Dr. Ramazan Tuzla

Dr. Ramazan Tuzla

Ayranımız tulukta kaldı

Ayranımız tulukta kaldı

Yazılarımızı takip eden dostların hatırlayacağı üzere, bir önceki yazımızı, yayıktaki ayranımızdan ne yaptığımızı yazmak üzere noktalamıştık.

Söz konusu yazımızda tuluktan da bahsetmiştik fakat ayrıntısına girememiştik. Yayık kazanlarından önce Toros Dağlarının insanının yayık kazanı olarak kullandığı tuluğu anlatarak yazımıza başlayalım.

Tuluk, genel olarak küçükbaş hayvan derisinin, boyun ve bacaklarındaki kesim yerleri hariç bıçak kullanılmadan bir bütün olarak soyulmasından elde edilen malzemedir.

Tuluk, genellikle kıl davar dediğimiz keçi ve tekenin derisinden yapılır. Koyun derisi, tuluk için kullanılmaz. Daha büyük tuluklar için, iki yaşına gelmiş cüssesi fazla olmayan düve derisi de kullanılmaktadır.

Bir bütün olarak soyulmuş keçi ya da teke derisinin içi ve dışı bütünüyle kireçlenir ve bir hafta beklemeye bırakılır. Bu bekleme süresinde derinin hem tüyleri yolunacak duruma gelir hem de deri tabakası kalınlaşır.

Bir haftanın sonunda deri bütün tüylerden ve üzerine sürülmüş olan kireçten tamamen temizlenir. Güzelce temizlenen deri avkulama aşamasına alınır.

Avku, çam ağacının dış kabuğunun iç kısmındaki yumuşak dokudur. Bu yumuşak doku, dış kabuktan tamamen ayrıldıktan sonra güzelce dövülür ve toz haline getirilir. Bu toz, kırmızıya yakın bir renge sahiptir.

Elde ettiğimiz bu toz, derinin içine ve dışına tam olarak yedirilir ve 10 gün boyunca deri bu şekilde bekletilir. Deride bekleyen avku, deriye kendi rengini de vermiş olur.

Beklemeden sonra deride kalan toz tabakası temizlenir ve bu kez güzel kokması için katran kabuğu kaynatılır. Katrandan kastımız, bildiğimiz sedir ağacıdır. Bu ağacın kabuğu kaynatılır ve kaynamış suya avkulanmış derimizi batırırız. Bir süre bekleyen derimiz artık tuluk haline gelmiş demektir.

Tuluk haline gelmiş derimizi tuzlayarak kullanıma hazır hale getiririz. Tuluk, boyun kısmı yukarıya gelecek şekilde üç ayak üzerine kurulur. İki arka ayak alt kısımda ayran tahliye görevi görür. Yoğurt yayılırken bu iki ayak bağlı şekilde tutulur.

Tulukta yoğurt yayarken kullandığımız malzemelere geçecek olursak; bu malzemelerin ilki bişşektir. Bişşek, hafif olması için genellikle söğütten yapılan, kenarlarında avuç içinden biraz küçük delikleri olan, ortasında sap yeri bulunan, yaklaşık 20 cm çapında, daire şeklinde bir ahşaptır. Ortasına yaklaşık 1 metre uzunluğunda sap takılır ve tulukta bulunan su katılmış yoğurdu kol kuvvetiyle aşağı ve yukarı hareket ettirmek, bir başka tabir ile dövmek için kullanılır.

Tulukta yoğurt yayan kişi, bu bişşeği iki eliyle tutar, aşağı ve yukarı hareketlerle yoğurdu yayar. 1 saatten fazla süren zahmetli bir iştir fakat insanın günlük rutinlerinin sağlık açısından ne kadar gerekli olduğunu, fitnes salonlarına bir çuval para veren insanlar daha iyi anlamış durumdadır. Demek ki eskinin insanı, tuluk başında yağ yaparken kendi yağlarını yakarak zinde kalıyormuş. Geçmişte birçok insandan duyduğumuz ‘doktor nedir, bilmem’ sözünü günümüzde kullanan kaç insan kaldı acep?

Tulukta kullandığımız bir başka malzeme susaktır. Susak da ahşaptan yapılmış ortası çukur, su kabıdır. Tuluğun içinden ayran almak için kullanılır. Yuvarlak olanları olduğu gibi ince uzun olanları da vardır.

Dağ insanının iyi bileceği üzere her pınarın başında mutlaka bir susak olurdu. Ağaçtan yapılmış bu susaklar yaklaşık 20 cm uzunluğunda, dikdörtgen şeklinde, ortası çukur ve kulplu bardaklardı.

Kepçe de tulukta kullandığımız malzemelerden biridir. Tulukta oluşmuş tereyağını almak için kullandığımız ahşaptan yapılmış uzun saplı büyük kaşık olan kepçe, tereyağının yapışmaması için kullanılan en ideal malzemedir.

Fark edileceği üzere, tuluk yapımında hiçbir kimyasal madde kullanmadık ve yayma esnasında kullandığımız bütün malzemeler de doğanın kendi ürünleridir.

Tuluğu anlattık fakat ayranımız yine tulukta kaldı. Tulukta kalan ayranımızla ne yapacağımızı yazalım demiştik ancak yerimiz yazımızı sınırlandırmış oldu. Biliyoruz ki ayran tulukta kalmayacak ve onun yolculuğunu, nasip olursa haftaya anlatacağız.

Şunları söyleyerek bitirelim:

Topraktan uzaklaştırılan insan, köleliğe yaklaştırılmaktadır. Köleliğe yaklaştırılan insan ise satın alma özgürlüğü adıyla rızasını, güya ihtiyaçları için üretildiğini sandığı fakat nasıl üretildiğini hiçbir zaman öğrenemeyeceği ürünlere, bu ürünleri üreten sahiplere teslim etmektedir.

İhtiyaçları için üretildiğini sanan ve neredeyse her şeyi tüketen insan, birgün kendisinin de bir tüketim nesnesine dönüştürüldüğünü anladığında iş işten geçmiş olacak.

Böyle bir sondan insanımızı koruyacak çarenin, toprağa yakın olarak yaşamak olduğunu düşündüğümüz için bu paylaşımları yaptığımızı ifade edelim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Dr. Ramazan Tuzla Arşivi
SON YAZILAR