İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Allah yürüyenleri sever!

Allah yürüyenleri sever!

Bizler yola düşüp yürüdük de yol bizi bir yere çıkarmadı mı?
Allah yürüyenleri sever!
 
Asıl kötüler, -renksiz oldukları için pek de görülmezler-  “herkesin” kötü olduğu yerde yaşadığını söyleyenlerdir. Yaşadığımız çağdan sorumluyuz. Yaşadığımız çağı oluşturan bizleriz. Oturduğumuz yerde ahkâm kesene kadar yola düşüp, “İnsanlar için ne yapabilirim?” diye etrafımıza bakabilsek, şaşırır kalır, muhtemelen biraz da utanırdık. 
 
İnsan önce duyar, sonra konuşur. Dinlemeyi öğrenmeden konuştuğumuz için sözlerimiz havanda su dövmeye benziyor. Sözlerimiz etkisiz, sözlerimiz yavan, sözlerimiz züğürt tesellisi. Ayrıca, dinlemeyi öğrenirken nasıl konuşması gerektiğini de öğrenir insan. Muhatabımız kim olursa olsun, dinlersek saygı göstermiş, değer vermiş oluruz. Değer verdikçe değerlenir insan; küçümseyerek iyi insan olmuş olan yoktur.
 
Dinlemeden konuşmak, okumadan yazmak, yürümeden varmak ham hayaldir ve mümkün değildir. Mümkündür; sığlıktır, geçiciliktir ve kendimizi kandırmamıza yarar.
 
İki uçta seyreden insanların “tekinsiz” ve  “tehlikeli” olduğunu düşünüyorum. Bu tehlike öncelikle kendilerine, sonra çevrelerine. Kutsallarımızdan, kırmızı çizgilerimizden bahsetmiyorum. Bugünden yarına değişecek, on gün sonra manasını kaybedecek şeyler için keskin cümleler kurmaktan, kendimizi bu cümlelerle kayıt altına almaktan; ölçüsüz sevgi, ölçüsüz nefretten bahsediyorum. Bizim kuşakta kullanılan bir ifade vardı: “Ne cenazeme, ne cenazesine…” Garip ve komik olan şu ki, bunu söyleyen insanların bir kısmını sonradan kol kola, canciğer kuzu sarması görmüş olmamdır. Yüce Mevla’mız, Maide Suresi 87. ayette şöyle buyuruyor: “Ey iman edenler, Allah’ın sizin için helal kıldığı güzel şeyleri haram kılmayın ve haddi aşmayın. Şüphesiz Allah, haddi aşanları sevmez.
 
Göz, işini öğretilmeden yapar ve kalbinden vurulan onu bilir.
Kalbinden vurulduğunu söyleyenin sesi çok çıkıyor. Sahi bu nasıl oluyor? Gerek somut ve gerekse soyut manada kalbinden vurulanın sesi çıkar mı dostlar. Kendimizi kandırmayalım. Bizler kalbinden vurulanlar değiliz. Sanırım kalbimizden vurulmak için bağırmaktayız.
 
Bir kalbi kazanmak için yapılacak en güzel şeyin bu kalbin sahibine dua etmek olduğuna inanıyorum. Dua ki “sana dua ediyorum” diyerek yaptığımız duayı göze sokmak da değildir. Dualarımız Rabbimize aşikârdır ve Rabbimiz dilerse duamızı istediği insana, istediği an duyurur. Menkıbeyi tam olarak hatırlamadığım için yazmıyorum ancak, biz kalbimiz yana yana kırk gün dua ettik de bir yere varmadık mı, bunu söyleyen çıkabilir mi aramızdan?
 
Aşk da ölüm gibi yaşanılmadan öğrenilmez. Öğrenmek de eksik tanımlamadır, aşk da ölüm de yaşanır, öğrenilir değildir. Okumakla, yazmakla, dinlemekle öğrenilen şeyler vardır da aşk ve ölüm bu tasnife girmez. Aşk ve ölüm bir kere yaşanır. Diğer ve benzer yaşanılanlar ise provasıdır, gölgesidir, yanılsamadır. Üçüncü gün; galiba ben âşık oldum demek, havalı ve büyük bir ifadeye tutunmak isteğidir. Üçüncü gün âşık olduğunu söyleyen, selin dağıtıp geçtiği bir beldede, ellerinde eldiven, ayaklarında çizme, bilmiş bilmiş dolaşmaya, “Ya evet, burada felaket bir sel olmuş” demeye benzer. Her nimetin bir bedeli vardır. Aşk ile ölümün bedeli bütün bir hayatla ödenir, kuru gürültülü, süslü cümlelerle değil. Sevmek ile âşık olmak aynı şey değildir. Yaratılmış bütün insanlar sevmiştir. Sevmeye de devam edeceklerdir. Aşk, uzun, meşakkatli, yorgunluğundan, hasretinden, yoksunluğundan hikmet devşirilen, varılması, bitmesi, süresi düşünülmeden çıkılan, geri dönüşü de olmayan bir yolun adıdır. Arayıştır da bulmanın dile gelmediğidir. Pervanenin ateşin etrafında dönmesi gibi, her gün, her adımda ateşe biraz daha yaklaşmanın, ateşin ve her şeyin sahibi olan Yaradan’ın etrafında dönmenin adıdır aşk.
 
Mecnun çıkıp gelse bizimle aşkı konuşmazdı. Muhtemelen bizim bu süslü cümlelerle yaptığımız aşk tariflerini küçümser, ben Leyla’nın sokağına, ben çöle gidiyorum diyerek yanımızdan uzaklaşırdı. Ya Mecnun âşık değil, ya biz... Bizler seviyoruz. Sevmek küçümsenecek bir durum değildir. Sevmek verilmiş olandır. Aşk ise taleptir. Talep eden de yok denecek kadar azdır.
 
İnsanın kendini hakkıyla tanıması ve mutluğa ulaşması bazen bir ömür boyu sürecek bir emek ister. Bunun için senin kapına geldim, ey dünyayı mağlup eden aşk!
 
Kalplerimizi, merhamet dolu bir kalbe, dostlarımıza ve kalplerimizin sahibi olan Mevla’ya yaslayalım, ötesi Allah kerimdir.
 
Gelecek günlerin cümle insanlık için daha adil ve merhametli olmasını diliyorum.
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!
 
 
Dipnot: Bu yazı, kıramadığım bir kardeşimin isteği üzerine, yılın son yazısı olarak yazılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR