"Su bizi terketmeden sahip çıkalım"

İSMAİL POÇAN / YENİ HABER
"Su bizi terketmeden sahip çıkalım"

Son yıllarda uluslararası gündemin üst sıralarında yer alan su,  21. yüzyılın stratejik kaynaklarından biri olacak. Sınır aşan su sisteminde her kıyıdaş devlet, suyun ülkesinde akan kısmı üzerinde tam egemen haklarını koruduğunu belirten Jeoloji Yüksek Mühendisi Fatih Mehmet Ceran Türkiye, Fırat ve Dicle sularından gelecekteki kullanımlarını tasarlarken şimdiden bu suların kullanımına yönelik çalışmaları başlatmalıdır. Yoksa dünyaca sınır aşan sulara kurallar konulduktan veya hukuk ilkeleri getirildikten sonra fazla bir seçeneğimiz olmayabilir” ifadelerini kullandı.

Su canlıların yaşaması için hayati öneme sahiptir. En küçük canlı organizmadan en büyük canlı varlığa kadar, bütün biyolojik yaşamı ve bütün insan faaliyetlerini ayakta tutan sudur. Dünyanın yüzde 70′ini kaplayan su, bedenimizin de önemli bir kısmını oluşturmaktadır. Ancak yeryüzündeki su kaynaklarının yaklaşık yüzde 0.3′ü kullanılabilir ve içilebilir özelliktedir. Su konusu son yıllarda uluslararası gündemin üst sıralarında yer almaya başlamıştır. Suyun dünya kamuoyunun ilgisini giderek artan bir biçimde çekmesinin başlıca nedenleri arasında nüfus artışı, hızlı şehirleşme ve sanayileşmenin yol açtığı su ihtiyacı ve iklim değişikliği yer almaktadır. Su sıkıntısının gelecek 20-25 yıl içerisinde Orta Doğu dahil bazı bölgelerde su krizine dönüşmesi ihtimali mevcuttur. Bu nedenle, ikamesi mümkün olmayan bu doğal kaynağın, 21. yüzyılın stratejik kaynaklarından biri olacağı genel kabul görmektedir.

2030’DA SU FAKİRİ ÜLKE OLABİLİRİZ

Türkiye’de yenilenebilir su potansiyelinin yaklaşık 234 milyon metreküp, tüketilebilir yeraltı ve yerüstü su potansiyelinin ise yılda ortalama 112 milyar metreküp olduğunu belirten Altınekin Platformu Yönetim Kurulu Üyesi, Jeoloji Yüksek Mühendisi Fatih Mehmet Ceran, “Ülke nüfusu dikkate alındığında 1500 metreküp civarında kişi başına düşen kullanılabilirlik su miktarı ile su kısıtlı bulunan ülkeler arasındayız. Küresel iklim değişiklikleri ve nüfus artışı dikkate alındığında 2030 yılında kişi başına 1120 metreküp su miktarı düşeceği ve su fakiri ülke durumuna geleceğiz. Her şeyden öte yeraltı  ve yüzey sularımız hızla kirleniyor” dedi.

KONYA POTANSİYELİN ALTINDA

Bu veriler ülke yüzölçümüne göre oranlandığında su potansiyeli açısından Konya’nın ülke ortalamasının oldukça altında olduğunu ifade eden Mehmet Ceran,  “Yapılan araştırmalara göre Konya Kapalı Havzası tarımsal üretim açısından ülkemizin en önemli bölgesidir.  Türkiye’nin tarım yapılabilir arazi varlığının yüzde 14’ünü Konya oluştururken; buna karşılık ilimiz, Türkiye’nin kullanılabilir su kaynakları potansiyelinin sadece yüzde 2,5’ine sahiptir. Doğal Hayatı Koruma Vakfı tarafından yapılan bir çalışmada Konya  Havzasının  2030 yılı için; Konya Kapalı Havzasında sıcaklıkların 4-6 derece artması ve yağışların yüzde 20-30 oranında azalması beklenmektedir. Bunun bir sonucu olarak yüzey suyunda yüzde 65, yer altı suyunda yüzde 54 azalma olacağı ve havzadaki toplam kullanılabilir su miktarında yüzde 56 azalma olacağı öngörülmektedir” diye konuştu.

su-(1).png

SULAK ALANLAR HER GEÇEN GÜN YOK OLUYOR

Uluslararası Su Yönetimi Enstitüsü'nün vardığı sonuca göre; 2025 yılına kadar Türkiye’nin, su sıkıntısıyla karşı karşıya kalacağını vurgulayan Ceran, “Su talebinin karşılanması için, şimdiden dışarıdan su taşınması gerektiği göz önünde bulundurulunca, Konya Kapalı Havzası'ndaki durumun, Türkiye genelinden daha kötü olacağı tahmin edilmektedir. Konya Kapalı Havzası'nda var olan tarım faaliyetleri, havzalar arası su taşınmasını gerçekleşmediği takdirde sürdürülebilir değildir. Sulama ve su koruma konularında daha etkin yöntemler ve gelişmiş teknolojiler kullanılması, sorunun çözümüne katkıda bulunabilir ama uzun vadede sürdürülebilirliği sağlayabilmek için daha tarımsal reformların gerçekleştirilmesi gereklidir.  Konya’da önemli sulak alanlar; son yıllarda su yönünün değiştirilmesi, aşırı kirlilik, kuru tarım alanlarının sulamaya açılması ve ekilebilir tarım arazisine dönüştürülmesi gibi nedenler yüzünden yok olma tehlikesi yaşamaktadır. Türkiye’nin en geniş sulak alanlarını barındıran Konya’da önemli 11 sulak alanda doğal hayat her geçen gün biraz daha yok olmaktadır. Özellikle sulama amaçlı yapılan ve sürdürülebilir olmayan su yöntemleri uygulamaları nedeniyle bu alanlar ciddi boyutlarda etkilenmektedir. Kuru tarım alanlarının sulamaya açılmasıyla birlikte bu alanlardan daha fazla su çekilmesi ve bu alanları besleyen küçük sulak alanların kurutularak tarım arazisine dönüştürülmesi kuşlar kadar ekolojik dengenin bozulması nedeniyle çiftçiyi dolayısıyla ekonomiyi de olumsuz etkilemeye başlamıştır” şeklinde konuştu.

TÜRKİYE’NİN SINIR AŞAN SULAR POLİTİKASININ ANA HATLARI

Türkiye’nin su kaynakları politikasının suyun Türkiye’nin ekonomik ve sosyal kalkınması, su ve gıda güvenliği açısından öncelikler, AB ile tam üyelik müzakereleri, bölgesel gelişmeler göz önünde bulundurularak oluşturulmakta ve değişen koşullara göre gözden geçirildiğini ifade eden Mehmet Ceran, “ Türkiye’nin yenilenebilir, ucuz ve çevre dostu olan hidroenerji potansiyelinden ve su kaynaklarımızın sağladığı diğer ekonomik ve sosyal faydalardan verimli ve sürdürülebilir biçimde yararlanması amacıyla gerekli projeler hayata geçirilmektedir. Bu çerçevede, başta GAP Bölgesi olmak üzere ülkemizdeki baraj, hidroelektrik santrali ve sulama projelerini bir an önce gerçekleştirmesine ilişkin çalışmalar sürdürülmektedir. Uluslararası su hukuku henüz oluşturulma aşamasındadır. Su konusunda bugüne kadar kabul edilen uluslararası sözleşmeler daha ziyade sınır aşan su kaynaklarının yönetimi ve korunmasına odaklanmıştır. Suyu tüm boyutlarıyla ele alan küresel ölçekte kabul gören uluslararası bir sözleşme bulunmamaktadır” diye konuştu.

TÜRKİYE’NİN COĞRAFİ KONUMU ÖNEMLİ

Türkiye’nin coğrafi konumu nedeniyle önemli bir konumda olduğunu belirten Ceran, “ Coğrafi konumu nedeniyle Türkiye; Meriç, Tunca, Arda ve Asi nehirlerinin aşağı kıyıdaş devlettir ve yukarı kıyıdaş devletlerin tüketici amaçlı kullanımlarından önemli ölçüde ve olumsuz yönde etkilenmektedir. Örneğin, Yunanistan tüketici amaçlarla, 1968 yılında Meriç ve Meriç'in bir kolu olan Arda nehirlerinin yataklarını değiştirmiştir ve şimdi Türkiye'ye bu nehirlerden çok az su bırakmaktadır. Bulgaristan da kendi topraklarında benzer türde bir politika uygulamaktadır. Suriye, Asi nehrinin tüm suyunu kullanmaktadır ve son on yılda bu nehir, Türkiye topraklarında kuru bir nehir haline gelmiştir. Diğer taraftan, Dicle ve Fırat nehirleri için, Türkiye bir yukarı kıyıdaş devlettir. Bu iki nehrin çıkışı ve başlıca kaynakları Türkiye topraklarında bulunmaktadır. Türkiye'nin, Fırat ve Dicle'nin sularından hakkaniyete uygun kullanımda bulunup bulunmadığını ortaya koymak için, bazı hususların açıklanmasında yarar vardır” dedi.

su-(2).jpg

FIRAT VE DİCLE’NİN DURUMU

“1946 yılında Türkiye ile Irak, aralarında yaptıkları bir anlaşmayla (Dostluk ve iyi Komşuluk ilişkileri Anlaşması) gereği Fırat ve Dicle sularının düzenlenmesi konusunda görüş birliğine varmışlardır”diyen Ceran, “Bu anlaşmaya göre, bu suların düzenlenmesi için yapılan tesisler aynı zamanda Irak'ın menfaatini de korumayı amaçladığı takdirde, Irak bu tesisler için yapılacak harcamalara katkıda bulunmayı kabul etmiştir. Diğer yandan bu anlaşma, Türkiye'nin kendi toprakları üzerinde suların akışını regüle etmek amacıyla tesisler yapmasına ilişkin egemenlik haklarını sınırlandırmamaktadır. Bu tesislerin aynı zamanda sulamaya yönelik kullanımlarının söz konusu olması halinde ise, bu tür bir kullanım, 1946 anlaşması dışında, ayrınca bir anlaşmayı gerektirmektedir. Ancak, 1946 anlaşması, Fırat ve Dicle'nin sularından sulama amacıyla yararlanılmak istemesi halinde, Türkiye'nin egemenlik haklarına, iyi komşuluk ilişkilerinin öngördüğünden daha fazla bir sınırlama da getirmemektedir.

1946 anlaşmasında ayrıca, Fırat ve Dicle nehirlerinin akışlarının durdurulması ve regüle edilmesi için en uygun alanların Türk toprakları içinde bulunduğu da ifade edilmiştir” ifadelerini kullandı.

FIRAT’TAN 450 METREKÜP SU BIRAKILIYOR

Keban Barajının dolumu sırasında Türkiye, tarafların ortak iradesiyle, Fırat nehrinden önce 350 metreküp/saniye, sonra da 450 metreküp/saniye su bırakıldığını vurgulayan Ceran, “Bu miktar, Karakaya (1976) ve Atatürk Barajının dolumu sırasında (1990) 500 metreküp/saniyeye yükseltilmiştir. Aşağı kıyıdaş devletlere bırakılan 500 metreküp/saniye su, yılda 16 milyar metreküp/su demektir. Fırat nehri, Türkiye topraklarında yılda ortalama 28-30 milyar metreküp su taşıdığına göre, bu Türkiye'deki suyun yaklaşık % 57'sinin aşağı kıyıdaş devletlere bırakılması demektir. Dikkatleri hakkaniyet ilkesine çekebilmek için hatırlatmak gerekir ki, Fırat nehrinin sularının % 89'u Türkiye'den kaynaklanmaktadır.  1939 yılında Türkiye ile Suriye arasında yapılan anlaşmaya göre, Türkiye'nin aşağı kıyıdaş durumunda bulunduğu Asi nehrinin (yılda ortalama 1.6 milyar metreküp su taşımaktadır) ve Afrin nehrinin sularının eşit olarak paylaşılması kararlaştırılmıştır. Ancak, gerçekte, Suriye'nin kullanımları nedeniyle, bu nehirlerden Türkiye'ye su bırakılmamaktadır. Bu nedenle bu nehirler, Türk topraklarında hemen hemen kuru birer nehir durumundadırlar. Dicle nehrinin sularının yüzde 51'i Türkiye'den kaynaklanmaktadır ve bu yılda yaklaşık 19 milyar metreküp dür. Irak, Dicle sularına yüzde  39, İran ise yüzde  10 oranında bir katkı vermektedir. Irak, Dicle nehrinin sularının 12 milyar metreküp kadarından faydalanabilmekte, geri kalan 26-28 milyar metreküp su ise her yıl doğrudan Basra Körfezine akmaktadır” şeklinde konuştu.

TÜRKİYE'NİN FIRAT SULARINA KATKISI YÜZDE 89

Ceran, “Fırat nehrinin toplam uzunluğu 2780 kilometredir ve bunun 1220 kilometrelik kısmı Türk topraklan içinde bulunmaktadır. Bu nehre Türkiye'nin yılda 28-30 milyar metreküp, Suriyelin 5 milyar metreküp su katmasına karşılık, Irak'ın bu nehrin sularına hiç katkısı yoktur. Bir başka deyişle, Türkiye'nin Fırat sularına katkısı yüzde  89, Suriye'nin ise, yüzde 11'dir. Gerek Suriye, gerekse Irak topraklarında, suyun iyi bir şekilde depolanması için pek fazla uygun alan bulunmamaktadır. Suriye halen Fırat suyundan yılda yaklaşık 3 milyar metreküp, Irak ise 9 milyar metreküp kullanmaktadır. Geriye kalan 20 milyar metreküp su her yıl doğduran Basra Körfezi'ne akmaktadır. Türkiye’nin Fırat ve Dicle sulan konusundaki değişik amaçlı kullanımları şimdilik tahminen yılda 20 milyar metreküp civarındadır. Oysa ki, Türkiye'nin, ülkesinde bu sulara katkısı yılda yaklaşık 47-49 milyar metreküp tür. Bir başka deyişle Türkiye, bu sulara yaptığı katkının yaklaşık yüzde 40'ını kullanmak istemektedir, Türkiye'nin bu sulardan yararlanma konusundaki çabalarını daha fazla sınırlandırmasını istemek, Türkiye'nin egemenlik haklarının sınırlandırılması demektir” diye konuştu.

TÜRKİYE SINIR AŞAN SULARLA İLGİLİ ÇALIŞMA BAŞLATMALI

“Sınır aşan sulara uygulanabilecek ve her konuyu kapsayan ayrıntılı kurallar bulunmamaktadır. Ancak, bu konuya uygulanabilecek bazı uluslararası hukuk ilkeleri mevcuttur ”diyen Ceran, “Sınır aşan su sisteminde her kıyıdaş devlet, suyun ülkesinde akan kısmı üzerinde tam egemen haklarını korumaktadır. Ancak, kıyıdaş devletler, bu sulardan yararlanırlarken aşağı kıyıdaş devletlere esaslı zararlar vermemeye özen göstermelidirler. Türkiye, Fırat ve Dicle sularından gelecekteki kullanımlarını tasarlarken şimdiden bu suların kullanımına yönelik çalışmaları başlatmalıdır. Yoksa dünyaca sınır aşan sulara kurallar konulduktan veya hukuk ilkeleri getirildikten sonra fazla bir seçeneğimiz olmayabilir” ifadelerini kullandı.