YEREL KAMU POLİTİKALARI

Prof. Dr. Önder Kutlu

‘Kamu hizmetinin yürütülmesi esnasında, kamu yönetiminin bilinçli olarak yapmayı ya da yapmamayı tercih ettiği şeylere’ kamu politikası denildiğini biliyoruz. Seçilmiş siyasetçiler ve atanmış bürokratların toplum adına karar verirken mutlaka bilinçli tercihlerle hareket etmeleri beklenir. Yetersizlik ve yeteneksizlikleri nedeniyle hareketsiz kalmaları durumunda buna kamu politikası değil, politikasızlığı adı verilir.

Yerel seviyede verilecek kararlarda toplumun beklentileri, yönetim sisteminin temel ilkeleri ve genel teamüller belirleyici olur. Yerel yöneticilerin bu hususlara mutlaka itibar etmeleri beklenir.

Yerel yönetimler, Osmanlı’nın son döneminden beri, yaklaşık 150 yıldır gelişti; günümüz şartlarına uyum sağladı. Ancak bu birimlerin ulaştıkları seviyenin yeterli olmadığı da ortada. Mahalli aktörler, karar verme süreçlerine istenen seviyede katılamıyorlar.

Alelacele, günübirlik ve yapılabilirliği tartışılmadan alınan kararlar olumlu netice vermiyor. Kararlar çok hızlı veriliyor, ama uygulanabilirlik boyutu daha sonra gündeme geliyor. Yani, önce kararı veriyor, sonra nasıl uygulanacağını düşünüyoruz. Planlama süreci çok kısa, uygulama dönemi çok fazla zaman alıyor. Bizim temel problemimiz bu.

Başarılı kamu politikalarına sahip ülkeler, bizim yaptığımızın tersini yapıyorlar: Düşünme ve planlama aşaması uzun, uygulama aşaması ise kısa. Mesela, İngiltere’de bir yerel kamu politikasında karar verme uzun süre alır, uygulaması ise kısa. Doğru olan da budur. O durumda kararı verdikten sonra, geriye dönmeleri gerekmez.

Dünyada ve Türkiye’de son dönemlerde gündeme gelen yerel yönetim reformları katılımcılığı artırma konusuna yoğunlaştı. Vatandaşların yönetim süreçlerinde etkin olmaları amacıyla planlanan bu adımların Türkiye’de, yönetim kademelerinde karşılığının sınırlı olduğunu ifade etmemiz gerekiyor.

2005 yılında kabul edilen Belediye Kanunundaki bazı maddeler katılımı zorunlu şart olarak öngörmektedir. Kanunda yer bulan kent konseyleri (76.md.), hemşehri hukuku (13.md), belediye hizmetlerine gönüllü katılım (77.md.), stratejik plan (41.md.), belediye meclisi (20.md.) ve ihtisas komisyonu (24.md.) faaliyetlerine katılım gibi maddeler bu kapsamda düşünüldü.

Katılım sağlama noktasında belediye yöneticilerine çok önemli görevler düşüyor. Vatandaşın kendiliğinden katılmasını beklemek yerine, onları sürece dâhil edecek adımlar mutlaka onlar tarafından atılmalıdır. Bu, işin tabiatı gereğidir.

Belediyeler katılımı sağlama hususunda ne kadar istekliler? Katılım sadece vatandaş katılımı olarak mı düşünülmeli; karar organları ve çalışan katılımlarının sağlanması önemli mi?

Kendi organlarının ve çalışanların katılımı sağlanmadan, vatandaş katılımını sağlamak imkânsız. Konya’da belediye meclisi üyelerinin bile tam olarak katılamadıklarını biliyoruz. Üzülerek ifade etmeliyiz ki, komisyon ve meclis faaliyetlerinin kendilerinden ‘saklandığını’ düşünen meclis üyeleri bile var.

Kent konseylerinin tam manasıyla etkin olmadığı da ortada. Pek çok kent konseyi görevini layıkıyla yerine getiremiyor. Tam olarak etkin değil. Mevcut yöneticiler, etkin olmasını istemiyorlar. Konya’da istediğini iddia eden belediye başkanı varsa, buyursun izah etsin. Kamuoyunu ikna etsin.

Öte yandan, profesyonelce çalışan kent konseyleri yok değil. Mesela, Bursa Kent Konseyi bunların başında geliyor. Atanmış bir genel sekreteri ve iyi işleyen bir mekanizması mevcut. Son birkaç yıldır çok faydalı etkinlikler düzenliyorlar. Örnek çalışmaları var. Şehir olmanın ve şehirli refleksi vermenin ön şartlarıdır bunlar. Kimse gücenmesin, darılmasın: Konya bu anlamda ‘köylü’. Kent havasını hissedemiyorsunuz ki, kent konseyini hissedesiniz. Şehir hala ‘köylü’ refleksleriyle hareket ediyor; ‘şehirli’ gibi değil.

Peki, Konya hemşehri hukukunu yeterince uyguluyor mu? Hemşehriler kendilerini ne kadar belediye hizmetleriyle ilgili hissediyorlar? Burada da şüpheler mevcut. Belediye hizmetleri sanki bir lütuf gibi sunuluyor. Oysa, kamu görevi olarak düşünülen hizmetlerin sunulması bir zorunluluk. Belediyenin hizmeti hiç sunmaması, eksik ya da yanlış sunması doktorun hastasıyla ilgilenmemesi gibi bir şey. Hukuki açıdan sorumluluğu gerekir.

İhtisas komisyonları farklı değil. Komisyon çalışmaları ‘kapalı kapılar ardında’ yürütülüyor, halka yani hizmet ‘kendilerine sunulan’ insanlara kapalı. Vatandaş İmar komisyonu toplantısına katılmak istese, izin verilmez. ‘Verilir’ diyen varsa buyursun, örneğini göstersin. Bu yasal açıdan bir suç. Kanun, toplantıların halka açık olacağını, hatta katılımcıların görüşlerini bile açıklayabileceklerini söylüyor. Uygulama ise tam zıddını.

Eksikliklerden biri de vatandaşın taleplerine olumsuz cevap verilmesi halinde, itiraz yer ve yönteminin kararlarda belirtilmemesi. Yani, olumsuz cevap durumunda, ‘bu karar aleyhine şu mercie başvurabilirsiniz’ hükmü yer almıyor.

Konya itiraz edenden, hakkını arayandan ve eleştirenden hazzetmiyor. Eleştiri durumunda ‘ne menfaati var’ sorusu soruluyor. Oysa değer verilse, eleştirilerin doğruluk payı var mı, diye bakılsa topluma daha fazla katkı sağlayacak.

Bu biraz da yetişme tarzından kaynaklanıyor; aile ve okulda başlıyor. Bunları İngiltere’de yaptığım ilkokulda öğretmenlik ve üniversitede öğretim üyeliği görevlerinden biliyorum. Herkes hakları konusunda duyarlı olsa, sorumlukları konusunda da olur. Hakkını savunamayan, sorumluluğunu da ihmal ediyor. Orada, bu düşünce ilk çocukluk yıllarından itibaren kişilere benimsetiliyor.

Konya’nın problemi de bu. Meseleleri samimiyetle tartışmadan, en doğru cevabı beraberce vermeden olmuyor. Lütfen herkes görüşlerini samimi bir şekilde açıklasın. Karanlığa konuşmasın. Eleştirilenler de tahammülü öğrensinler.

‘Yanlış yaparsan, seni kılıçlarımızla düzeltiriz’ diyen bir milletin torunlarına bu durum yakışmıyor.  

Politikalarımızın başarılı, insanımız mutlu olması için bu şart...