Yeni Haber'de Ramazan 27. Gün - 18.04.2023

Yeni Haber ailesi olarak hayırlı iftarlar diliyoruz. Konya için bugün iftar saati 19.35

Ayet:

Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;

Bilmez misin ki, göklerin ve yerin hükümranlığı Allah'ındır. Sizin için Allah'tan başka ne bir dost, ne de bir yardımcı vardır.

Allah (C.C.) ne güzel söyledi.

(Bakara Suresi, 107. Ayet)

Hadis:

Allah’ın Resulü Hz Muhammet (S.A.V.) şöyle buyurdu;

Allah'a ve ahiret gününe imân eden kimse, komşusuna eziyet etmesin. Allah'a ve ahiret gününe imân eden misafirine ikramda bulunsun. Allah'a ve ahiret gününe imân eden kimse, ya hayır söylesin veya sussun.

Allah’ın Resulü Hz. Muhammet (S.A.V.) ne güzel söyledi.

(Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Îmân, 74, 75)

Dua:

Allah’ım, bütün inatçı zorbalardan, azgın, inatçı ve kaypak şeytandan, kötü kaderden, nefsimin şerrinden, perçeminden tuttuğun her canlının şerrinden Sana sığınırım. Şüphesiz Rabbim dosdoğru yol üzeredir.

Allah’ım, nasıl azametinle ihsân edenlerin çok ötesinde lutfediyorsan, nasıl kudretinle bütün büyüklerin üzerinde isen, nasıl yerin altındakileri Arş’ının üzerindekileri bildiğin şekilde biliyorsan, nasıl sadırlardaki vesveseler Sen’in yanında alenî şeyler gibiyse, nasıl açık sözler Sen’in ilminde sır gibiyse, her şey Sen’in azametine boyun eğiyor, bütün güç sahipleri Sen’in güç ve otoriten karşısında boyun eğiyorsa, nasıl dünya ve âhiret işleri Sen’in elinde ise, sabah ve akşam içine düştüğüm bütün gam, keder ve üzüntülerden bana bir çıkış ve kurtuluş yolu ihsân eyle!

Allah’ım, günahlarımı affetmen, hatâlarımı görmezden gelmen, çirkin amellerimi örtmen; beni Sen’den hak etmediğim ve elde edemeyeceğim şeyleri isteme husûsunda ümidlendirdi.

Güven içinde Sana duâ ediyorum, ünsiyet içerisinde Sen’den istiyorum, Sen bana dâimâ ihsanlarda bulunuyorsun, ben ise Sen’inle aramdaki husûslarda kendime kötülük ediyorum.

Sen benden müstağnî olduğun hâlde nimetler vererek bana muhabbetini gösteriyorsun, ben ise Sana son derece muhtaç olmama rağmen günahlar işleyerek (âdetâ) Sana buğzumu ızhâr ediyorum. Benim gibi alçak bir kula Sen’den daha lutufkâr davranan kerim bir Mevlâ bilmiyorum. Lâkin Sana olan güvenim, beni Sana karşı cür’etkâr olmaya sevketti.

Sen’in cömertliğinden, kereminden, ihsânından ve lutfundan; Muhammed’e ve âline salât etmeni istiyorum, bana lutfunla kurtuluş ve selâmet kapısını açmanı istiyorum, kudretinle hüzün ve keder kapısını bana kapatmanı istiyorum. Beni göz açıncaya kadar bile nefsime bırakma ki âciz duruma düşmeyeyim, insanlara da bırakma ki zâyi edilmeyeyim. Rahmetinle ey merhametlilerin en merhametlisi.

Âmin

İLMİHAL-TİCARET

Makale: Merhum Zeki Soyak Hocaefendi

Fert ve toplum hayâtında, ticaretin, iktisadî hayâtın büyük bir yeri ve etkisi vardır. O bakımdan iktisadî esaslar, hükümler çok sağlam temeller üzerine bina edilmelidir. Günübirlik kararlar, günü kurtarmaya mâtuf icraatlar iktisadî hayâtı felç eder. Dolayısıyla toplumun huzurunu bozar. İnsanî ilişkileri, karşılıklı sevgi, saygı ve itimadı sarsar. İleriye dönük planlanmış çalışmaları durdurur. Atılımları önler.

Ticaret erbabı hem mevcut çalışmaları hem de ileride yapmayı planladığı çalışmaları için istikrar ister, güven ister. Ticaret hayâtındaki istikrarsızlık ve güvensizlik, piyasaları kararsızlığa ve dolayısıyla durgunluğa iter. Her gün bir inip bir çıkan, ekseriyetle yükselen fiyatlar, bir kısım tacirleri piyasadan silip süpüren, bir kısmını kısa zamanda zengin eden enflasyonlar, sosyal dengeyi tahrip eder. Zenginler ile fakirler arasında terazinin ayarı mesabesinde olan orta tabaka yok olur. Karaborsacılık, tefecilik, yorulmadan, terlemeden kısa yoldan zengin olmak gibi hem ticarî hayâtı hem de sosyal hayâtı alt üst eden bayağı işler, bayağı düşünceler topluma hâkim olmaya başlar. Bu noktadan sonra, helal haram hassasiyeti, ahlakî duyarlılık zaafa uğrar ve zamanla bu hassasiyetler ve duyarlılıklar kaybolur.

Bu demektir ki toplumun değerleri değişmiş, materyalist düşünce ve icraatlar topluma hâkim olmuştur. Artık toplumu ayakta tutan değerler, yardımlaşma, karz-ı hasen, helal kazanç, kul hakkı, ahiret hesabı, topluma karşı vazife ve mesuliyetler, ticaret yaparken toplumun ihtiyaç duyduğu metalara öncelik tanımak gibi güzel duygular, imanımızın gereği olan icraatlar yerini hodkâm duygulara, nefsanî ve menfaatçi icraatlara terk eder. Bu durum ise bir toplum için felaket demektir.

Her konuda olduğu gibi ticaret ve iktisat konusunda da her devirde uygulanabilen ve uygulanması gereken, sağlam, adil, toplumu refah ve huzura kavuşturacak esasları, prensipleri, kıyamete kadar geçerli, değişmeyen hükümleri yüce İslam dini vaz’ etmiştir. Bu hususta nazil olan ayet-i kerimeleri, varid olan hadis-i şerifleri, icma ve ictihadları incelediğimiz zaman, ne muazzam ve mükemmel bir iktisadî düzen kurulduğunu, ne muhteşem bir yapı meydana getirildiğini görür, büyük bir hayranlık duyarız.

Öyle bir sistem ki ne aldatmaya müsaade ediyor ne harama, gasba, haksız kazanca fırsat veriyor ne de ticaret yollarını, helal kazanç yollarını kapatıyor ve ne de aldanmaya göz yumuyor. İşte o zaman bütün samimiyetinizle bir daha teslim oluyor, böyle bir sistem ancak ve ancak Allah Teâlâ tarafından vaz’ olunabilir diyor ve imanın o tarifi mümkün olmayan hazzını bir daha tadıyorsunuz. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını yalan yemin ve şehadetle yemeniz için o malları hâkimlere (yetkililere) vermeyin.” (Bakara 2/188)

Ayet-i kerimede şu hususlara dikkat çekilmektedir:

1- Hile ve aldatma yolu ile kazanç,

2- Yalan yere yemin etmek,

3- Yalancı şahitlik yapmak,

4- Rüşvet vermek ve rüşvet almak,

5- Bu yollarla veya bu yollardan biri kullanılarak kazanç elde etmek haramdır.

Nisa suresinde de Müslümanlar şöyle uyarılıyor: “Siz ey imana ermiş olanlar! Birbirinizin mallarını haksız yollarla -karşılıklı rızaya dayanan ticaret yoluyla da olsa- heba etmeyin ve birbirinizi mahvetmeyin; zira Allah, sizin için bir rahmet kaynağıdır.” (Nisa 4/29)

“Kim düşmanlık ve haksızlık ile (haram yemeyi, haksız yere öldürmeyi) yaparsa onu ateşe sokacağız. Bu, Allah’a çok kolaydır.” (Nisa 4/30)

“Eğer yasakladığımız büyük günahlardan kaçınırsanız, sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir yere (cennete) sokarız.” (Nisa 4/31)

Yirmi dokuzuncu ayet-i kerimede alışverişin, ticaretin meşru olabilmesi için şu hususlara dikkat çekiliyor:

1- Satıcı ve alıcının karşılıklı rıza göstermesi gerekir.

2- Alışveriş için bir taraf zorlansa, rızası olmadan elindeki mal satın alınsa veya alıcı olan tarafa baskı yapılıp zorla satılsa, böyle bir alışveriş geçerli değildir.

3- Ticareti haram olan şeylerin, içki, çeşitli uyuşturucular, domuz, ölmüş hayvan eti gibi şeylerin alım satımı bâtıldır. Hiçbir hükmü yoktur. Neticede bir tarafın haksız kazanç sağlamasına, diğer tarafın parasının telef olmasına sebep olur.

4- Bir kişi ticaret yapacağım, çok mal kazanacağım diye kendini tehlikeye atmamalıdır.

a- Sınırlarda kaçakçılık yapmak.

b- Bir kişinin iflasına veya malının büyük bir kısmının telefine sebep olacak şekilde ticaretine mani olmak, onun düşmanlığını celbetmek ve belki de bu sebepten karşı tarafın kendisini öldürmeye kastetmesine sebep olmak.

c- Can ve yol emniyetinin olmadığı yerlere ticaret yapmak kastıyla seyahat etmek.

d- Alışveriş yaparken öfkelenerek, müşteriyi rencide ederek veya alacağı olan kişiye toplumun içinde hakaret ederek gazabına ve dolayısıyla kendisinin fiili tecavüze uğramasına sebep olarak bir nevi kendi nefsini öldürmüş olmak veya öldürülmeye sebep olmak gibi yanlış ve tehlikeli davranışlardan, ticaret yollarından uzak durmamız gerektiğine işaret edilmektedir Allahu a’lem.

Otuzuncu ayet-i kerimede de haram yolla kazanç elde etmenin -tevbe edilmez, düşmanlık ve kötülüklerden vazgeçilmez ise- tabii neticesinin cehennem olduğu beyan edilmektedir. Otuz birinci ayet-i kerime ise haram kazancın günah-ı kebair olduğu, gerek bu kebairden veya diğer büyük günahlardan sakınanların küçük günahlarının insanların gözünden setredileceği, insanlar arasında rüsvay edilmeyeceği ve dolayısıyla affedileceği müjdesi verilmektedir.

Bu ayet-i kerimelerden anlıyoruz ki: Rabbimiz Teâlâ ve tekaddes hazretleri bize acıyor, merhamet ediyor, bizim arınmamızı, dünyada da ukbada da huzur ve saadete, maddî ve manevî refaha ermemizi, ebediyen kurtulmamızı istiyor.

1- Öncelikle helal ve haram bildiriliyor.

2- Helale, doğruya, güzele teşvik ediliyor.

3- Haramdan şiddetle sakındırılıyor.

4- Haramın kötülüğü, zararları ve kötü sonucu beyan ediliyor.

5- Tevbe yolları gösteriliyor. İnsana, Müslümana yakışanın kötülükten dönmek, iyiye, doğruya yapışmak olduğu bildiriliyor.

6- Allah’tan hayâ edip büyük günahlardan sakınıldığı takdirde, hasbe’l beşer işlenen küçük günahların affedileceği veya büyük günahlardan sakınanlara, Allah Teâlâ’nın küçük günahlardan da vazgeçme irade ve şuuru bağışlayacağını müjdeliyor.

7- Sonra da en büyük müjde veriliyor: Allah Teâlâ’nın rızası ve bu rızanın tabii sonucu olarak ebedî cennet ve sayılamayacak derecede hem bol hem de çeşitli cennet nimetleri.

İslam’da ticaret meşrû kılınmış, faiz ise yasaklanmıştır. Ancak meşrû olan ticaret yapılırken Allah’a karşı vazifelerimiz, mahlûkata karşı vazifelerimiz asla ihmal edilmemelidir. Aksi takdirde meşrû yollardan yaptığımız ticareti gayr-i meşru duruma sokmuş oluruz. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Ey iman edenler! Cuma günü namaza çağrıldığı zaman hemen Allah’ı zikretmeye (namaza) koşun ve alışverişi bırakın. Eğer siz gerçeği anlayan kişiler iseniz. Elbette bu sizin için daha hayırlıdır. Namaz bitince yeryüzüne dağılın ve Allah’ın lütfundan isteyin. Allah’ı çok zikredin. Umulur ki kurtuluşa erersiniz.” (Cuma 62/9-10)

Ayet-i kerimede açıkça ifade edildiği gibi cemaatle kılınması farz olan cuma namazı vaktinde alışverişi bırakıp camiye koşmak gerekir. Bu konuda satıcı ile alıcı arasında hiçbir fark yoktur. Cuma saatinde satan da alan da günahkârdır. Diğer namaz vakitlerinde cemaatle namaz farz olmadığından alışveriş haram değildir. Ancak namaz vaktinde kılınmaz, kazaya bırakılır veya hiç namaz kılınmaz, ticaret bizi Allah Teâlâ’ya ibadetten alıkoyarsa, böyle bir ticaret kişi için bir mekirdir. Kazancı ona asla fayda vermez. Para ve mal değil, günah kazanmış olur.

Zaman zaman şöyle bir soruya muhatap oluyoruz: “Kadınlara cuma namazı farz olmadığına göre, cuma saatinde kadınların alışveriş yapmaları nasıl olur?”

Cuma saatinde kadınlarla ve kendilerine cuma namazı farz olmayan çocuklarla, yolcularla alışveriş yapmak caizdir. Ancak o gün Müslümanların bayramıdır ve o gün günlerin en şereflisidir. Müslümanlar büyük bir coşku ve heyecanla fevc fevc camilere koşuşurken, dünyalıkla meşgul olmak, o manevî havayı teneffüs edememek ciddi bir mahrumiyettir. Onun için o saatte alışveriş yapmaları caiz olanlar da bu cevaza göre değil, faziletli olana rağbet etmeli, o güne, o saate hürmetli ve saygılı olmalı, camilerde namaz kılınırken, hutbeler okunup dualar yapılırken onlar da evlerinde Kur’an tilaveti, dua ve niyazlarla meşgul olmalı, öğle namazlarını kılıp, kulluk vazifelerini yerine getirdikten sonra yeniden işlerinin başına dönmelidir.

Yukarıda da ifade edildiği gibi Allah’a kulluktan, ibadet ve taatten alıkoyan bir ticaret, kişi için yeterli bir musibettir. Gerçek yiğitlik, dünyanın alâyişine aldanmamak, geçici dünya nimetleri için, cennetin ebedî nimetlerinden mahrum olmamaktır. Gerçek yiğit, nefsin bitmez, tükenmez isteklerine set çekip, şeytanın tuzaklarına düşmeden, kötü çevrenin telkinlerine uymadan, nefsini tezkiye, kalbini tasfiye edip, Allah Teâlâ’nın razı olduğu amellere şitap ederek, O’nun istediği gibi bir kul olmaya gayret eden kişidir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Bir takım yiğit insanlar vardır ki ne ticaret ne de alışveriş onları Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkor. Onlar kalplerin ve gözlerin allak bullak olduğu bir günden (kıyamet gününden) korkarlar. Çünkü Allah kendilerini yaptıklarının en güzeli ile mükâfatlandıracak ve onlara lütfundan fazlasıyla verecektir. Allah dilediğini hesapsız rızıklandırır.” (Nur 24/37-38)

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mescid-i Nebi’de Müslümanlara hutbe irad ediyordu. O sırada Medine’ye yiyecek yüklü bir kervan geldi. Mescitteki insanlardan büyük bir kısmı dışarı çıkarak kervanı karşıladılar. Bu duruma âlemlerin efendisi, canımız, cânânımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok üzüldüler. Bunun üzerine Cuma suresinin on birinci ayet-i kerimesi nâzil oldu: “Onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp oraya giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah’ın yanında olan, eğlence ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.” (Cuma 62/11)

Buhari, Müslim ve bir kısım hadis mecmualarında anlatıldığına göre Medine’de şiddetli bir kıtlık oldu. Böyle bir zamanda Abdurrahman bin Avf radıyallahu anh’ın yiyecek yüklü büyük bir kervanı Medine’ye geldi. O zamanlar bir ticaret kervanı geldiğinde def çalarlar, davul çalarlar bir nevi şenlik yaparlardı. Böylece kervanın geldiği de duyulmuş olurdu. Ayet-i kerimede geçen “eğlence” bu olsa gerek. Sahabe hutbe okunurken dışarı çıkmakta bir beis olmadığını zannetmişlerdi. Bu durum biz Müslümanlar için de kıyamete kadar bir uyarı olmuş oldu. Şartlar ne kadar kötü olursa olsun, kulun ibadet ve taatten uzak kalamayacağı, dünya malının, dünya meşgalelerinin Müslümanı ibadetten alıkoymaması gerektiği bu ayet-i kerime ile bildirilmiş oldu.

Çarşı ve pazarlar şeytanların en yoğun olduğu faaliyet alanlarıdır. İnsan fıtratında mala mülke, makam ve mevkie, riyasete karşı bir zaaf vardır. Şeytan, insanların bu zayıf yönlerini çok iyi bilmektedir. Onun için çarşı ve pazarlar, makam ve mevkiin, riyasetin sözü edildiği, mücadelesi yapıldığı yerler kendisi için en verimli mekânlardır. O mekânlar en iyi netice alacağı mekânlar olduğu için böyle yerleri asla ihmal etmez. En kabiliyetli, en şedid, en azgın avanesini buralarda görevlendirir.

Tarihî hadiselere baktığımız zaman en büyük kıtallerin, mal ve riyaset hırsından meydana geldiğini görürüz. Öyle ki, bu yüzden evlat babasını, babası evladını, kardeş kardeşi, hanımı kocasını öldürmüş, nice masum insanlar da, bu hadiseler içinde telef olup gitmişlerdir. Onun için Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu konuda Müslümanları defaatle uyarmış, onları mal ve riyaset fitnesinden sakındırmış, çarşı ve pazarlarda çok dikkatli olmaları, şeytanın tuzaklarına düşmemeleri için ikaz etmiştir. Diğer taraftan zalim yöneticilerden uzak durulması, onlara yardımcı olunmaması, onlara boyun eğilmemesi, onların verdikleri memuriyetlere, makam ve mevkilere aldanarak geçici dünya alâyişine tamah edilmemesini şiddetle tavsiye etmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Elinden geldiğince çarşıya ilk girenlerden ve son çıkanlardan olma. Çünkü orası şeytanın savaş alanıdır. Onun sancağı orada dalgalanır.” (Müslim)

Zalime yardımcı olmak şöyle dursun, onlara meyil edilmesi bile zemmedilmekte ve bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Zalimlere meyletmeyin. Aksi halde size ateş dokunur. Sizin Allah’tan başka dostlarınız yoktur. Sonra da size yardım edilmez.” (Hud 11/113)

Bu ayet-i kerimenin tefsirinde merhum, mağfur, arif-i billah, büyük Allah dostu Mahmut Sami Ramazanoğlu kuddise sırruh şöyle yazıyor: “Ayet-i celilede zalimlere yaklaşmak ve herhangi bir hususta onlara destek olmak nehyolunmuştur. İki yüzlülükle onlara methiyelerde bulunmak, sözlerine ve amellerine rıza göstermek, onlarla sohbet etmeyi, muaşerette bulunmayı arzu etmek, onların fani varlıklarından gözlerini çekememek, nail oldukları aşağılık dünyalıklardan dolayı onlara gıpta etmek, onlara tazimle eğilmek, kalemlerini açıp, hokkalarını hazırlamakla da olsa yardımcı olmak, kalem ve kâğıt vermek, arkalarında yürümek, onların ziynetleri ile ziynetlenmek, hareketlerini benimsemek, giydikleri gibi giyinmek, onlara benzemeye çalışmak, elbiselerini dikmek, başlarını tıraş etmek de zalimlere destek olmak mefhumu içine dâhildir.” (Yunus ve Hûd surelerinin tefsiri)

Kişinin kendi nefsine, aile efradına yaptığı zulümlerden biri de haram kazanmak, haram yemek ve çoluk çocuğuna haram yedirmektir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bu gibi kişileri, kötü tacirleri kınamış helal haram sınırlarına dikkat eden, şüphelilerden sakınan dürüst tacirleri de medh ü sena etmiştir. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Güvenilir ve dürüst tacir; peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraber olacaktır.” (Tirmizî)

Rifa’a bin Rafi radıyallahu anh şöyle bir rivayette bulunmaktadır: “Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’le namazgâha çıktım. Orada insanları alışveriş yaparken görünce şöyle seslendi: Ey tüccar topluluğu! Başlarını kaldırıp ona baktılar ve kulak verdiler. Şöyle buyurdu: Kıyamet gününde Allah’tan korkup yeminine bağlı kalanlar ile doğruluktan ayrılmayan tüccarlar hariç, diğer tüccarlar birer facir olarak dirileceklerdir.” (Tirmizî)

Ticaretle meşgul olanlar:

1- Helal kazanır,

2- Kazandığını meşru yerlerde kullanır,

3- Kazancının fazlasını Allah yolunda tasadduk eder,

4- Haram ve şüphelilerden sakınır,

5- Cimrilik yapmaz,

6- Borç isteyenlere karz-ı hasende bulunur,

7- Yaşantısında lüks ve israftan kaçınır ise ağniya-yı şakirinden, Allah’ın sevgili kullarından olur.

Selef-i salihîn:

1- Asla harama yaklaşmazlar,

2- Şüphelilerden şiddetle sakınırlar,

3- Mubah olanlardan kifayet miktarı faydalanırlardı.

Onlar Allah Teâlâ’yı görüyormuş gibi ibadet eder, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetine sımsıkı sarılırlardı.

Şüpheli olan şeylerden sakınmak hususunda Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Helal bellidir, haram da bellidir. Bu ikisi arasında insanların birçoğunun bilmediği şüpheli şeyler vardır. Kim şüpheli şeylerden sakınırsa hem dinini hem de ırzını korumuş olur. Kim de şüpheli şeylere düşerse harama düşmüş olur. Tıpkı sürüsünü koruluğun etrafında otlatan çoban gibi ki, hayvanlar her an koruluğa girecek durumdadır. Dikkat edin her melikin bir koruluğu vardır. Dikkat edin, Allah’ın koruluğu da haramlarıdır. Dikkat edin cesette bir et parçası vardır. O doğru olursa, cesedin hepsi doğru olur. O bozuk olursa cesedin tümü bozuk olur. Dikkat edin, o kalptir.” (Buhari, Müslim, Ebû Dâvud, Tirmizî, Nesâî, İbn Mâce)

Salih, sadık ve muttakilerin şüpheli şeylere düşmek korkusuyla, mubah olan şeylerden ancak kifayet miktarı faydalandıklarına dair sayılamayacak kadar menkıbe vardır. Zaman zaman şikâyet eder dururuz; dua ediyorum da duam kabul olmuyor, diye. Duanın kabul olabilmesi için bir kısım şartlar vardır. O şartların başında da helal yemek, helal içmek, helal giymek gelir. Maalesef toplumumuz haram helal hassasiyetini kaybetti. Dolayısıyla yaptığımız dualar da Allah indinde kabul görmüyor. Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Ey insanlar! Allah temizdir. Ancak temiz olanı kabul eder. Allah müminlere, peygamberlere emrettiğini emretti ve şöyle buyurdu: “Ey Peygamberler! Temiz şeylerden yiyin, salih amel işleyin, doğrusu ben yaptığınızı bilirim.” (Mü’minun 23/51) Yine şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Size rızk olarak verdiklerimizin temizlerinden yiyin.” (Bakara 2/172) Sonra uzun bir yolculuk yapıp saçı başı birbirine karışmış bir kişiden bahsetti ve şöyle buyurdu: “Yediği haram, içtiği haram, giydiği haram ve haramla beslenmiş bir kimse ellerini kaldırmış: “Ya Rabbi! Ya Rabbi!” diye dua ediyor. Onun duası nasıl kabul olunur ki.” (Müslim)

Zaman âhir zamandır. İnsanlar lüks ve israf içinde yüzmektedir. Ölçüsüz ve sınırsız harcamalarını, lüks ve israflarını karşılamak için helal haram demeden, terlemeden, emek vermeden, kolay yollardan çok hem de pek çok kazanmaya çalışıyorlar. Kul hakkı gözetmiyorlar, kendileri kazanırken başkalarına zarar vermekten çekinmiyorlar. Bu kazançlarının bir hesabı olduğunu, yarın kıyamet gününde iğneden ipliğe hesaba çekileceklerini düşünüp tefekkür etmiyorlar. Toplumun bu halini Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle haber veriyor: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi aldığı helalden midir yoksa haramdan mıdır hiç aldırmayacak.” (Buhari)

Salih ve muttaki geçmişimiz, herhangi bir hususta müftülere, âlimlere soru sorduklarında, aldıkları cevaptan kalben mutmain olmaz, yani cevaz verilen, helaldir denilen fetvadan kalpleri tatmin olmazsa, bu hususta kalplerinin yatıştığı, takvaya, azimete daha uygun olanla amel eder yahut da takvası, verası daha fazla olan âlimlere sorar ve ona göre hareket ederlerdi. Bütün çabaları, harama düşmemek, haram lokma yememek idi.

Zamanımız insanları ise, bir âlimden aldığı cevap, yapacağı ticarete mani teşkil edecek veya daha fazla kazanmasını önleyecek şekilde ise kendine göre bir fetva bulmak için kapı kapı dolaşır. Tek çabası daha çok kazanmak ve bu kazancına İslamî bir kılıf bulmaktır. Kalbinin tatmin olup olmaması, harama düşüp düşmemesi onu pek ilgilendirmemektedir. Bu konuda İslam’la bağını tamamen koparanların, ben de Müslümanım demekten başka hiçbir İslamî görüntüsü olmayanların durumu ise tam bir perişanlıktır. Vâbisa radıyallahu anh şöyle bir rivayette bulunmaktadır:

“Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem’e iyilik ve kötülük hakkında sormayı içimden geçirerek geldim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem: Sen mi söyleyeceksin yoksa ben mi sana haber vereyim, buyurdu. Ben de: Sen bana haber ver, dedim. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem: Sen bana iyilik ve kötülüğün ne olduğunu sormak için geldin, değil mi? buyurdu. Ben de: Evet, dedim. Bunun üzerine parmağını bir araya toplayıp göğsüme koydu ve buyurdu ki: Evet Vâbisa, kendi nefsine sor. Kendi nefsine sor, diye üç kere tekrarladı. İyilik, kalbinin mutmain olduğu, yatıştığı şeydir. Kötülük ise, insanlar sana fetva verseler de içini kazıyan ve göğsünde tereddüt duyduğun şeydir.” (Ahmed bin Hanbel)

Müslüman takva üzere yaşayacak, ruhsatlardan faydalanacak, fakat çeşit çeşit teviller yaparak dünyasını mamur edeyim derken, ahiretini harap etmeyecektir. Elbette Allah Teâlâ’nın emrettiği şekilde, helal yollardan, helal rızk kazanmak için gayret edeceğiz. Şayet Allah Teâlâ fazlından bizi zengin yapmışsa, malımızın fazlasını Allah yolunda, İslamî hizmetlerde kullanacak, fakir ve muhtaçlara yardım edeceğiz. Veren el, alan elden üstündür. Helalinden kazanıp veren el olmaya gayret edeceğiz. Hiçbir kimseye yük olmamaya çaba göstereceğiz. Helal kazanç için terleyen alın, nasır bağlayan el mübarektir. Nitekim Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem:

“Hiç kimse, kendi elinin emeği olan kazançtan daha helal, hayırlı bir yiyecek yiyemez. Allah’ın peygamberi Davud aleyhisselam kendi eliyle kazandıklarını yerdi.” (Buhari) buyurmaktadır. İnsanlar, telaşa kapılmaması, endişeye düşmemesi gereken rızk ve ecel hususunda ne yazık ki hep endişelenir ve telaşa düşerler. Hâlbuki ecel Allah Teâlâ’nın takdirindedir. Bu hususta kulların hiçbir iradesi, hiçbir dahli yoktur. Telaş boşunadır. Endişe boşunadır. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları takdir edilen bir müddete kadar erteliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar, ne bir an geri kalabilirler ne de öne geçebilirler.” (Nahl 16/61)

Rızk meselesine gelince, kula düşen sebebe tevessül, Allah’a tevekkül etmektir. Çünkü rızk da Allah Teâlâ’nın takdiri iledir ve taksim olunmuştur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak kulun rızkı gelir. Eğer insanlar ve cinler bir araya gelip de onun rızkına engel olmaya çalışsalar, güçleri yetmez.” (Taberânî)

Görüldüğü gibi bu iki hususta korkuya ve endişeye gerek yok. Ancak korkmamız, endişelenmemiz gereken bir husus vardır ki, maalesef o hususta çok rahat davranıyor, hiçbir endişe duymuyoruz. O da akıbetimizin ne olacağıdır. İmanımızı muhafaza edip, Müslüman olarak mı öleceğiz, yoksa Allah korusun kaybedenlerden mi olacağız?

Olanlardan ve ölenlerden ibret almıyor, alamıyoruz. Sanki ölenler bizim için ölüyorlar. Sanki bir gün o gerçekle biz de yüz yüze gelmeyeceğiz. Mal mülk hırsı, çok kazanma, zengin olma hırsı gözümüzü köreltmiş, kalbimizi katılaştırmış. Gözümüzün önündeki tehlikeleri görmez, fakirlerin, nâna muhtaç insanların o acıklı halinden etkilenmez, merhamete gelmez, mağdur ve mazlumların ah u figanını duymaz olmuşuz.

“Dünya hayâtı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. (Allah’ın azabından) Korkanlar için elbette ahiret yurdu daha hayırlıdır. Hâlâ akıl erdiremiyor musunuz?” (En’am 6/32)

Alışverişle İlgili Hükümler

Alışverişin rüknü icab ve kabuldür. Alıcı ile satıcı arasında, aldım, sattım, verdim, kabul ettim gibi mazi sıygasıyla, yani geçmiş zamana taalluk eden kelimelerle pazarlık kesinleşirse alışveriş hükme bağlanmış ve alışveriş sahih olmuş olur.

Fiyatı malum olan herhangi bir şeyi aldım, sattım lafızlarını kullanmadan, icab ve kabule delalet eden davranışla da alışveriş sahih olur. Mesela bir kimse bakkala gitse, bir ekmek istese ve hiç konuşmadan o ekmeğin malum fiyatı olan parayı verse bakkal da hiçbir şey demeden parayı alıp ekmek verse bu alışveriş sahihtir.

Alıcı ve satıcı bir mal üzerinde pazarlık yapıp anlaşsalar, bunlardan herhangi birisi pazarlık yapılan yerden ayrılmadan alışverişten vazgeçebilirler. Bu hususta Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Alışveriş yapan iki kişi birbirinden ayrılmadıkça veya birbirinden ayrılıncaya kadar (alışverişten caymakta) muhayyerdirler. Eğer dürüst alışveriş yapıp da her şeyi olduğu gibi açıklarlarsa, alışverişleri bereketli olur. Eğer (malın ayıplarını) gizleyip yalan söylerse alışverişlerinin bereketi kalmaz.” (Buhari, Müslim)

Alışverişte Muhayyerlik

Satıcı ve alıcı sahih bir alışverişle bir mal üzerinde pazarlık yapsalar, satıcı ve alıcıdan birisi veya her ikisi üç gün veya daha fazla meselâ bir hafta için birbirlerini serbest bıraksalar, yani muhayyer olma şartı koşsalar böyle bir alışveriş sahih olur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

“Alışverişte muhayyerlik vardır.” (Buhari, Müslim)

1- Muhayyerlik şartıyla alınan mal, alıcıya teslim edilmiş ve o mal muhayyer olduğu müddet içinde zarara uğramış veya tamamen helak olmuş ise, konuşulan miktar kaç lira ise o paranın tamamını alıcı satıcıya ödemekle yükümlüdür.

2- İki kişi bir mal üzerinde pazarlık yapıp akitleşseler, satıcı da alıcıya bir müddet, meselâ üç gün muhayyerlik hakkı tanısa, alıcının o üç gün bitiminde konuşulan bedeli teslim etmesi gerekir.

3- Bir alıcı, satıcı tarafından kendine tanınan muhayyerlik müddeti tamam olduktan sonra belirlenen parayı getirmese, meselâ üç gün muhayyer bırakılmış iken dört gün, beş gün sonra getirse, bu durumda satıcı serbesttir. Yani;

a- Pazarlıktan vazgeçebilir.

b- Eski pazarlık üzerinden satış akdini tazeleyebilir.

c- Yeni bir fiyat üzerinden yeni bir akit yapabilir.

4- Satıcı, muhayyerlik şartıyla sattığı bir malı, alıcıya teslim etmese, satılan mal muhayyerlik müddeti içinde satıcının elinde iken helak olsa şayet malın bedeli olan parayı alıcıdan teslim almış ise, o aldığı paranın tamamını alıcıya teslim etmesi gerekir. Malın bedeli olan parayı almamışsa, alıcıdan konuşulan miktar kadar veya konuşulan miktarın bir kısmını talep edemez.

5- Muhayyerlik şartı ile alınan bir malın muhayyerlik müddeti içinde ayıplı olduğu anlaşılsa, meselâ aldığı bir arabanın daha önce kaza yaptığı ve bir kısım orijinal parçalarının değiştirildiği anlaşılsa veya bir elbise alınsa da muhayyerlik müddeti içinde defolu olduğu anlaşılsa bu durumda alıcı serbesttir. Yani;

a- Malı eski pazarlık üzerinden kabul edebilir.

b- Alışverişten vazgeçebilir.

c- Malın ayıbı göz önünde bulundurularak, daha az bir bedelle yeni bir pazarlık yapılabilir.

6- Bir kimse muhayyerlik şartı ile birisinden bir mal satın alsa, bu kişi muhayyerlik müddeti tamam olmadan ölse, ölenin varisleri muhayyerlik hakkına sahip olamazlar. Satıcı malını satmaktan vazgeçerse, alıcının varisleri hak iddia edemezler.

7- Bir kimsenin bir malı görmeden satın alması caizdir veya tadına bakması gereken bir yiyeceği tadına bakmadan alması da caizdir. Ancak bu iki durumda da muhayyerdir. Malı gördüğünde veya tadına baktığında beğenmezse veya malda satıcının söylediği vasıflar yoksa alışverişten vazgeçebilir.

8- Bir malın numunesini görmek, tamamını görmek gibidir. Bir satıcı birkaç avuç buğdayı numune olarak getirse ve alıcı o numune üzerinde pazarlık yapsa, numune ile malın aslı aynı ise alıcı alışverişten vazgeçemez. Ancak numune ile malın aslı aynı değilse veya aslı numuneden daha aşağı ise alıcı alışverişten vazgeçebilir.

9- Bir kişi tatlı olduğunu söylediği numune bir pekmez getirse, alıcı da bu şartla pekmezi belirli bir fiyatla satın alsa, satıcı pekmezin aslını getirdiğinde alıcı tadına bakmak hakkına sahiptir. Tadına baktığında pekmez ekşi çıkarsa, alışverişten vazgeçebilir.

10- Satıcı kendine ait bir malı görmeden satabilir. Ancak bu satıştan sonra alışverişten vazgeçme hakkı yoktur. Meselâ bir kimse, kendisine miras yolu ile geçen görmediği bir bahçesini satsa, sonra bahçeyi gördüğünde pişman olup satıştan vazgeçmek istese böyle bir hakka sahip değildir.

11- Bir kişi, pazara satılmak için mal getiren bir kişiyi yolda karşılasa ve malını satın alsa, satıcı muhayyerdir. Pazara geldiğinde aldandığını anlarsa satıştan vazgeçebilir.

ALIŞVERİŞ ÇEŞİTLERİ

Yapılan alışverişleri genel olarak sahih, fâsit, mekruh ve bâtıl alışverişler olmak üzere dört kısımda toplayabiliriz.

SAHİH ALIŞVERİŞLER

Alışveriş yapmaya ehil olan, akıllı, baliğ, mükellef kişilerin, alım satımı meşru olan helal ve temiz herhangi bir malı alışveriş şartlarına uygun olarak yaptıkları alışverişler sahih alışveriştir.

Meselâ; mükellef olan bir kişi, yine mükellef olan diğer bir kişiden, belirlenmiş bir koçu aralarında yaptıkları bir pazarlık sonucu, belirledikleri bir bedel karşılığında, peşin olarak veya aralarında belirledikleri bir vakitte ödemek üzere sattım, aldım, verdim, kabul ettim gibi lafızlarla alışveriş yapsa, böyle bir alışveriş sahih alışveriştir. Çünkü:

1- Alıcı da satıcı da akıllı, baliğ yani mükelleftirler.

2- Satılan malın alışverişi helaldir, temizdir.

3- Alışveriş rüknü olan sattım, kabul ettim gibi maziye yani geçmişe taalluk eden lafızlar kullanılmıştır.

4- Malın fiyatı belirlenmiştir.

5- Karşılıklı rıza ile alışveriş yapılmıştır.

6- Satılan mal mevcuttur ve bellidir.

7- Şayet veresiye pazarlık yapmışlar ise, malın bedelinin ödeneceği zaman belli olmuştur.

FÂSİT ALIŞVERİŞLER

Fâsit alışverişler aslında sahih olduğu halde, alışveriş vasfı sahih olmadığı için fasit olmuşlardır. Meselâ: Akıllı, baliğ yani mükellef bir kimse yine akıllı, baliğ mükellef bir kimseden bir elbise satın alsa, fakat elbisenin fiyatı kesin olarak belirlenmese veya veresiye alsa da elbisenin bedelini ödeyeceği tarih belirlenmese böyle bir alışveriş fasit olmuş olur.

FÂSİT ALIŞVERİŞ ŞEKİLLERİ

1- Mevcut olmayan, istenilen vakitte teslim imkânı olmayan bir malın alışverişi,

2- Fiyatı kesin olarak belirlenmeyen alışverişler,

3- Vadeli alışverişlerde, malın bedelinin ödeneceği tarih kesin olarak belirlenmemiş olan alışverişler,

4- Bağ bozumu, ekin biçimi gibi zamanlara atıf yapılarak ödeme şartıyla yapılan alışverişler, ödeme tarihi gün olarak kesin olmadığı için bu şekilde alışveriş fâsit olur.

5- Alışverişin kesinleşmesini gerektirmeyen bir şart koşulur ve bu şart alıcı ve satıcıya bir menfaat sağlarsa böyle bir alışveriş de fâsittir. Meselâ, bir kimse bir kamyon satın alsa, satıcı da alışverişi kesinleştiği tarihten itibaren bir ay daha kullanma şartını koşsa, böyle bir alışveriş fâsittir. Çünkü satıcı hakkı olmayan bir şart koşmuştur ve bu şart karşılığı elde ettiği menfaat bir nevi faizdir.

6- Belirlenmemiş bir malın alışverişi de fâsittir. Meselâ, bir koyun sürüsünden alınacak koyunlar belirlenmeden, bu sürüden on adet koyun alışverişi yapmak gibi.

7- Vâdeli olarak satılan bir malı peşin olarak geri almak da fâsit bir alışveriştir. Zamanımızda bu şekilde çeşit çeşit fâsit alışverişler yapılmaktadır. Buna iyne satışı denir. Meselâ: Bir kişi bir kamyon almak için satıcıya geliyor, aralarında vâdeli satış üzerinden pazarlık oluyor. Sonra da o kamyon alıcıya verilmeden alıcı da hiçbir ödeme yapmadan, peşin ödemek şartıyla yeni bir pazarlıkla satan kişi alıcıdan çok daha düşük bir fiyatla, meselâ elli milyara vâdeli olarak sattığı kamyonu peşin olarak yirmi milyara geri alıyor. Böyle bir alışveriş asla câiz değildir.

8- Karnında yavrusu olan bir hayvan yavrusu ile beraber satılır. Bir kişinin, karnında yavrusu olan bir hayvanı meselâ bir atı, at doğurunca tayı benimdir diye yaptığı alışveriş fâsittir.

9- Bir satış içinde iki satış yapmak, meselâ hem peşin fiyatı hem de vâdeli fiyatı konuşulup bunlardan birisi üzerinde anlaşmadan alışverişi sonuçlandırmak câiz değildir. Ebu Hureyre radıyallahu anh şöyle rivayet etmiştir: “Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem yapılan tek pazarlık içinde, iki pazarlık yapılmasını yasakladı.” (Ebu Davud, Tirmizi)

Bir satıcı:

a- Peşin olarak şu fiyata.

b- Peşinatsız altı ay vâde ile şu fiyata.

c- Şu kadar peşinatla on ay vâde ile şu fiyata diye alıcıya teklifte bulunsa, alıcı da bunlardan birini tercih edip meselâ peşin olarak almak istese ve bunun üzerinde pazarlık yapıp anlaşsalar böyle bir alışveriş sahih olur. Ancak bunlardan hiçbiri üzerinde tercih yapılmadan hem peşin ve hem de vade üzere pazarlık yapılsa böyle bir alışveriş fâsit olur.

10- Olgunlaşmamış meyve, sebze ve ekinleri dalında ve başağında satmak caiz değildir. Ancak olgunlaşmadan yeşil olarak yenilebilen erik, badem gibi meyveleri dalında satmak caizdir. Olgunlaşmış meyve ve sebzelerin, sararmış ekinin başağında, fasulye ve benzerlerinin kabuğu içinde satılması caizdir.

11- Üzümün doğrudan doğruya şarap üreticisine satılması caiz değildir. Ancak bir satıcı üzümünü pazara götürüp satar da alıcı onu şarap için kullanır veya götürüp şarap üreticisine satarsa üzüm sahibi bundan mesul olmaz. Çünkü satarken onu ne yapacağını bilemez. Satarken de ne yapacaksın diye sormaya gerek yoktur. Ancak alıcı ben bunu şarap yapacağım veya şarap fabrikasına satacağım diye bir açıklama yaparsa o takdirde bu kişiye üzümün satılmaması gerekir. Çünkü haramda kullanılacağı belli olmuş olur. Harama götüren şey de haramdır. Dolayısıyla üzümü harama vesile yapmak da haramdır.

Allah Teâlâ: “İyilik ve takvada yardımlaşın. Günah işlemek ve düşmanlıkta yardımlaşmayın.” (Maide, 2) buyurmaktadır. Üzümü şarap fabrikasına satmak, günah işlenmesine yardımcı olmaktır. “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, içki hususunda on kişiye lânet etmiştir.

a- İçki üretene,

b- Kendisi için üretilene,

c- İçene,

d- İçkiyi taşıyana,

e- Kendisi için taşınana,

f- İçkiyi içmesi için birine takdim edene,

g- Satana,

h- Satın alana,

i- Kendisi için satın alınana,

j- İçki parasını yiyene.” (Tirmizi, İbn Mace)

12- Satış dışında bir şarta bağlı olarak yapılan alışveriş de fâsittir.

Meselâ, bir kişi “Oğlum askerden gelirse bu bahçemi sana satarım.” dese böyle bir satış fâsit olur. Çünkü şartın gerçekleşip, gerçekleşmeyeceği belli değildir.

13- Gelecek zamana mâtuf olarak yapılan alışveriş de fasittir. Bir kişi, şu evimi iki ay sonra şu kadar bedel karşılığında satıyorum dese, karşı taraf da bunu kabul etse, böyle bir alışveriş de fâsittir. Çünkü gelecekte gerek satılan malın durumu ve gerekse alıcı ve satıcının durumu belirsizdir.

14- Fâsit bir şartla yapılan alışveriş de fâsittir. Meselâ, bir kişi elli kilo yaş kayısı alsa, satıcıya bunu kurutup getirmesini şart koşsa böyle bir şart fâsittir. Çünkü satıcının zararınadır.

15- Herhangi bir malı, şarap veya domuz karşılığında almak veya satmak yasaklanmıştır. Böyle bir alışveriş fâsittir.

MEKRUH ALIŞVERİŞLER

Aslında ve vasıflarında alım satımı meşru olan fakat yasak ve çirkin olan bazı şeylerin içine karışması ile yapılan alışverişler mekruhtur. Şöyle ki:

1- Müşteri kızıştırarak bir malın değerinden daha fazlaya satılmasını sağlamak için yapılan alışveriş mekruhtur. Meselâ açık artırma ile yapılan satışlarda menfaat sağlamak kastıyla, bir malın değerinden daha fazla satılmasını sağlamak için sürekli fiyatı artırmak ve malı esas değerinden daha yüksek bir fiyata çıkarmak günahtır. Böyle bir alışveriş mekruhtur.

2- Başka yerlerden, köylerden mallarını satmak için gelenleri yolda karşılayıp getirdikleri malları satın almak men edilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: “Mallar pazara indirilmeden kervanları yolda karşılayıp mallarını satın almayın.” (Buhari; Müslim)

Böyle bir alışveriş o şehir halkına zarar veriyorsa, meselâ; fiyatların yükselmesine sebep oluyorsa mekruhtur. Böyle bir alışverişte satıcı da muhayyerdir. Pazara vardığında aldandığını anlar, malının ucuza alındığını fark ederse satıştan rücû edebilir.

3- Cuma namazı için ezan okunduğu vakit, bütün Müslüman, mükellef erkeklerin alışverişi bırakıp cuma namazı için camiye koşması gerekir. Cuma için ezan okunduktan sonra alışveriş yapmak tahrimen mekruhtur.

4- Şehirlinin, köylünün malını satın alıp, o belde halkına zarar verecek şekilde pahalıya satması mekruhtur. Bilhassa kıtlık zamanında, darlık zamanında köylünün elindeki malları toplayıp, piyasada istediği gibi fiyatlar üzerinde tasarruf yapmak, halkı sıkıntıya sokacak şekilde fiyatları yükseltmek mekruhtur. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır: "Şehirli, köylü adına satış yapmasın. Bırakın insanları, Allah birbirleri sebebiyle onları rızıklandırsın." (Müslim)

BÂTIL ALIŞVERİŞLER

Aslen ve vasıfları bakımından sahih olmayan alışverişler bâtıl alışverişlerdir:

1- Küçük çocukların yaptığı alışverişler

2- Delinin yaptığı alışverişler

3- Aslen necis olan şeylerin alışverişleri

a. Domuz eti

b. Murdar ölen hayvanın yani leşin eti

c. Şarap

d. Kan

4- Mevcut olmayan malların alışverişi, hayvanın karnındaki yavrusunun, topraktan çıkmamış ekinin, dalında bitmemiş meyvenin satışı bâtıldır.

5- Teslimi mümkün olmayan malların alışverişi bâtıl alışverişlerdir. Havada uçan kuşu, denizdeki balığı, çalınmış ve nerede olduğu bilinmeyen bir malın alışverişi batıl alışveriştir.

6- Aldatma ihtimali olan alışverişler de bâtıldır.

Sonucu belirsiz olan alışverişler garar denilen, yani aldanma ihtimali olan alışverişlerdir. Bu çeşit alışveriş bâtıldır. Meselâ: Bir ekin tarlasında, bir patates tarlasında ekili bulunan, buğdayı veya patatesi yeşermeden önce tahmini olarak satmak, satın almak bâtıldır. Çünkü bu tarladan ne kadar buğday veya patates çıkacağı meçhuldür. Sonu belirsizdir. Alıcının veya satıcının aldanma ihtimali mevcuttur.

GÖTÜRÜ USÛLÜ SATIŞ

Belirli şartlar dâhilinde götürü usûlü satış caizdir. Bu husus şöyle özetlenmiştir: "Fazlalıkla değişimi caiz olan şeyin, götürü usûlü ile satışı da caizdir. Fazlalıkla değişimi caiz olmayan bir şeyin götürü usûlü satışı da caiz değildir." Bu duruma göre:

1- Altının altınla götürü usûlü ile satışı

2- Gümüşün gümüşle götürü usûlü satışı caiz değildir.

3- Altının gümüşle götürü usûlü caizdir.

4- Kendi cinsinden olan;

a- Hurma ile hurmayı,

b- Buğday ile buğdayı götürü usûlü satmak caiz olmaz.

5- Buğday ile hurmayı veya buğday ile arpayı veya hurma ile kuru üzümü götürü usûlü mübadele etmek caizdir.

6- Tartısı belli olmayan bir yığın arpayı veya sayısı belli olmayan bir yığın karpuzu götürü usûlü nakit karşılığında satmak, satın almak caizdir.

Götürü usûlü bir satışın caiz olabilmesi için bir kısım şartlar vardır. Şöyle ki:

1- Daha önce veya satış anında satılık malın alıcı tarafından görülmesi gerekir.

2- Götürü ile satılan mal çok olmalı yani tartmada veya ölçmede zorluk olmalı, malın miktarı da kaç kilo, kaç ölçek veya kaç metre olduğu taraflarca bilinmemelidir.

3- Yığın halindeki mal, meselâ buğday çeci düz bir zemin üzerinde bulunmalıdır.

4- Satılan malın tahmini, o işin ehli olan bir kişi tarafından yapılmalıdır.

5- Götürü ile satılan mal, yayvan bir kap içinde olmamalıdır.

Çünkü esnekliği olan yayvan şeylerde tahmin etmek zorlaşır. Meselâ çok seyrek dokunmuş bir teliz, bir haral veya çok ince naylon torbalar gibi. Bunlar dik duramadıkları, yayvanlaştıkları için tahminde zorluk çekilir. Taraflardan herhangi biri aldanabilir.

KÂRSIZ SATIŞ - ZARARINA SATIŞ

Herhangi bir malı kârsız olarak veya zararına satmak caizdir. Ancak bu satışı yapan kişi;

1- Fazla malını elden çıkarmak,

2- Mevsimlik mallarını mevsimi içinde satarak gelecek mevsime kadar âtıl kalmasını önlemek,

3- Aşırı ihtiyacından dolayı veya borçlarını ödemek niyetiyle satmak durumunda ise böyle bir alışverişin sakıncası olmaz. Ancak:

1- Müşteriyi aldatmak için önce değerinden çok yüksek fiyat gösterip daha sonra bu fiyatları çok aşağıya çekerek kârsız veya zararına satıyormuş görüntüsü vererek müşteriyi aldatmak;

2- Aynı malları satan küçük esnafı zarara uğratıp, onların iflas etmelerini ve kendilerinin piyasada rakipsiz kalıp, daha sonra istedikleri şekilde fiyat uygulaması yapmalarını sağlamak şeklindeki kârsız ve zararına satışlar asla caiz değildir. Böyle durumlarda yetkililerin müdahale edip, zarar ve aldanmayı önlemeleri gerekir. Hz. Ömer radıyallahu anh, piyasanın altında satış yapan bir kısım büyük tacirleri bu satıştan men etmiştir. Sebep küçük esnafı korumaktır.

Emevi Halifesi Ömer bin Abdülaziz de benzeri bir uygulamayı yasaklamıştır. Şöyle ki: Başka bölgelerden mal getirip satış yapan tâcirlerin gelişlerini önlemek için o bölgenin tacirleri fiyatları kırmışlardı. Bunun üzerine Ömer bin Abdülaziz bu uygulamayı yasakladı.

Kârsız ve zararına satışın bir başka boyutu daha vardır. Kişi fakru zaruret içindedir. Aşırı borçlanmıştır. Bu durumdan kurtulmak için elindeki malları kârsız ve zararına satmaktadır. Böyle bir durumda olan bir kişiye yardımcı olmak diğer Müslümanların görevidir. Onun mecburi olarak zararına yaptığı satışı fırsat bilip, elindeki malları devralmamalı, bilâkis ona ya karz-ı hasen yaparak ya da mallarını değerleri üzerinden satın alarak yardımcı olmalıdır. İslam kardeşliği bunu gerektirmektedir.

VÂDELİ ALIŞVERİŞLER

Alışverişlerde peşin alışveriş esas ise de alıcı ve satıcının karşılıklı rızaları ile vâdeli yapılması da caizdir. Ancak vâdeli alışverişlerde:

1- Alınan malın hangi tarihte ödeneceği,

2- Şayet vâde takside bağlanmışsa ödenecek ay ve günün belirlenmiş olması gerekir.

Vâdeli satışın cevâzına şu ayet-i kerime delil olarak gösterilmektedir:

"Ey iman edenler! Belirlenmiş bir süre için birbirinize borçlandığınız vakit onu yazın. Bir kâtip onu aranızda adâletle yazsın. Hiçbir kâtip, Allah’ın kendisine öğrettiğini (emrettiğini) yazmaktan çekinmesin. (Dosdoğru) Yazsın. Üzerinde hak olan kimse (borçlu da) yazdırsın. Rabbine sığınsın, üzerindeki haktan hiçbir şeyi noksanlaştırmasın. Şayet borçlu sefih veya zayıf veya kendisi söyleyip yazdıramayacak durumda ise, onun velisi adâletle yazdırsın. Bu şekilde yapılan muamelede erkeklerinizden iki şâhit gösterin. Eğer iki erkek bulunamazsa rıza göstereceğiniz şahitlerden olmak şartıyla bir erkek iki kadın gösterin ki, onlardan biri yanılırsa diğeri onu düzeltsin ve doğru söylesin. Çağrıldıkları zaman şâhitler gelmezlik yapmasınlar. Büyük ve küçük vâdesine kadar hiçbir şeyi yazmaktan sakın üşenmeyin. Öyle yapmanız daha adâletli, şehâdet için daha kuvvetli, şüpheye düşmemeniz için daha sağlamdır. Ancak aranızda çevirdiğiniz bir ticâret olursa bu durum farklıdır. İşte o zaman yapmakta olduğunuz alışverişlerinizi yazıp şâhit göstermezseniz bir beis yoktur. Hiçbir kâtibe ve hiçbir şâhide zarar verilmesin. Eğer onlardan birine bir zarar verirseniz şunu iyi bilin ki, bu sizin için de bir kötülük olur. Allah’tan korkun. Allah bunları size öğretiyor. Allah her şeyi bilir." (Bakara, 282)

Ayet-i kerimeden de anlaşılacağı üzere İslam dini alışveriş muamelesini nasıl sağlama bağlıyor. İnsanlar arasında herhangi bir niza, kırgınlık olmasın, taraflar zarar görmesin, İslam kardeşliği basit dünya çıkarları için bozulmasın diye nasıl muhkem hükümler koyuyor. Toplumların kıyamete kadar meşrû olan isteklerine, ihtiyaçlarına ve muamelelerine cevap verecek esasları vazediyor. Bizlere düşen ise İslam’ı doğru öğrenmek, doğru yaşamak ve doğru olarak anlatmaktır.

İslamî esasları toplumların nefis ve hevalarına, gayrimeşru arzu ve isteklerine göre tevil etmek, tahrif etmek onların bu arzu ve isteklerine cevap vermek için zorlamak İslam’a ve Müslümanlara yapılabilecek en büyük kötülüktür. Müslümanlar, her türlü muamelelerini; aile, ticâret, yönetim, sosyal hayat ile ilgili bütün yaşantılarını İslam’a göre, İslam’ın değişmez, değiştirilemez esaslarına göre tanzim etmekle mükelleftir. Aksi davranışlarda, aksi icraatlarda bulunanlar, netice itibariyle dünyada rüsvây ve perişan, ahirette ise azab ve ateşe düçâr olurlar.

VÂDELİ SATIŞLARLA İLGİLİ BAZI HUSUSLAR

1- Bir alışverişte veresiye pazarlık yapılır da vâde süresi veya taksitleri konuşulmaz ve belirlenmezse; vade süresi bir ay olarak kabul edilir.

2- Bir mal üzerinde alıcı ile satıcı pazarlık yapar ve bir fiyat üzerinde anlaşırlar da peşin mi, vâdeli mi olduğu hususu konuşulmazsa bu alışveriş akdi peşin olarak tahakkuk eder. Çünkü alışverişte asıl olan peşin satmaktır.

3- Alacaklı borçlunun borcunu ödeyememesi durumunda daha sonraki gün, ay veya yıla erteleyebilir. Bilhassa sıkıntıda, darda olan borçluların borcunu onların ödeyebileceği bir tarihe ertelemek büyük bir fâzilettir. Hatta borçlu borcunu hiç ödeyemeyecek durumda ise borcundan vazgeçip bağışlamak daha da büyük bir fâzilettir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Eğer borçlu darlık içinde ise bir kolaylığa ulaşıncaya kadar ona mühlet vermek (gerekir). Eğer gerçekleri çok iyi anlayan kimselerseniz (alacağınızı) bağışlayıp tasadduk etmeniz sizin için daha hayırlıdır." (Bakara, 280) Bu hususta Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Bir adam hiç iyilik etmezdi. Sadece borç para dağıtırdı. Tahsil zamanı gelince, tahsildarına: ‘İmkânı olanlardan al. Durumu müsait olmayıp sıkıntıda olanlardan alma. (Bu sebeple) Belki Allah da bizim günahlarımızı bağışlar.’ derdi. Nihayet adam öldü. Allah ona sordu: ‘Herhangi bir amelin var mıdır?’ O: ‘Hayır. Sadece halka borç para dağıtırdım, tahsil etme zamanı gelince hizmetçimi şöyle diyerek gönderirdim: Durumu müsait olanlardan al, olmayanlardan alma. Belki Allah da bunun sebebiyle bizi bağışlar.’ Allah da ona şöyle buyurdu: ‘Ben de seni affedip, günahlarından vazgeçtim.” (Buhari)

Peygamberimiz, Efendimiz, Canımız Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem başka bir hadis-i şerifte şöyle buyurmaktadır:

"Kim güç durumda olan bir borçlu kişiye mühlet verir ya da (borcunu) hiç almazsa Allah onu kıyamet gününde, kendi gölgesinden başka bir gölgenin olmadığı günde arşının gölgesi altında gölgelendirecektir." (Tirmizi)

Ebu Katâde radıyallahu anh, alacağı olan bir kişiyi aramaya çıktı. Borçlu da ondan kaçıp bir yere gizlendi. Nihayet Ebu Katâde radıyallahu anh adamı buldu. Borçlu adam başladı özür dilemeye:

- Çok dardayım. Verecek param yok, dedi. Ebu Katâde radıyallahu anh:

- Allah aşkına doğru mu söylüyorsun, dedi. Adam:

- Evet, Allah şahit ki doğru söylüyorum, dedi. Bunun üzerine Ebu Katâde radıyallahu anh şöyle dedi:

- Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu duydum:

"Kim, Allah’ın kendisini kıyamet üzüntülerinden kurtarmasından hoşlanırsa güç durumda olan borçlusuna (alacağını) erteleyerek rahat bir nefes aldırsın. Ya da alacağından vazgeçsin." ve Ebu Katâde radıyallahu anh adamı serbest bıraktı. (Müslim)

4- Veresiye satışlarda vade farkı koymak caizdir.

a- Vade farkı hesaplanırken faiz baz alınarak hesaplanmamalıdır.

b- Vade farkı aşırı kâr oranında olmamalıdır. Yani (gabn-i fahiş) olmamalıdır.

c- Alıcının piyasayı bilmediğinden, malın kıymetini takdir edemediğinden faydalanarak alıcı aldatılmamalıdır.

d- Gayrimeşru şart koşulmamalıdır. Meselâ: Taksitleri zamanında ödemezsen şu kadar faiz uygularım, diye şart koşmak gibi.

5- Borçlu borcunu zamanında ödemez ve alacaklıdan bir süre isterse, alacaklı isterse bu süreyi verir ve alacağı miktarı, o süre bitiminde aynen alır. İsterse, alacağını, alacağı tarihten itibaren altına çevirerek süre bitiminde ya kaç gram ise o gram altını, ya da o altına tekabül eden parayı alır. Şöyle ki:

Bir kimse meselâ; onuncu ayın birinde ödemek üzere bir esnafa borçlandı. Ödeme tarihi geldiğinde ödeme imkânı bulamadı. Alacaklıya gidip borcunun beş ay ertelenmesini talep etti. Alacaklı da bu teklifi kabul ederek beş ay sonra yani bir martta ödenmek üzere anlaştılar; bu durumda alacaklı:

a- Alacağını, meselâ bir milyar lirayı ertelenen ödeme tarihinde isterse bir milyar olarak alır.

b- İsterse bir milyar lirayı borçlunun ilk ödeme tarihi olan onuncu ayın birinde altına çevirir. Kaç gram altın ederse ertelediği tarihte o kadar altını ya da tekabül ettiği parayı alır.

6- Borçlu olan kişinin, imkânı olduğu müddetçe borcunu zamanında ödemesi gerekir. Borcunu her türlü ihtiyaçlarının önüne alması, önce borcunu ödeyip sonra diğer ihtiyaçlarını görmesi lâzımdır. Zamanımız insanları, dar imkânları ile çok şeye sahip olmak istiyor, aşırı derecede borçlanıyor, sonra da bankadan krediler alıyor veya tefecilerin eline düşüyor. Haramların içine dalıyor. Hem kendisi hem aile efradı büyük sıkıntılar çekiyor. Alacaklıları da mağdur ediyorlar. Faiz bataklığına düşen bir insanın felah bulması, huzur içinde yaşaması, sağlıklı bir ticaret yapması mümkün değildir.

Bir kısım varlıklı kişiler de imkânları olduğu halde borcunu vaktinde ödemiyor, savsaklıyor ve bunu kendisi için bir fayda zannediyor. Hâlbuki bu gibi kişilerin ne Allah Teâlâ’nın ne Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ve ne de insanların yanında bir değeri vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmaktadır:

"Kim ödemek niyetiyle insanların malını alırsa, Allah onun namına onu öder. (Yani ödemesinde kolaylık ihsan eder) Kim de insanların malını telef etmek niyetiyle alırsa (borcunu ödememek niyetiyle alırsa) Allah da onu telef eder." (Buhari) Diğer bir hadis-i şerifte şöyle buyruluyor:

"Zenginin, ödeyecek durumu olduğu halde borcunu ödemeyi uzatması zulümdür." (Buhari, Müslim) Diğer bir hadis-i şerif de şöyledir:

"Herhangi bir kimse ödememek niyetiyle bir adamdan borç alırsa, Allah’a hırsız olarak kavuşur." (İbn Mace) Başka bir hadisi şerifte de şöyle buyruluyor:

"En hayırlınız, borcunu en güzel şekilde ödeyendir." (Buhari, Müslim)

Müslüman bir insan, olur olmaz, lüzumsuz yere borçlanmamalıdır. Allah Teâlâ’nın huzuruna borçlu gitmemelidir. Şayet borçlanmak mecburiyetinde kalırsa, ödeyebileceği kadar borçlanmalı ve borcunu zamanında ödemelidir. Peygamberler ve sıddıklardan sonra Allah indinde insanların en hayırlıları şehitlerdir. Böyle olduğu halde Allah Teâlâ şehitlerin bütün günahlarını affediyor, ancak kul hakkını affetmiyor. Bir kişinin borcunu savsaklaması, zamanında ödememesi kul hakkına girer. Dolayısıyla günahkâr olur.

7- Bir borçlunun, vadesi gelmeden önce borcunu ödemesi ve böylece belki de sıkıntıda olan alacaklısına yardımcı olması çok güzel bir davranıştır. Nasıl ki alacaklı, darda olan borçlusuna borcunu erteleyerek yardımcı oluyorsa, borçlunun da imkânı olduğu takdirde vadesi gelmeden önce borcunu ödemesi aynı şekilde memduhtur. Övülmeye lâyıktır. Böyle durumda:

a- Borcunu vade tarihinden önce getiren borçlu, buna karşılık alacaklıdan bir çıkar talebinde bulunmamalıdır.

b- Alacaklı olan, borcunu erken ödeyen borçlunun bir talebi ve bir şartı olmadan alacağından bir kısmını almayabilir, hibe edebilir. Bunda bir sakınca yoktur. Meselâ: Üç yüz bin lira alacağı olan bir kişi bu alacağından yirmi bin lirasını borçluya hibe ederek, iki yüz seksen bin lira olarak alabilir. Ancak borçlu, alacaklısına, “Sana olan borcumu vadesi gelmeden ödeyeceğim. Ancak buna karşılık sen de alacağından şu kadar miktarı alma.” diye şart koşarsa caiz değildir.

c- Halk arasında “senet kırdırmak” diye tâbir edilen senet, çek satışı caiz değildir. Şöyle ki: Bir kişi elinde bulunan bir senet veya çekin karşılığını zamanı gelmeden, meselâ; bir ay önceden tahsil etmek istiyor. Beş yüz bin liralık çeki, karşı tarafa dört yüz bin liraya satıyor. Böyle bir satış da faiz muamelesi olduğundan asla caiz değildir.

Kaynak: İlk Adım Dergisi

Konya Haberleri