzerlerine hücum edip kapıyı tutun, bir kere oradan girdiniz mi mutlaka galip gelirsiniz. Haydi, gerçek müminlerseniz Allah’a güvenin. Yahudiler: ‘Ey Mûsâ! Onlar orada bulunduğu müddetçe biz oraya asla girmeyeceğiz; şu halde sen ve Rabbin gidiniz savaşınız; biz burada oturacağız’ dediler. Mûsâ, “Rabbim! Ben kendimden ve kardeşimden başkasına hâkim olamıyorum; bizimle bu yoldan çıkmış toplumun arasını ayır” diye yalvardı. Allah Musa'ya şöyle dedi: Kırk sene orası onlara yasaklanmıştır. Yeryüzünde şaşkın şaşkın dolaşacaklar. O fâsık/yoldan çıkmış kavim için üzülme!” (5/Maide:22-26).

Hz. Musa zamanında yaşanan bu Filistin sürgününden sonra Hz. Yûşa, Yahudileri Filistin’e yerleştirerek orada bir devlet kurup vatan edinmişti. Aradan belli bir zaman geçtikten sonra bozguna uğrayıp yenilgiye düşünce, dönemin peygamberine gelerek, savaşmak için başlarına bir komutan atamasını istemişlerdi. Komutan atandı fakat korkaklıklarından dolayı çok azı müstesna savaşmaktan kaçtılar. Kur’an bu olayı şöyle anlatır:

“Mûsâ'dan sonra İsrâiloğullarının önde gelenlerinin, peygamberlerinden birine, “Bize bir hükümdar tayin et ki Allah yolunda savaşalım” dediklerini bilmez misin? O, “Ya savaşmanız emredilir de savaşmaktan kaçınırsanız?” dediğinde, onlar, “Biz ve çocuklarımız yurtlarımızdan sürülmüşken, Allah yolunda neden savaşmayalım?” diye cevap verdiler. Hâlbuki savaşmak onlara emredilince az bir grup hariç hep geri döndüler. Allah zalimleri iyi bilmektedir.” (2/Bakara:246)

Yahudiler yaşamayı çok sevip ölmekten korktukları için savaşmaktan da korkup peygamberlerini savaş ortamında yalnız bırakmışlardır. Ama konuştukları zaman “Biz Allah’ın oğulları ve dostlarıyız(5/Maide:18) derler. Allah da onlara; “De ki: Ey Yahudiler! Eğer siz, diğer insanlardan ayrı olarak kendinizi Allah’ın dostları sanıyorsanız, haydi ölümü isteyin, eğer iddianızda doğru iseniz... Oysa elleriyle işledikleri günahlar yüzünden, ebedi olarak ölümü istemezler. Allah zalimleri bilir.” (62/Cuma:6-7) buyurarak sahtekârlıklarını yüzlerine vurmaktadır. Yüce Allah onların yaşamaya düşkünlüklerini de şöyle dile getirmektedir:

“Ve sen o Yahudileri tüm insanlardan, hatta müşriklerden daha çok, hayata düşkün bulacaksın. Onlardan her biri bin yıl yaşamak ister. Hâlbuki çok uzun yaşaması kendisini azaptan uzaklaştıracak değildir. Allah onların neler yaptıklarını görmektedir.” (2/Bakara:96).

Belki siz şimdi “Ama fiili durum hiç de öyle değil. Neden öyleyse savaşıyor, her tarafa asker yığıyor, bombalar atıyor, füzeler yağdırıyor?” diyeceksiniz.

Efendiler! Şu anda Filistin’de savaşan, İsrail değil Amerika’dır. Perdenin gerisinde İngiltere de vardır. Avrupa Birliği ülkeleri de tam destek vermektedir. 1948’den beri de öyle olmuştur. Amerika Pentagon’dan karar veriyor Yahudiler de sadece korunaklı yerlerde füzelerin ve silahların ateşleme düğmelerine basıyorlar. Askerler savaşmıyor, teknoloji savaşıyor. Baksanıza kara savaşını göze alamıyorlar. Ölümden ödü kopan Yahudi, ölümü öldürmüş Hamas karşısında yüz yüze kara çarpışmasından tırsıyor. Amerika asker gönderir ve bunlar da tanklara sığınarak titreye titreye belki kara savaşına çıkarlar. Bunların genlerinde cepheden kaçmak vardır. “Tüfek icat oldu, mertlik bozuldu” sözünde anlamını bulan bir tarzda bunlar kilometrelerce uzaktan füze ve fosfor bombaları göndererek namertçe bir savaşa vardırlar. Mertlik, yahudinin kitabında yazmaz. Hayatları kalleşliklerle doludur.

Ayrıca antlaşmalara ihanet etmek ve peygamber öldürmek bunların karakterlerinde vardır. Son olarak da Norveç'in başkenti Oslo'da 20 Ağustos 1993 tarihinde, o günün Filistin Kurtuluş Örgütü Başkanı Yaser Arafat ve İsrail Başbakanı İzak Rabin tarafından 13 Eylül 1993 tarihinde Washington'da halka açık bir törenle imzalanan, Filistin’e özerklik ve bağımsız devlet hakkı veren anlaşmayı Netanyahu, Ürdün Vadisi ve Ölü Deniz'in kuzeyini İsrail'e ilhak etmeyi seçim vaadinde bulunarak tanımayacağını ortaya koymuş, yeni yerleşimcilerle bunu gerçekleştirmişti. BM’nin, İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmesi ile ilgili onlarca kararına rağmen hiç birini uygulamamıştır. Kocaman(!) Birleşmiş Milletler teşkilatı da hiçbir şey yapamamıştır. Şimdi de hâlâ bu zorbanın destekçisi olduğunu utanmadan söylemektedir. Artık BM’nin kendisi, dünya barışının önünde engeldir. Adı batsın.

Şu da unutulmasın ki, bu zulüm ilelebet devam etmeyecektir. Bugün olmazsa yarın, bir gün mutlaka, dünya asıl sahibine kavuşacak ve Hakiki Müslümanlarla Yahudiler çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Müslümanlar “marka Müslümanlığından” kurtulup hakiki Mümin olarak dünya sahnesinde yerlerini alınca, Allah, yardımını esirgemeyecek ve onları şu anda bulundukları hal üzere asla bırakmayacaktır (Bak: Âl-i İmran: 179; Rum:47).

Gaye insan, Ufuk Peygamber Nebiyyi Muhterem (sav) şöyle buyurmuştur:

“Müslümanlarla Yahudiler çarpışmadıkça kıyamet kopmayacaktır. Yahudi taşın, ağacın arkasına saklanacak, bunun üzerine o taş, o ağaç yahudiyi kovalayan kimseye, 'Ey Müslüman! Arkamda bir Yahudi var, gel onu öldür!' diyecek. Yalnız garkad ağacı bir şey söylemeyecek; çünkü o Yahudilerin ağaçlarındandır.” (Buhari, Cihad 94, Menâkıb 25; Müslim, Fiten 82)

Bugünleri yaşayan dünya o günleri de yaşayacak. Yaptığı zulümlerle dünyayı dar eden yahidilere dünyanın nasıl dar edileceğini, biz görmesek de o gün yaşayanlar görecektir. Bunda şüpheniz olmasın ve şu gerçek de asla unutulmasın ki, Allah mühlet verir ama asla ihmal etmez.