Senan Kazımoğlu

Senan Kazımoğlu

“Biz Kimiz?”

“Biz Kimiz?”

Birkaç yıl önce muhabbetine mazhar olduğum bir ağabey bana Dündar Taşer’in “Devlet” dergisinin 1969 yılında yayınlanan sayısında bulunan “Biz Kimiz?” adlı yazısını okumuştu. Yazı beni o kadar etkiledi ki, hâlâ o tesir üzerimdedir. Bahsettiğim yazıyı kısa şekilde sizinle de paylaşmak istedim.

Yazı Osmanlının kuruluşuyla başlıyor:

“Biz, dünya’nın en büyük imparatorluklarını kurmuş ve hakimiyetini eski dünyanın bilinen her köşesinde yürütmüş bir milletiz.

Bu İmparatorlukların sonuncusu varisi olduğumuz Osmanlı Devletidir.

Osmanlı Devleti Söğüt’te kurulduğu 1299 yıllarında 400 atlıya sahip bir uç beyliği iken (1326) Bursa Fethi sırasında Orhan Bey (38.000) süvariye kumanda ediyordu. Bu asker artışı, nereden geliyordu? Fethedilen topraklardan toplanamazdı. Zira bu yerin ahalisi Türk değildi. 400 çadırlık bir aşiret, 27 senede bu kadar çoğalamazdı. Selçuk Sultanlığı, asker yardımı yapacak halde değildi. O halde nereden geliyordu? Öyle anlaşılıyorki, Bizans ucundaki bu beylik bütün Türk aleminin ülküsünü temsil ediyor, Türklük aleminin, fetret devrinde bile asla vazgeçmediği, İstanbul fethinin ve dünya hakimiyetinin mümessili sayılıyordu. Milli şuur ve ülkü Horasan’dan İzmir’e kadar her yerdeki Türk’ü Ertuğrul sancağına çekiyor, şeyhler, müftüler, müderrisler eli kılıç kabzasına yakışan her yiğidi, gönlü fazilet aşkı ile dolu her mümini, kafası salim düşünceye açılmış her talebeyi Söğüt beyliğine sevkediyordu. Küçük beylik az zamanda Türk aleminin otağı haline geldi.”

Yazının ilerleyen kısımlarında yazar, devletin ulaştığı azameti şu şekilde ifade ediyor:

“Bu devir 1699’a kadar sürdü: bu 400 senenin macerası şöyle özetlenebilir: her yaz 3 ay sefere çıkılır, 3 gün muharebe nizamı alınır. 3 saat kılıç çekilir. Bir ülke bir vilayet olarak devlete katılırdı.

Her yaz batıya kuzeye doğru bir koşu asırlarca devam etti. Bu koşu, talan, istismar koşusu değil, müsamaha adalet ve huzur tesisi içindi…

Biz bir cihan devletinin kalıntısı üstünde cihan hakimlerinin evlatları olarak oturuyoruz. İstiklalini son elli yıl içinde bizden almış 19 ülkenin efendisi idik.”

Bundan sonra yazar nerelerde hatalar yapıldığını sorguluyor:

Karlofça bu uzun koşuda tökezlenen bir nokta oldu. 1699’dan sonraki bütün çabalar, bütün düşünceler, o noktayı geçmek, o engeli aşmak için aranan çareler, ileri sürülen fikirlerin kavgasıdır. Ne tedbirler düşünülmedi: Sünnet adına Kadızadeliler ortaya çıktı, “çakşır haram, kavuk haram, kaftan haram bunlardan soyunursak her iş yoluna girer” dediler.

Avrupacılar türedi, pantolon giyer, pelerin taşır, fes vurunursak mesele çözülür dediler. Ne Kadızadeliler İslam’ı anlamıştı, ne de Avrupacılar batıyı. 25 milyon km’lik vatanı birleşik tutmak için taklitten başka tedbir düşünen olmadı.

İsyanlar, ihtilaller, sokak kavgaları oldu. Birbirimizi kırdık, sultanları kestik, nihayet kendi ordumuzu top ateşine tuttuk.

Mısır gitti, Cezayir gitti, bu yitirme devri 150 yılda bizi Sakarya sahiline getirdi.

Bugün hainlerin kandırdığı gençlerin bir kısmı hangi sebeplerle sosyalizmi istiyorsa dün onlar kadar samimi kimseler liberalizmi istemişlerdi. Bugün demokrasinin yeter olduğunu sananlar gibi dün Tanzimat’ı yeter sayanlar vardı. Velhasıl 300 senedir kandaki mikrobun deride açtığı yarayı tedavi ile uğraşıyoruz.”

Yazının son kısmında Dündar Taşer, bu durumdan kurtuluş reçetesini gösteriyor:

Bu zilletin sebebini çıplak gözlerle aramalı ve açık yürekle ortaya koymalıyız. 150 yıldır her türlü uygulanan şekil kavgalarının terk zamanı gelmiştir. Milli şuur Milliyetçi Hareketi doğurmuştur. Bu hareket Şeyh Edebali gibi gönül pirleri, Çandarlı Hoca Paşa gibi ilim ülkücülerini beklemektedir. Bu bekleyiş demiri eritene kadar sürecektir. Ergenekon’dan demiri eritince çıkmıştık.

Binlerce yıl önceki efsaneler tutulacak yolu göstermiştir. Demiri eritinceye kadar sabır.

Şekil kavgaları ile, “go home” çığlıkları ile, grevlerle, öldürülecek vaktimiz yoktur. Sokaktan mektebe, kahveden fabrikaya koşmalıyız. Sanayimizi kurmalı, büyük milletin imkanlarını, büyük geleceği kurmak için seferber etmeliyiz.”

Şuan ne Osmanlı ne de Dündar Paşa hayatta değil. Ancak Türkiye, Cumhuriyeti 100 yıldır tarih yoluculuğuna devam etmektedir. İnşallah bu yol bizi yeniden cihan devleti olmamıza götürür. Ancak, bunun için Dündar Paşanın da söylediği gibi toplumun tüm fertleri olarak var gücümüzle çalışmamız gerekiyor. Allah bu ülke ve bu millet için çalışanlardan ebediyen razı olsun. Amin

Önceki ve Sonraki Yazılar
Senan Kazımoğlu Arşivi
SON YAZILAR