YENİ TÜRKİYE NE GETİRİYOR? - 3

Prof. Dr. Önder Kutlu

Türkiye’nin oluşumuna katkı sağlayan şartları ve unsurları önceki yazılarımızla değerlendirdikten sonra, getirilen yöntemi, yararlanılan prensipleri ele almaya devam edelim…

Yeni Türkiye değerlendirmemizde, kullanılan siyasal yöntem açısından birtakım inceleme basamakları mevcut. Yöntem ve yol gösteren prensiplere eğilelim…

Yeni Türkiye’de siyasal yöntemdeki değişikliğin belirgin unsurlarını ve prensiplerini şu şekilde sıralayabiliriz: Aksiyoner liderlik, çok boyutluluk ve kapsamlılık, ‘değer’ merkezlilik, demokratik yaklaşım, şeffaf yönetim, stratejik bakış, basitleştirilmiş süreçler, dinamizm ve katılım.

Devlet sisteminde Aksiyoner liderlik yönetimde kararlılığı, sorunlar henüz ortaya çıkmadan önleyici müdahaleyi ve güçlü öngörü yeteneğini gerektirir. Siyasal sistemin işleme sürecinde; doğrudan halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanlığının önderliğinde, Anayasal kurumların katkısıyla olaylara müdahil olan, Anayasada sayılan yetkileri tam olarak kullanmaktan çekinmeyen ve ‘sorun çözen’ liderlik anlayışı siyasal sistemin en önemli katalizörüdür. Ne yazık ki Yeni Türkiye idealini anlamayan kişiler, ‘aksiyoner lider’ yerine ‘diktatör’, ‘tiran’ nitelendirmelerini yapıyorlar. Doğrusu, aksiyoner (aktif & müdahil) lider kavramıdır.

Liderlik noktasında ‘Eski’ yaklaşım ‘reaksiyoner’ idi; olaylar ortaya çıktıktan, sorunlar baş gösterdikten sonra devreye giren bir yönetici profili bulunmaktaydı. Çözüm umudunun tükendiği, işler çığırından çıktığı anda müdahale edildiği için gerçekte ‘çözüm’ üretilememekteydi. 1961 Anayasası döneminden itibaren ‘kolu, kanadı’ kırılan ve yetki kullanamaz hale gelen siyasal aktörler, ‘Yeni’ dönemde gerçek rollerine, dönüştürücü aksiyoner lider pozisyonuna tebdil edildiler.

Çok boyutluluk ve kapsam devlet örgütlenme ve faaliyetlerinde görev ve yetki alanının genişlemesini, tüm bileşenlerin beraberce ele alınmasını gerektirir. Çoğu zaman ulusal ve uluslararası boyutlar iç içe geçmiştir. Bu, devletin görev alanının tamamen değiştiği anlamına gelmez; hala ‘sınırlı’ devlet yaklaşımı kabul edilmişken yönetime bütüncül bakış açısıyla yaklaşmayı, mikro hedef ve araçlardan çok makro neticelere, yani ‘küçükten’ ziyade ‘büyük’ resme, sonuçlara yoğunlaşmayı gerektirir. Merkezi idare ve yerel yönetimlerde görev, yetki ve sorumluluk dağılımı noktasında yapılan düzenlemeler en önemli göstergedir.

Değer merkezlilik etik siyaseti ve kısa dönemli menfaatlerden ziyade ‘değerleri’ odak alan yaklaşımı benimsemeyi gerektirir. Mesela, dış politikada ülkenin kısa dönemde zararına gibi görünen ama orta ve uzun vadede mutlaka Türkiye ve insanlığa yarar getirecek olan Mısır, Suriye, Filistin, Arakan ve Doğu Türkistan gibi meselelerde ‘hak’ ve ‘adalet’ yanında yerini alan hükümet temel insani ‘değerlere’ dayandığını göstermektedir. Aynı kalemden olarak; gerektiği durumlarda güçlü ‘müttefiklerine’ ‘hayır’ diyebilen Türkiye, gene ‘etik’ siyaset prensibine uygun biçimde hareket etmektedir. Mevzu iç siyaset açısından da geçerlidir. ‘Değer’siz siyaset olmaz. Milli ve manevi değerlerimizi yeniden keşfetme sürecindeyiz.

Demokratik yaklaşım halka inanmayı ve güvenmeyi gerektirir. Halkın seçtiği Cumhurbaşkanı ilkenin müşahhaslaşmış halidir. İstişare kültürü halka ‘dayanmayı’ gerektirir. Alternatifi, kişilere dayanmak olduğu için ‘halka dayanmak, hakka dayanmak’ olarak algılanır. Dayanma ‘sözde değil, özdedir’. Sözgelimi, birilerinin iddia ettiği gibi, Sivil Toplum ‘gazı alınacak’, ‘ikna’ edilecek, ‘kandırılacak’ bir topluluk değildir. Son dönemlerde yapılan sayısız yasal düzenlemeler demokratik yönetimin tesisi için kilometre taşlarıdır. 1982 Anayasasının vesayetçi kurumlarının bertaraf edilmesi, HSYK, YAŞ, MGK ve TSK gibi kurumların gerçek fonksiyonlarına kaydırılması en önemli adımlardır. Son on yıllık AB İlerleme Raporları demokratik kazanımları açıkça ortaya koymaktadır.

Şeffaf yönetim ilkesi kamu gücü kullanan şahısların kullandıkları yetkilerin, aldıkları kararların, harcadıkları kaynakların kendi şahsi malları olmadığı, ‘emanet’ olarak algılandığı bir yaklaşımın benimsemesini gerektirir. Bu kapsamda merkezi ve yerel yönetimlerde getirilen düzenlemeler, en kutsal hak olan ‘bilgi edinme hakkı’ ve ‘kamuoyu denetimi’ boyutlarındaki son düzenlemeler sürekli olarak saydamlığa vurgu yapmaktadır. Yapılan çok sayıda anayasa değişikliği ve yasal düzenleme bunun göstergesidir. ‘Eski’ anlayış bireyleri ve makamları ‘kutsadığı’ için eleştirilirken, ‘yeni’ dönemde kamu güç ve kaynaklarını ilgilendiren her şey, herkesin gözü önünde cereyan edecektir. Kamu gücü kullananlar hesap verecek, hizmetlerden etkilenenler ise hesap soracaktır. Gizli, kapaklı kararlar ve ‘efsunlanmış’ yapılara bu süreçte yer yok.

Stratejik bakış yönetimde esnekliği ve uzun solukluluğu getirir. ‘Sonuç’ odaklı yaklaşımdır. Uzun dönemli planlar detayları zamana bırakmayı ve tüm ilgililerin görüşlerinin alınmasını gerektirdiği için klasik/rutin yaklaşımdan farklıdır. ‘Etkin yönetim’ sorumluluğu bu yöntemi dayatır aslında. Türkiye’nin 2023, 2053 ve 2071 vizyonlarına sahip olması başlı başına stratejik yaklaşımın bir göstergesidir. Gene merkezi yönetim ve yerel idarelere getirilen stratejik yönetim yaklaşımı buna örnektir.

Basitleştirilmiş yönetim süreçleri Yeni Türkiye’nin en önemli unsurlarındandır. Merkezi idarede bakanlıkların yeniden yapılandırılması,  yerelde büyükşehir belediyelerinin sayıca artırılarak, görev alanlarının genişletilmesi gibi adımlarla kendini gösteren tüzel kişilik sayısının azaltılması suretiyle ‘görev-yetki ve sorumluluk’ arasında açık ve basit ilişkiler kurulmasını sağlayan düzenlemeler yönetimi basitleştirme amacıyla yapılmıştır. Bakanlık yapılarının standartlaştırılması ve basitleştirilmesi gene bu kapsamdadır. Süreç basitleştirme devlet mekanizmasını daha görünür, daha tanımlanabilir ve daha denetlenebilir hale getirdi. En tepeden en aşağıya kadar kamu gücü ‘fazla kilolarından’ kurtuldu.

Dinamizm ve katılım zikredilmesi gereken bir başka yönteme dönük husustur. Kamu süreçleri dinamik olmaya zorlanmaktadır. Kurumların yeni durumlara, yeni şartlara uyum sağlama kapasiteleri tahkim edildi. Değişen ihtiyaç ve kaynakların yönetimde dönüşüme yol açacağı kabul edildi. Gerçekten de yönetim, canlı bir faaliyet olması nedeniyle zamana ve zemine göre farklı yol ve yöntemlerin uygulanmasını gerektirebilir. İlgililerin katılımını sağlayacak mekanizmalar kamu gücü kullanan yönetimler eliyle sağlanacaktır. Katılım ‘görüntüyü’ kurtarma ve ‘laf olsun’ kabilinden olmamalıdır. Konumuna ‘uyum’ sağlayamayanlar, uyum sağlayacak olanlarla tebdil edilirler. Hiç kimse vazgeçilemez değildir. Dinamizm ‘adam’ harcama anlamına gelmez, ama hizmet odaklı olmayı gerektirir. Siyasette getirilen ‘Üç Dönem Kuralı’ belki en önemli göstergedir.

Sonuç olarak; Yeni Türkiye somut boyutları bulunan, sınırları belli ve Türkiye açısından bir gelişme ideali anlamına geliyor. Önceki yazımızda zikrettiğimiz dört boyut ve yukarıda ifade ettiğimiz yöntem ilkeleri ve prensipler Yeni Türkiye’nin kodlarıdır. Türkiye’nin son on iki yılda kat ettiği mesafe tüm ilgililer tarafından çok yakından takip edilmektedir. Daha fazla tartışılmasına katkı sağlamak için konuyu gündemde tutmaya devam etmemiz gerekiyor. Yeni Türkiye’yi anlamadan, toplumu anlamak mümkün olmaz. Bu kapsamda ‘paralel’ yapılar, mevcut sisteme alternatif merkezler tasfiye edilmek zorundadır. Yeni Türkiye, Yeniden Büyük Türkiye demektir.

Birileri Yeni Osmanlıcılık olarak nitelendirse de…