Turuncu Devrim’den Kırım’ın ilhakına giden süreç sıcak çatışmayı başlattı… Kazananı olmaz, kaybedeni çok!

Rusya-Ukrayna krizinin ilk kıvılcımının Turuncu Devrim’le başladığını ve Kırım’ın ilhakı ile bu sürecin hızlandığını söyleyen Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Uzmanı Doç. Dr. Levent Yiğittepe, yaşanan kriz karşısında AB ülkelerinin ve NATO’nun tepkilerini yetersiz ve etkisiz olarak gördüğünü ifade etti.
Turuncu Devrim’den Kırım’ın ilhakına giden süreç sıcak çatışmayı başlattı… Kazananı olmaz, kaybedeni çok!

Rusya Devlet Başkanı Putin, Ukrayna'da ayrılıkçı bölgeler olan Donetsk ve Luhansk'ı tanıdı. Kararın ardından birkaç saat sonra Rus liderin Donetsk ve Luhansk'ta 'Barış gücü' operasyonları için talimat verdiği duyuruldu. Bölgede tansiyon yükseldi. Daha sonra Ukrayna’nın farklı bölgelerinde başlayan çatışmalar, tüm dünyayı ayağa kaldırdı. Putin devlet televizyonundan ulusa seslendi. Ukrayna'nın Sovyetler'in bir parçası olduğunu söyledi, Lenin tarafından kurulduğunu hatırlattı. Putin şimdi ise Ukrayna'nın Batılı güçlerin kontrolünde olduğunu ifade etti. Ukrayna'nın doğusundaki ayrılıkçı bölgelerin egemenliğini kabul eden Rusya'nın hamlesi gözleri Kiev'e çevirmişti. Putin'in attığı imza sonrası kameraların karşısına geçen Ukrayna lideri, Rusya'ya ateş püskürdü. Putin'e adeta meydan okuyan Zelenskiy, "Hiç kimseye bir karış toprak bırakmayacağız" dedi, korkmadıklarını söyledi. Avrupa ülkeleri ve NATO ise, Rusya’ya uyarılarda bulunarak çeşitli yaptırımlar uygulama kararı aldı. Putin'in bundan sonraki planı ne? Türkiye, Ukrayna–Rusya krizinin neresinde? Krizin sebebi nedir, sonuçları ne olur? Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Uzmanı Doç. Dr. Levent Yiğittepe, konuyla ilgili çarpıcı değerlendirmelerde bulundu.

1-20220224182103.jpg

ÇATIŞMANIN İLK KAYNAĞI 2004 TURUNCU DEVRİMİ

Rusya ve Ukrayna arasında devam eden krize ilişkin Yeni Haber’e değerlendirmelerde bulunan Uluslararası İlişkiler ve Güvenlik Uzmanı Doç. Dr. Levent Yiğittepe, “Bu gerilim aslında 2000’lerden sonra başlamıştır. Ukrayna’nın, Soğuk Savaş sonrası dönemde Avrupa ile olan ilişkilerini geliştirmek istemesi ve Rusya Federasyonu’nun 2000’li yıllardan sonra yeniden yayılmacı politikalar ya da eski Sovyet Cumhuriyetlerini kendi hegomonyası altında görmek istemesi, çatışmanın temel kaynağını oluşturuyor. 2000’lerin şöyle bir özelliği vardır; 90’lı yılların başında Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrası 2000 yılına kadar Rusya Federasyonu kendini yenileme dönemine girmiştir. Yani o eski, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) zamanındaki gücüne kavuşmak için bir bekleme dönemine girmiştir. 2000’den sonra Rusya, yeniden eski SSCB dönemindeki gücüne kavuşmaya ve o yönde de hem askeri anlamda hem de siyasi anlamda yeniden küresel bir güç, küresel bir aktör hedefine girişmiştir. Bu da tabi ilk olarak Batı’yı ve Avrupa’yı, daha da doğrusu NATO’yu tekrar karşısına almasını gerektirmiştir. Tabi burada Rusya-Ukrayna özelindeki tarihsel plana baktığımızda, 2004 yılını milat olarak değerlendirmemiz lazım. 2004’te Ukrayna’da Turuncu Devrim başlamıştır. Çatışmanın ilk kaynağına buradan bakabiliriz” dedi.

levent-yigittepe.jpg

TURUNCU DEVRİM’DEN SONRA, UKRAYNA ÖNEMLİ BİR İKİLEMDE KALDI

Turuncu Devrim’den sonra, Ukrayna’nın önemli bir ikilemde kaldığını belirten Doç. Dr. Yiğittepe, “Ukrayna’nın Rusya ile bağlantılı şekilde siyasi, ekonomik anlamda egemenliğini devam ettirmek ya da yönünü Batı’ya çevirmek şeklinde iki seçeneği ortaya çıkmıştır. İşte esas olaylar burada, 2004’te Turuncu Devrim’de başlamıştır. İlk kıvılcım bu olmuştur” dedi.

2-20220224182103.jpg

SÜREÇ, 2014 ‘DE KIRIM’IN İLHAKI İLE BAŞLADI

Krizin bu aşamaya gelmesinin en önemli olayının ise 2013’te başlayan ve 2014’te Rusya’nın, Kırım’ı ilhak etmesiyle devam eden süreç olduğunu ifade eden Yiğittepe, “Bu krizdeki diğer önemli nokta; Ukrayna’da dönemin Devlet Başkanı Viktor Yanukoviç’in Avrupa Birliği (AB) anlaşmalarından çekilmiş olmasıdır. Yani aslında, Avrupa politikalarına sıcak bakan Yanukoviç’in, Rusya’nın etkisiyle yüzünü Avrupa’ya dönmekten ziyade Rusya’ya yakınlaşmayı tercih etmesinden kaynaklanmıştır. Bu durum Ukrayna halkını, özellikle Kırım’daki ve Ukrayna’nın doğusundaki halkı da içine alacak şekilde, yani Ukrayna’yı destekleyen halkın, birtakım protestolar yapmasına neden oldu. Bu protestolar sonucunda Viktor Yanukoviç, Rusya’ya kaçmak zorunda kalmıştır. Sonrasında gelen Proşenko ise tamamen yönünü Batıya dönmüştür. AB ile ilgili olan antlaşmaları tekrar gündeme getirmiş ve imzalamıştır. Arkasından da NATO’ya üye olabiliriz mesajını vermiştir. Tabi burada Rusya buna sessiz kalmayıp, ilk olarak Kırım’ı ilhak ederek, hatta orada bir referandum yaparak, Rus nüfusu fazla olduğundan dolayı, seçimlerde referandumla o bölgenin Rusya’ya katılması oylanmıştır. Bu, uluslararası hukuk açısından geçerli bir referandum değildir. Uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler nezdinde Kırım hali hazırda Ukrayna’nın toprağıdır, bir parçasıdır. Aynı şekilde Donbas, Luhansk ve Donetsk bölgelerinden de bahsedersek, bunlar da aynı şekilde Ukrayna’nın toprakları içerisinde görülmektedir. Fakat burada birçok denge söz konusu. Aslında kısaca, Ukrayna krizinin tarihini ya da arka planını bu şekilde özetlemek mümkündür” dedi.

3-20220224182103.jpg

BATI’NIN VE NATO’NUN TEPKİLERİ ÇOK YETERSİZ KALDI

Rusya’nın işgal girişimine karşın, Batı’nın ve NATO’nun tepkilerinin cılız ve etkisiz kaldığını değerlendiren Yiğittepe, “Ukrayna şu anda NATO’ya üye olmak istiyor ama henüz o konuda bir adım atılmadı. Rusya buna karşı çıkıyor. Ukrayna eğer NATO üyesi olsaydı, Rusya’nın saldırısı sonrası NATO’nun 5. Maddesi işletilirdi. 5. Maddeye göre, bir NATO üyesine yapılan saldırı, tüm üye ülkelere yapılmış sayılıyor bildiğiniz gibi. Dolayısıyla NATO, Ukrayna-Rusya çatışmasına askeri güç anlamında bir karşılık veremiyor. Bu sebeple tepkiler cılız kalıyor. Diğer taraftan, Avrupa Birliği’ne baktığımızda ise AB’nin en büyük sıkıntısı, kendisine ait bir güvenlik yapılanmasının olmamasıdır. Yani Avrupa Ordusu gibi bir yapı olmadığı için, NATO’nun şemsiyesi altında güvenlik tehditlerini giderme arzusunda olan bir kıta Avrupa’sından bahsetmemiz gerekir. Avrupa’nın ve AB ülkelerinin ellerinde bir askeri gücün olmaması, güvenlik tehditlerine karşı sert bir reaksiyon alamamalarının başlıca sebebidir” diye konuştu.

14-045.jpg

UKRAYNA’DAN SONRA BAŞKA HAMLELER GELEBİLİR

Rusya’nın, Ukrayna’dan sonra Polonya’yı da tehdit edebileceğini söyleyen Yiğittepe, “Polonya bir Avrupa Birliği ve aynı zamanda bir NATO ülkesidir. Buradan baktığımız zaman, AB’nin elinde güçlü bir ordunun olmaması yine son sözü NATO ve ABD’ye bırakmasına sebep olacaktır. Bu zaaflar, başta Avrupa Birliği olmak üzere Batı ülkelerinin Rusya’ya karşı yetersiz tepkiler ortaya koymasına neden olmuştur. Şu anda Avrupa ve Avrupa Birliği ülkelerinden, NATO ve ABD’den Rusya’ya yönelik askeri bir karşılıktan ziyade ekonomik anlamda bir yaptırım uygulanması söz konusudur. Uluslararası ilişkilerde yumuşak güçle müdahale dediğimiz bu yöntem şu anda ilk tercih olmuştur. Hard Power dediğimiz askeri güç konusunda ise herhangi bir adım henüz atılamamıştır” ifadelerini kullandı.

AVRUPA ÜLKELERİ ASKERİ GÜVENLİK ANLAMINDA YETERSİZ

Avrupa’nın askeri güvenlik anlamında zaaflarının olduğunu belirten Doç. Dr. Yiğittepe, “Bu krizleri değerlendirirken birkaç boyutta ele almamız lazım. Bu çatışmaların hem güvenlik boyutu var hem ekonomik boyutu var hem de siyasi boyutu var. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron bundan birkaç yıl önce NATO’nun beyin ölümünün gerçekleştiğini ifade etmişti. Bunun ardından da ‘biz kendi içimizde bir ordu kuralım’ diyerek Almanya’yı ikna etmeye çalışmıştı. O günlerde dönemin ABD Başkanı olan Trump ise NATO’nun önemli bir güvenlik ittifakı olduğunu hatırlatarak, AB ülkelerin yıllardır bu konularda kendi içinde anlaşmazlıklar yaşadığını ifade etmişti. AB ülkeleri ekonomik anlamda Yunanistan, İspanya gibi ülkeleri belki kurtarabiliyor ama askeri anlamda gücü olmayan bir yapı olarak dikkat çekiyor. Bu sebeple de ABD’nin ısrarıyla NATO’ya daha güçlü bağlanmaya zorlanıyorlar. Fransa’nın başını çektiği Avrupa Ordusu kurma fikri aslında Brexit’i de etkileyen bir unsur oldu. İngiltere’nin, ABD’ye yakınlığı ve NATO’ya bağlı kalma isteği AB’den ayrılma nedenlerindedir” dedi.

ABD, AB ÜLKELERİNE GAZ GÜVENCESİ VERDİ

Rusya-Ukrayna geriliminin enerji tedariki noktasındaki etkilerini de değerlendiren Yiğittepe, “Ülkeler arasındaki ilişkilere baktığımızda tek belirleyici elbette enerji değildir. Ama Avrupa’nın, Rusya doğalgazına ihtiyacı var. Bugün baktığımızda Almanya’nın Kuzey Akım 2 projesini durdurduğunu görüyoruz. Hattın tamamlanıp, gaz pompalanma aşamasına geçilmiş olmasına rağmen Kuzey Akım 2 askıya alındı. Burada garantör ülkeler devreye girdi. ABD’nin, ‘LNG ile size kaya gazı verir, gaz ihtiyacınızı karşılarız’ vaadi, Avrupalı NATO üyelerini yumuşatma ve kontrolünde tutan adımıydı” diye konuştu.

RUSYA, TÜRKİYE İÇİN EKONOMİK AÇIDAN ÖNEMLİ

Rusya-Ukrayna geriliminin Türkiye’ye olan etkileri hakkında görüş belirten Yiğittepe, “Rusya-Türkiye ilişkileri, Ukrayna-Türkiye ilişkileri ve NATO-Batı-Türkiye ilişkileri olarak üç farklı pencereden bakabiliriz. İlk olarak Rusya-Türkiye ilişkileri bakımından düşünmek lazım. Çünkü Türkiye, son dönemde hem askeri alanda hem ekonomik alanda Rusya ile önemli ilişkiler geliştirdi. Askeri alanda S-400 Hava Savunma Sistemlerini satın almıştır. Yine Ar-Ge alanlarında çeşitli askeri anlaşmalar yapılmıştır. Diğer taraftan Türkiye, doğalgaz ihtiyacının yüzde 30’unu, petrol ihtiyacının yüzde 10’unu Rusya’dan karşılayan bir ülkedir. Ayrıca Mersin Akkuyu Nükleer Santrali başta olmak üzere ortak projeler de devam etmektedir. Turizm ve ihracat konusunda da Rusya, Türkiye için ekonomik açıdan önemli bir ülke. Tüm bunlara baktığımız zaman Türkiye’nin, Rusya-Ukrayna geriliminden etkilenmemesi imkansız. Bu savaşın ileri boyutlara taşınması, Türkiye’nin hem Rusya hem Ukrayna ile olan ekonomik ilişkilerini olumsuz etkileyebilir” dedi.

RUSYA-UKRAYNA KRİZİ TÜRKİYE’Yİ YAKINDAN İLGİLENDİRİYOR

Gerilimin, Ukrayna-Türkiye ilişkilerine olan etkisi hakkında da yorum yapan Yiğittepe, “Bilindiği gibi Türkiye hiçbir zaman Kırım’ın ilhakını kabul etmedi. Türkiye’nin bölgesel olarak bu çatışmada bir denge politikası izlediğini görmekteyiz. Rusya ile olan ilişkiyi ve Kırım’ın durumunu göz önünde tutunca, Türkiye iyi bir denge politikası izliyor diyebiliriz. Uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler nezdinde Kırım, Ukrayna’nın toprağıdır. Türkiye de bunu tanımaktadır. Yine aynı şekilde Donbas ve Luhansk bölgesindeki durumu da uluslararası hukuk nezdinde yapılan açıklamaları baz alarak Ukrayna’nın toprağı olarak tanımaktadır. Ukrayna-Türkiye ilişkilerine baktığımız zaman, son dönemde Türkiye’nin satmış olduğu İHA ve SİHA’lar akla geliyor. Yine ticari ve ekonomik anlamda Ukrayna ile yapılan çeşitli anlaşmalar var. Bunları da düşündüğümüzde Rusya-Ukrayna krizinden en çok etkilenecek ülke Türkiye’dir” cümlelerini kullandı.

EN DOĞRU POLİTİKA, DENGE POLİTİKASI OLACAKTIR

Türkiye’nin bu kriz özelinde, NATO-Batı-Rusya ekseninde denge politikası izlemesi gerektiğini ifade eden Yiğittepe, “Türkiye ile NATO arasında tabii ki sıkıntılar var. Örnek verecek olursak; güney sınırlarımızdan gelen terör tehditlerine NATO’nun sessiz kalması eleştirilecek başlıca konudur. NATO’nun 5. Maddesi Türkiye söz konusu olunca devreye alınmadı. Burada NATO elbette sorgulanır. Ama geldiğimiz noktada, NATO içindeki Türkiye’nin, Ukrayna-Rusya-NATO denkleminde dengeleyici bir politika izleyerek en az zararla çıkması gereken politikalar uygulaması lazımdır. Bu denge politikası da şu anda olması gerektiği gibi başarıyla ortaya koyuluyor. Bu krizin gelecekte nasıl etkiler doğurabileceğine bu denge politikası da bir referans olacaktır” cümlelerini kullandı.

BU ÇATIŞMANIN TÜM DÜNYADA SİYASİ VE EKONOMİK SONUÇLARI OLACAKTIR

Güvenlik politikalarının salt askeri güvenlik kapsamında ele alınmadığını, siyasi ve ekonomik güvenliğin de önemli bir başlık olduğunu dile getiren Doç. Dr. Yiğittepe, “Küreselleşmenin getirdiği bir sonuç olarak bütün ülkeler birbirine entegre olmuş bir durumda. Küreselleşmeden kaçış yok. Ülkeler birbirleriyle karşılıklı bağlılık içinde hareket ediyorlar. Bu tip siyasi krizlerin bu konuya elbette etkisi olacaktır. Örneğin brent petrolün fiyatının 100 dolara çıkması, petrole bağımlı olan bütün ülkeleri elbette olumsuz etkileyecektir. Bu kaçınılmaz bir sonuçtur. 1973’teki petrol krizinin çıkmasının sebebi de benzer şekilde savaş durumlarıdır. Bunlar, devamında ekonomik krizleri yanında getirir. Küreselleşmenin bu denli etkili olduğu bir durumda ekonomik olarak etkilenmemek zaten kaçınılmazdır. Tüm dünya Rusya-Ukrayna Krizinin etkilerini yakından hissetmeye devam edecektir” şeklinde konuştu.

SEYFULLAH KOYUNCU / YENİ HABER GAZETESİ