Yaratılışın Özünde Değişim Vardır

Prof. Dr. Ramazan Altıntaş

Değişme; fert, toplum ve tabiat alanında yaşanan bir olgudur.

Birçok İslam şâiri mısralarında, bu değişim vâkıasına dikkatlerimizi çeker. Bu konuda bazı örnekler şöyledir:

“Düne ait ne kadar söz varsa dünle birlikte gitti cancağızım,

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”. (Mevlana).

“Eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal! (Bediüzzeman)

Büyük Şair Yunus Emre ise

“Her dem yeniden doğarız

Bizden kim usanası” demek suretiyle değişim ve yenilenme üzerinde durur.

Görüldüğü gibi bu mısralarda değişimin hayata bir canlılık ve dinamiklik kazandıracağı ifade edilmiş oluyor. Özellikle Yunus Emre’nin dizelerinde “yeniden doğmak” ve “usanmak” kavramları geçer. İnsanın tabiatında ‘değişim’ isteği vardır. Bu sadece fikir ve inanç alanında değil, gündelik alanda da maddi hayatla ilişkili konular için de geçerlidir. Sözgelimi, evin eşyası aynıdır, ama yerleri değiştirildiği zaman insan bir ferahlık ve yenilenme hisseder.

Ünlü Yunan filozofu Heraklitos; “bir ırmakta iki defa yıkanılmaz” derken değişmenin tabiat alanında da bir zorunluluk olduğuna işaret ediyor.

Kur’an-ı Kerim’de, insana, “yeryüzünde geziniz-dolaşınız, bilinenlerden hareketle bilinmeyenin bilgisine ulaşınız” buyrulmakla aslında, inanç ve fikir hayatında yenilenmenin ne denli kaçınılmaz olduğuna dikkatlerimiz çekiyor.

Hz. Peygamber (a.s) bir rivayette; “Seyahat ediniz, sıhhat bulunuz” buyurur.

Gezmek ve sağlık arasında çok yakın bir ilişki vardır. Bir defa insan, tekdüze ve monotonlaşmış bir hayattan ancak gezmekle yenilenebilir. Bu gezi, insanın yeni arkadaş çevresi oluşturmasına, bilgi ve tecrübesinin artmasına, iş hayatında farklı kesimlerle iş bağlantıları kurmasına, farklı mekân ve yaşam biçimlerine tanık olmasına, öte yandan psikolojik açıdan rahatlamasına vesile olduğu gibi, organik açıdan da sağlıklı olmasına etki eder. Bu değişimin insan hayatına kazandırdıkları sayılamayacak kadar çoktur.

Kaldı ki insan ana rahmine düştüğü andan itibaren bir değişim ve gelişim dönemleri yaşamaya başlar. İnsan, ceninlik döneminden itibaren hem biyolojik ve hem de ruhsal anlamda bir gelişme evresi içerisine girer. Bu durum doğumla birlikte; çocukluk, gençlik, olgunluk ve yaşlılık şeklinde sürer. Bu gelişim süreçlerini Mevlâna şöyle anlatır:

“Önce cansızlar ülkesine gelmiş, cansızlıktan nebatat âlemine düşmüştür

Yıllarca nebat olmuş, bu âlemde ömür sürmüştür de nebat, cansız şeylerin zıddı olduğu halde bir zamanlar cansızlar ülkesinde bulunduğunu hatırına bile girmemiştir.

Nebatlıktan hayvanlığa düşünce de nebat olduğu zamanki halini hiç hatırlamaz.

Yalnız yeşilliğe karşı bir meyli vardır..Hele bahar geldi, çiçekler açıldı mı!” (Mesnevi, IV, nr.3637-3639, s. 281-82).

Gerçekten de insan bir damla sudan ceninliğe geçerken bitkisel hayata terfi etmiş olur. Ağaçların kökleri vasıtasıyla topraktan beslenmeleri gibi, cenin, göbeğine bağlı bir hortum vasıtasıyla annesinin yediği gıdalardan bitkisel olarak beslenir.

Değişen sadece insan yaşamı değil, tabiatta da birçok değişim görülmektedir. Hava, su, toprak, ateş değişiyor. Mevsimler, gece ve gündüz, soğuk ve sıcaklığın her biri bir değişim ve gelişim örneğidir.

Buna paralel olarak insanlık tarihinde de uygarlık alanında bedevilikten hadariliğe doğru bir tekâmül yaşanmaktadır.

Değişmeyenler sadece ölüler ve delilerdir.

Değişim süreçlerinde önemli olan birey ve toplumun bu değişimi, ahlaki ve değerler alanında bir düşüş yaşamadan kemal çizgisinde sürdürebilmesidir. Çünkü yerine göre bu durumlar olumlu değişimlerle birlikte tersine değişim ve gelişimleri de beraberinde getirebiliyor.