Mehmet Toker

Mehmet Toker

Bunalımlar çağının ilacını bulabilecek miyiz?

Bunalımlar çağının ilacını bulabilecek miyiz?

İçerisinde yaşadığımız zaman dilimine, her ne kadar Bilgi Çağı, Teknoloji Çağı Uzay Çağı, Bilişim Çağı vb. isimlerle bir elbise biçilmeye çalışılsa da insan merkezli, toplum odaklı düşündüğümüz ve değerlendirdiğimiz zaman içerisinde bulunmuş olduğumuz çağ tam bir bunalımlar çağıdır.

Psikolojik hastalıkların bu kadar artması ve yaygınlaşması, ahlâkî, kültürel dejenerasyonlar, cinsiyetsizlik, LGBT ve türevlerinin tüm dünyada yaygınlaştırılması için yapılan çalışmalar, Batılı insanın, spiritüel arayışları ve doğu mistisizmine yönelişleri, Doğu kültüründe sekülerizm ve kapitalizm etkisiyle Doğulu insanın hedonist, egoist ve ben merkezci yaşama/hayat özentileri, dünya üzerinde ekonomik adaletsizlikler, savaşlar, enerji krizleri, çevre sorunları, mülteciler, kayıp çocuklar...vb. günümüz ve öngörülen önümüzdeki yüz yıl için bunalım çağı tanımlamasını isabetli kılmaktadır.

Batı kültürüne hakim olan Hristiyanlık İsa'dan sonra ki 300 küsür yıllık süreç içerisinde Bizanslaştırılarak -tevhid esasından sapması ile- zihni altyapıda(akidevi olarak) teslise dayalı bir inanç sistemi gibi gözükse de; ferdi ve sosyal hayata, kültür ve medeniyete yansımaları paganist geleneklerin istilası altında olduğunu göstermektedir. Hristiyan gün ve bayramlarının tarihi arka planının pagan gün ve bayramları üzerine inşa edilen formlar olduğu artık inkar edilemeyen bir gerçektir. Paganist kültür, insanlığı çatışmacı, saldırgan, hedonist ve egoist bir varlığa dönüştürmektedir. Zihni parçalanmışlık, ruhi tutarsızlık ve toplumsal saldırganlık sebebidir. Avrupa'da veya Batıda Hristiyanlık öncesi ve sonrası bütün çatışma, kaos, savaşlar, sömürgecilik hareketleri, emperyalizm ve kapitalizm anlayışının ortaya çıkması toplumun bilinçaltında yatan kültürel kodlarının; -bir yüzüne tokat atan olursa diğer yüzünüde sen çevir anlayışındaki- Hristiyanlık değil bilakis paganist anlayış olduğunu ifade edebiliriz.

Öte yandan doğuya baktığımız zaman Taoizm, Konfüçyanizm, Budizm, Hinduizm, gibi doğulu din ve kültürlerin kaynağından uzaklaşarak ve batının hedonist ve egoist hayat anlayışına özenerek fosilleştirilmiş kültürel bir objeye dönüştüğünü, kaynak ile gelenek arasında sağlam bir bağ kurulamadığı için veya diğer bir ifade ile geleneği yaşatan toplumun, kaynakları(Tripitaka, Veda, Upanişad, Tao-te-ching vb.) tabu olarak görüp kaynaklara müracaat edemediği, ellerindeki yazılı kaynak bilgisinin toplum içerisinde din adamları tarafından sözlü gelenekler haline getirilmesinden dolayı artık tarih dışına itildiğini müşahede etmekteyiz. Bugün, Hint ve Çin alt kıtasındaki ahlaki dejenerasyonun, temel nedeninin kültürü yaşatan dinlerin kaynağından uzaklaşılıp, pagan batı kültürünün istilasına açık hale gelmelerinden dolayı, yeni kuşağın savunmasız ve korumasız kalmasıdır.

Doğusundan batısına, güneyinden insanlığı, aklî, kalbî, ruhî ve zihinsel bütünlük, iç huzur, manevi dinginlik ve toplumsal adalet açısından değerlendirdiğimiz zaman artık insanlığın yeni bir arayış içerisinde olduğunu ve bir çıkış yolu aradığını ifade edebiliriz. Bu kaosun,keşmekeşin içerisinde İslam Coğrafyası farklı gelgitler ve kültürel savrulmalar yaşamaktadır. Konjonktürel olarak, ülkemiz gençliği/insanları başta olmak üzere çağdaşlaşma/modernizm adı altında batının paganist akidesi üzerine inşaa edilen hedonist ve egoist kültürü empoze edilmeye çalışıldı. Ancak paganizm, bin yıllardır insanlığa, ruhsal dinginliği, manevi olgunluğu, toplumsal adaleti sağlayamadığı için tıpkı batıda olduğu gibi spiritüalizm ve doğu mistisizmi yine modernizm ambalajı içerisinde sunulmaya çalışıldı. Ama ruh madde ile olan savaşını kaybetti.

Dünya insanlığı bugün, manevi dinginliği, toplumsal barışı, ekonomik adaleti tesis edecek çıkış yolu aramaya başlamıştır. Oyun kuruculuk rolünü üstlenen siyonist/emperyalist üst akıl, insanların bu arayışını engellemek ya da doğru adresi bulmalarına mani olmak amacıyla uyuşturucu, alkol, fuhuş, eğlence vb. sûni küresel harekâtlarla dikkat dağınıklığı oluşturmaya çalışmaktadır. Algı yönetimi, manipülasyonlar ve kurgulanmış/kurdurulmuş terörize hareketlerle tünelin ucundaki ışık karartılmaya çalışılmaktadır. İslamofobi, Hindutva, LGBT, cinsiyetsiz/ailesiz toplum vb. tek elden yönetilen bütün harekatların hedeflediği amaç İslam'ın insanlar tarafından bir kurtuluş reçetesi olarak algılanıp yönlerini İslam'a çevirmelerine mani olmaktır.

Zira günümüzden 1500 yıl önce dünyanın en yeni dini olarak ortaya çıkan İslam, üç asır gibi kısa bir süre sonunda İber Yarımadasından Çin'e, Afrika'nın derinliklerinden Asya steplerine kadar dünya insanlığını etkilemiş ve benimsenmiş olan bir dindir. Kaynağının sağlam ve bozulmamış, akidesinin güçlü ve muhkem olması, çatışmacılığa ve ahlaki zaafiyetlere yol açan her türlü putçuluğu ve papanist unsurları reddetmesi ve hukuki ve ahlaki ilkeler açısından hayatın bütününe hitap etmesinden dolayı sadece fütuhatlar yoluyla değil; aklî, kalbî, ruhî ve zihinsel huzuru sağlayarak yayılması, ırkçılık ve putçuluk tasallutu altındaki eski dünya insanlarına yeni bir nefes, kurtarıcı bir güç olmuştu. İşte bu gerçeğin farkına varan siyonist/emperyalist odaklar, bu gerçeği Müslümanların fark etmemesi için her türlü manipülasyonu yapmaya bütün gayret ve azimleriyle devam ediyorlar. İslam, kendine özgü(tevhid) medeniyeti ve kültürü ile on üç asır boyunca dünya ekonomisini, coğrafyasını, adaletini, bilimini, sosyolojisini olumlu olarak etkilemiştir.

Müslüman toplumlar olarak; Dünya insanlığının iki asırdan bu tarafa yaşamış olduğu medeniyet krizinin, zihni, ahlâki, fikri, toplumsal, psikolojik krizlerin çözümünün yine İslam olduğunun farkında olmamız ve bu farkındalık çerçevesinde hareket etmemiz gerekiyor. Bu hakikati önce kendi iç dünyamızda, yetişmekte olan nesillerimizde, akabinde toplumumuzda gerçekleştir(ebil)diğimiz zaman tıpkı Hicri ilk üç asırda olduğu gibi önümüzdeki Asrın ilk çeyreğinde de -iletişim imkanlarının pozitif manada katkılarını da değerlendirerek- aynı sonucu vermesi bir ütopya değildir. Yapılması gereken bu potansiyel enerjinin farkına varmak, potansiyel enerjiyi kinetiğe çevirecek kadroların oluşturulması için doğru reaksiyonlar geliştirmektir.

Son tahlilde bu misyon, yine ülkemize ülkemiz insanına ve hassaten ülkemizde İslam dini adına söz söylemekle yetkilendirilmiş Diyanet İşleri Başkanlığımıza düşüyor. Yol uzun, yük ağır ama talip olunan, vaat edilen ecrin ne derece kıymetli olduğunun bilincinde olmak potansiyeli kinetiğe tebdil noktasında bir kıvılcım olabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mehmet Toker Arşivi
SON YAZILAR