Zamanın ve Mekanın Ötesine Nasıl Geçilir?

Mehmet Toker

Zaman ve mekân, insan hayatının tamamını kuşatan iki önemli kavram. İnsanoğlunun bu iki kavramdan bağımsız olarak yaşaması mümkün değil. Kendisi yaratılmış olan insanoğlu, yaratılmış olan her şeyin zaman ve mekân kavramlarıyla kopmaz ayrılmaz bir ilişki içerisinde olduğunu biliyor. Bu bilgi sayesinde hayatının tüm düşünce kodlarını bu iki kavram çerçevesinde oluşturuyor. Bu iki kavram tarafından kuşatılan insanın onların dışında bir alem düşünmesi bile çoğu zaman mümkün gözükmüyor. -[Allah'ın ezeli ve ebedi oluşunu veya kullara mükafat veya ceza olarak vadedilen cennet ve cehennemin sonsuzluğunu kavramaktaki zihni yetersizlik, bu durumun bir anlamda dışa vurumudur.]-

Yaratılmış olan bütün varlıklar belirli bir zamanda ve belirli bir mekânda var olmuşlardır. Mekânsız bir yaratılma düşünülemeyeceği gibi zamanın ihata etmediği bir yaratılmayı/yaratılmışı da tasavvur etmek pek de mümkün gözükmemektedir. Zaman ve mekân konusunda insanoğlu, fiziki manada bir kuşatılmışlığı ve iç içeliği beraber yaşamaktadır. Zaman ve mekâna bağımlı olan sadece insan değildir. Onlar da birbirlerine bağımlıdır. Üzerinde zamanın hükmünün yürümediği bir mekân ve bir mekânda geçerli olmayan zaman yoktur. Zira zaman ve mekândan münezzeh olan, zamana ve mekâna bağlı olmayan yegâne varlık Allah'tır CC. Yaratma fiili ile beraber zamanı ve mekânı da var eden, yaratan Allah'tır. Zaman ve mekân da diğer bütün mahlukat gibi Allah tarafından yaratılmış, onun hükmü ve emri altında olan ve mutlak manada Allah'ın tasarrufunda olan mefhumlardır.

Zamanı ve mekânı yaratan ve bütün yaratmış olduğu diğer varlıkları zaman ve mekânla kuşatan Allah CC, dünyaya halife olarak göndereceğini, yaratmadan önce ilan etmiş olduğu insanoğluna tekbir sorumluluk vermiştir. İnsanoğlundan herhangi bir mal, mülk, nimet ya da rızık istememektedir. Kur'an-ı Kerim'de Zariyat Suresi 56 ve 57. ayeti kerimede "Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım. Ben, onlardan bir rızık istemiyorum. Bana yedirmelerini de istemiyorum." buyurmak suretiyle insanın sorumluluğunun ne olduğunu, net bir şekilde ifade etmiştir. İnsanoğlunun yegane sorumluluğu, şaşmaz ve samimi bir iman ve bu samimi imanın fiile dökülmüş hali olan ibadet. İbadetlerin de özü, zirvesi ise namaz ibadetidir.

Namaz ibadeti, İslam dinindeki diğer ibadetler gibi zamanla mukayyet olan ibadetlerden birisidir. İslam Dininde her farz veya vacip ibadetin bir ifa zamanı vardır. Oruç ibadetinin zamanı Ramazan ayıdır. Hacc ve Kurbanın zamanı Zilhicce ayıdır. Zekat yılda bir defa verilir vb.... Günde tayin edilmiş olan beş farklı vakit, her bir namaz için özel zaman dilimidir. Bunun dışında cuma günleri, Cuma Namazı için belirlenmiş bir zamandır. Aynı şekilde hükmü vacip ve sünnet olan namazlar için de belirlenen vakitler vardır.

Namaz ibadetini biz bir mekâna bağlı olarak gerçekleştiririz. Peygamber Efendimiz (SAV) ifadesiyle: "Yeryüzü (toprak) benim için mescit ve temiz kılınmıştır. Ümmetimden kim nerede namaz vaktine ulaşırsa hemen orada namazını kılabilir." hadisi şerifinden de anladığımız üzere, Namaz mekânı yeryüzünün her temiz noktasıdır. Müslüman yeryüzünün tamamında namaz ibadetini ifa edebilir. Bunun ötesinde namaz için ayrılmış olan mekânlar, mescitler/camiiler "Allah'ın evleri" olarak zikredilir. Namaz için ayrılmış özel mekân kutsiyet kazanır. İşte namaz ibadeti de zahiren görünüşte zaman ve mekânla iç içe geçmiş, sınırlandırılmış bir ibadet olarak değerlendirilse de hakikatte, işin maneviyatında namaz, zaman ve mekân ötesine bir yükselişin ifadesidir.

Namaz için herşeyden önce özel bir temizlik ritüeli gerçekleştirilir. Genelde gusül, özelde abdest. Namaz için zihnen, kalben, bedenen hazırlığı ifade eder. Büyük buluşma öncesi bir arınma, mentâl olarak hazır hale gelme. Sonra huzura çıkacak özenin gösterilmesi. Bedenin aybının setredilmesi. Akabinde muayyen zamanın, vaktin girmesiyle beraber bir yöneliş... Yeryüzünün neresinde olursanız olun, tek bir merkeze tek bir odağa yönlerin çevrilmesi. Kalbî istikametin, kalbî düzgünlüğünün sembolik ifadesi olarak kıblenin birliği, maddi istikametin vahdeti. Bütün arızî mekânların aradan sıyırılması. Manen kutsanan mekâna bakışların, yüzlerin çevrilmesi. Maddi yöne dönerek manevi olana yöneliş.

Zaman, sadece insanoğlunun gök cisimlerinin hareketine kıyaslayarak tespit ettiği anların sayımından ibaret değildir. Mekânda sadece fiziki alemden, müşahede aleminden ibaret değildir. Zaman izafidir. Fizik ötesi alemler mevcuttur. “Allah yolunda katledilenlere ‘ölü’ demeyin. Bilakis onlar diridirler, ancak sizler (bunu) hissedemiyorsunuz.” (Bakara, 154). Benzeri bir diğer ayette de şöyle buyrulmaktadır: “Sakın Allah yolunda katledilenleri ölmüşler sanmayın! Bilakis onlar diridirler; Rabbleri katında rızıklanmaktadırlar.” (Âl-i İmran, 169) Şehitlerin yaşadığı alem, mekân ve zaman...? “O (azap), derece ve makamların sahibi Allah’tandır. Melekler ve Ruh (Cebrail) oraya, miktarı (dünya yılıyla) elli bin yıl olan bir günde yükselip çıkar” (Me’âric, 3-4). “O, gökten yere kadar olan bütün işleri düzenleyip yönetir. Sonra da o işler, sizin sayageldiklerinize göre bin yıl tutan bir günde O’nun nezdine yükselir.” (Secde, 5) Melekûti ve lahuti zamanlar. Ellibin yıl olan bir gün ve bin yıl olan bir gün... Zaman içinde zaman. Mekân içinde mekân...

Bu ayetlerin anlatımından şunu anlıyoruz ki: “hayat” dediğimiz mefhumun tek bir boyutu yok. Mekân ve zamanı tek boyutlu, sabit ve mutlak olarak algılamakta büyük bir yanılgı. Bizler bu dünyada hayatın sadece bir boyutunu yaşıyoruz. Şuuruna vararak kılınan her namaz, insana farklı boyutlarıyla hayatı yaşatan, beden kafesinden ruhunu özgürleştiren bir manevi iklim. Zamanın içerisinden, mekândan alıp, insanı zamanın ötesine, nâmütenahiye kanatlandıran manevi ve lahuti bir güç. Belki de bunun için namaz, Müminin miracı. Zaman ve mekânın içerisinden, zaman ve mekânın ötesine yükseliş.