YUNANİSTAN BU HALE NASIL GELDİ?

Prof. Dr. Önder Kutlu

Komşuda dün referandum vardı. Başbakan Çipras halka ekonomi politikalarını ve İMF ile anlaşmanın devam edip, etmemesi konusundaki düşüncelerini sordu. Halk da cevabını verdi. Yunanistan’ın uzunca süredir gün yüzüne çıkan ekonomik sorunları gündem maddesi.

Referandum yolu demokrasilerde sıkça rastlanan bir ‘doğrudan demokrasi’ uygulaması. Millete kendini ilgilendiren konularda karar verme hakkı tanınıyor.

Vatandaş ekonomiden ne anlar? AB veya İMF ile anlaşın, dese ne olur, anlaşmayın dese ne? Ekonominin kendi öncelikleri ve çalışma prensipleri var. Buna aykırı karar verip, işlem yaptığınız zaman sıkıntı yaşarsınız.

Ekonomik sorunlarda iki boyut var. Aslında her meselede iki boyut bulunur: Teşhis ve tedavi. Ekonomik sorunlar doğru teşhis edilebilir, hastalığın neden kaynaklandığı iyi bilinirse sıra tedaviye gelir.

Teşhis bakımından uzmanlara güvenmek zorundasınız. Ülkenin kendi uzmanları ya da uluslararası uzmanlar fark etmez. Etmemesi gerekir. Eğer fark ediyorsa, ülke uzmanları farklı şeyler söylüyor, uluslararası uzmanlar farklı tespitler yapıyorsa öncelikle o sorunu çözmek gerekir.

Tedavide farklı yollar bulunabilir. Bazıları ekonomik yükü düşük ekonomik gelirli kesimlere yüklemeye çalışabilir, bazıları yüksek gelirli kesimlere, bazıları ise tüm topluma adaletli bir dağılım yapabilirler. İstenen şey tüm topluma ve adaletli dağılım yapılması.

Şimdi halk neyin kararını verdi? IMF veya AB ile anlaşmayın denildiğinde ne olacak? Anlaşın denildiğinde ne?

Yunanistan’ın meselesi olmayan parayı dağıtma, Euro’ya güvenerek herkesi refah içinde yaşatma lüksü. Hani 7 Haziran seçimlerinden önce gündeme gelen emekliye bu, asgari ücretliye şu denilerek dağıtılan ve realist olmayan ekonomik kaynaklar gibi.

Yunanistan’ın bu hale geleceği çok açıktı. Üretim ve ülkenin ekonomik kaynaklarıyla uyumlu olmayan bir refah düzeyi bulunuyordu. Henüz kriz tartışmaları ortaya çıkmadan önceydi. Televizyonda, bahçesinde havuzu bulunan lüks bir villa ve villanın bitişinde bakkal dükkânı işleten villa sahibini izlemiştim.

Bana ters gelmişti. O dükkân sahibinin o villayı nasıl satın alıp, kullanabildiğine şaşırmıştım. O villanın işletme maliyetlerini bile karşılaması zor görünen biri oranın sahibi olabilir mi?

Çarşı, pazarda gezerken de benzer tahminlerim olur. Mesela iyi giyimli biri, küçük bir tezgâh açmış ama tezgâh boş. Hepsini satsa adamı geçindirmeye yetmeyecek. O insanların o işi yapmaları beni ‘meraklandırır’. Muhtemelen ‘başka bir işi var’ derim.

Aynı şey Yunanistan açısından da geçerli. Olmayan parayı harcarsanız, işçi, memur ve çalışanınıza ödeyemeyeceğiniz miktarları öderseniz sonu bu olur. Esnaftan, tüccardan alacağınız vergiyi almazsanız gene aynı son mukadder.

Oysa benzer tartışmaları genel seçimlere giderken biz de yaşamıştık. Birileri olamayacak vaatlerle seçmenin karşısına çıktılar. Toplumun belli bir kesimi de buna itibar etti.

Yunanistan düzlüğe çıkamazsa bölge için sıkıntı olur. En fazla kendilerine, AB’ne olmak kaydıyla bize bile bulaşabilir. O kadar soydaşımız yaşıyor orada. Dikkatleri başka yöne çekmek için ciddi bir çaba içindeler. Ege’de it dalaşına devam ediyor, Türkiye’ye düşmanca mesaj vermekten geri durmuyorlar.

Görünüşe bakılırsa HDP’yi de çok tasalandırıyor malum memleket. Neredeyse yardım kampanyaları düzenleyecek, cami önüne mendil serecekler.

Konunun savurganlık boyutuna bakılmalı. Olmayan parayı dağıtan ülkeler ne hale geliyor? Neye güvenerek bu duruma düştükleri sorusunun cevabı AB ve ABD. Avrupa iki temel medeniyet kaynağından beslendiğine inanıyor: Eski Yunan ve Roma İmparatorluğu.

Avrupa’ ismi bile Yunan mitolojisinden. Batmamıza müsaade etmezler, diye düşündüler. Yanılıyorlar. Vakti zamanında AB’ye aldılar; düne kadar o kadar destek verdiler. Ama Yunanistan bir ‘dipsiz kuyu’. Dökülen kaynak kayboluyor. Ayrıca kendileri de o kadar iyi durumda değiller.

Yunanistan krizinden ders almamız lazım.

Bize bulaşmaması için ne yapabiliriz?