“Hayat nedir” diye sual eden gençler oluyor çevremde. “Hayat nedir, nedir ki anne” diyerek savuşturuyorum ilk hamleyi sonra yaşamak dediğimiz o kavga, o meşakkat, o tükeniş sürecini dile dökmeye çabalıyorum. Bir yapboza benziyor hayat ve bu yapbozun kılavuz resmi, bitince ne olacağı ile ilgili bir ipucu bir bütün yok. Kapalı bir kutuda onca parça…
Evet hayat, elimizde resmi görünmeyen kocaman bir yapboz gibi… Parçaları masaya saçılmış; kimisi kolayca yerine oturuyor, kimisi uzun süre elimizde dönüp duruyor. Önceden neyin nereye geleceğini bilmediğimiz bu oyunda, sabırla deniyor, yanılıyor, bazen yanlış yere koyuyor, bazen de doğru parçayı bulduğumuzda derin bir huzur duyuyoruz. Ve aslında bütün uğraş, bir resmi tamamlamak değil; kendimizi, kendi bütünlüğümüzü inşa etmek.
Her insan gibi hayatımızdaki parçalar da birbirinden farklı. Kimi parçalar mutlulukla, sevinçle parlıyor; candan bir selam, bir çocuğun gülümsemesi, dostlarla edilen bir kahkaha… Kimisi hüzünle, kahırla renk alıyor; kayıplar, haksızlıklar, pişmanlıklar… İlk bakışta bu karanlık parçaların resmi bozduğunu, yerine tam oturmadığını, hatta bu parçanın bizden bir parça olmadığını bile düşünürüz. Oysa gölgesiz bir resim, ışığını da kaybeder. Karanlık, ışığa derinlik verir; tıpkı acıların, mutlulukları kıymetli kılması gibi. Hüzünler, öfkeler, sevinçler, heyecanlar ve dahası bu parçalardan her biri kaçınılmaz kendi yerinde.
Ve elbette, iyiliklerimiz ve sevgimiz… Onlar, yapbozun en hoş, en tatlı renkleri değil mi paşam? Bir çocuğun başını okşamak, bir ihtiyarın elini tutmak, kalbi ısıtan bir söz… Ya da misal henüz gün doğarken yaşamak sevinci gibi çekebilmek içine meltemi, bir şiir yazabilmek, bağıra çağıra okuyabilmek, affedebilmek, hoş görebilmek. Belki meydan okumak yalnız kalacağını bilsen de zulme, cesaret edebilmek yapbozu bitirmeye. Resmin tamamına güzellik katan da bu küçük parçalar olsa gerek azizim. İnsan bazen fark etmiyor ama belki en kıymetli parçalar işte bunlardır. Çünkü yapbozun bütününe bakıldığında, göze ilk çarpanlar hep bu renklerdir.
Hayat yolculuğunda hata da yaparız, yanlış parçaları zorla yerleştirdiğimiz olur. Ama zamanla öğreniriz ki, yanlışı söküp yerine doğrusu gelince resim daha anlamlı hale gelir. Sabırla, deneye yanıla, emek vererek ilerleriz. Hayat da zaten bu değil midir? Yanlışlarımızla, doğrularımızla, bütün eksiklerimizle kendimizi bulmaya çalışmak…
Biz yapbozu tamamladıkça, bir siluet şekillenir; belli belirsiz bizim hikayemiz, bizim dünya sürgünümüz çıkıyor gibidir. Ve bir şeyi daha fark ederiz, bu yapbozun tekrar dökülüp sil baştan başlamak gibi bir ihtimal ve tekrarı yok... Ancak sonraki parçayı iyi seçmek iyi belirlemek gerekiyor, bütünü bozmadan ama cevhere ve öze zarar vermeden yeni bir parçaya ulaşmak…
Mamafih bu yapboz bitmeyecek en azından son parçanın konulduğunu, resmin tamamlandığını fark edemeyeceğiz. Son parça mı? Evet elimizdeki son parça… O son parça belki bir mezar taşı, belki bir dua, belki de ardımızda kalan bir tebessüm olacak. O an geldiğinde, arkamızda kalan resme bakanların “Ne güzel bir bütün olmuş” diyebilmesi, en büyük tesellimiz olacak. Çünkü asıl mesele resmi tamamlamak değildi güzel insan; parçaların arasına sevgiyi, iyiliği ve anlamı koyabilmekti, “iyi bilirdik” dedirtebilmekti.
Ve belki de asıl bütünlük, resmin son haline ulaşmakta değil; her parçanın ardında gizlenen sırda, her boşluğu ışıkla doldurabilmekte saklıdır. Son parça yerine konduğunda, biz çoktan başka bir yolun yolcusu olacağız. Geriye sadece göğe uzanan bir çizgi kalacak.