Hazel Pekacar

Hazel Pekacar

“Kavramlaşma Üzerine”

“Kavramlaşma Üzerine”

Dilimin sınırları, zihnimin sınırlarıdır demiş Wittgenstein. İddialı ama yerli yerinde bir söz. Bu mesele biraz tavuk mu yumurtadan çıkar, yumurta mı tavuktan metaforuna benziyor doğru. Zannediliyor ki zihnimin sınırları, dilimin sınırlarıdır. Hayır! Esasen hiç öyle değil. Dil, belli bir ortamda gelişir. Dilin geliştiği ortamın kültürel yapısı doğrudan dilin yapısını oluşturan en önemli faktördür. Önce dil gelişiyor daha sonra tahayyül yeteneği. Sahip olduğunuz dilin sınırları kadar düşünce çeperiniz genişlemeye başlıyor. Ne kadar kelime haznesine ne kadar birikime ve zenginliğe sahipseniz düşünceleriniz de o oranda farklılaşıyor. Neden kitap okuma ölçünüz doğrudan fikir zenginliğini etkiliyor? Neden kimseye kimin hayal gücü daha yüksekse ondan daha net bir ifade tarzı beklenmiyor? Ya da neden çoğu hayal gücünün yüksek olduğunu iddia ettiği kişi, hissettiklerini ve düşüncelerini aktarmada yetersiz? Çünkü yanlış bildiğimiz -esasen sorgulamaya gerek duymadığımız bir çok şey gibi bize verildiği ve buna inan denildiği şekliyle kullandığımız- bir şey var evet. İşte bu soruya, dil felsefecisi -ayni zamanda matematikçi- Wittgenstein tekrar haykırıyor “DİLİMİN SINIRLARI ZİHNİMİN SINIRLARIDIR “ Dil, tanımlarla başlar. Tanımlar bizi kavramlara götürür. Kavramlar düşüncelere, düşünceler ifade etmeye, ifade etmek ise bizi kendi oluşturduğumuz zihniyete taşıyıverir. Başkalarının kavramlarıyla konuşanlar, kendi şiirlerini yazamazlar. Hiç bir şairin şiirinin altında dipnot ya da alıntı yoktur. Çünkü o, kendi şiirinin, kendi zihninin, kendi kavramlarının ve nihayetinde kendi oluşumunun hemhalidir ve bastan başa varoluşunu sunmuştur! Başkasının değirmenine su taşıyanlar başkasına hizmet etmekten öteye gidemezler. Ne o suda hükümleri vardır ne de hakları. Kendimizi, bizi biz yapan her şeyi, geleneğimizi, tarihimizi, özümüzü konuşabilmek için önce kendi kavramlarımızı oluşturmalıyız. Başkalarının kavramlarını konuşanlar, o konuştukları kavramların zihniyeti, sınırları, medeniyeti, düşüncesi kadar kendilerine sınır çizerler. Bizim sınırlarımız dilimizin sınırlarıdır! Biz olabilmek, öz olabilmek kendimize AİT kavramlaşmaya gitmekten geçer. Başkasının türküsünü bana öğrettiği kadar söylerim. Kendi kavramlarıma sahipsem hududunu da ben çizerim. Ve aslında görürüm ki bir hudut yoktur bizim dilimizde. Ve artık görürüm ki bir hudut yoktur aslında medeniyetimizde. Bana ait kavramlarım beni istediğim yere kadar götürecek bir hazinedir bundan sonra anlarım. Böylece sınırları belirlenen değil sınırları belirleyen olurum. Bilimde, edebiyatta, tarihte, felsefede, tıpta, fizikte ,astronomide... Ve daha nice sözümüzün ağzımızdan alındığı her alanda. Bir toplumun zengin soyu elinden alınamıyorsa, geriye kalan tek şey o toplumu kendi kavramlarınızla tahakküm altına almak, asimile etmek ve böylece sizin istediğiniz kadarını anlamalarını ve sadece istediğiniz kadarını, istediğiniz şekilde konuşmalarını sağlamaktır. Fil terbiyecilerinin, filleri öğrenilmiş çaresizliğe mahkum ettiği bir fil topluluğuyuz biz de. Hiç bir farkımız yok. Bu çizgiyi geçmememiz gerektiği öğretilmiş. Böyle olması gerektiğine inanmışız. Zaten doğrusu budur, daha başka ne olabilirdi ki demişiz yıllarca. Başka ihtimal mi var? Nasıl yani? Deyip susmuşuz. Çünkü bilmişiz, sorgularsak, sorarsak gerisi gelecekti bu işte bir yanlışlık olduğu anlaşılacaktı ve anormal olanı biz konuşuyormuşuz gibi tuhaf bakışlar atılacaktı. Ötekileştirilecektik. Saf dışı bırakılacaktık. Ümitsiz değiliz. Bilâkis uyanığız. Uyanışın ve şuurlu bir düşünüşün ilk aşamasını gerçekleştiriyoruz; sorguluyoruz! Doğru sorular, doğru cevaplara ulaştırır biliyoruz. Ve biz “o doğru soruları çok iyi biliyoruz!” Olması gereken bu değil biliyor ve olması gerekenin izini takip ederek o yolun çıkış noktasına ulaşıyoruz. Ulaştıkça BİZ olmanın menziline varıyoruz. Fikirlerimizle eyledikçe tahayyüllerimiz somutlasıyor. İhsan Fazlıoğlu'nun da dediği gibi; Tarih, geleceğin idrakidir. Kendi kavramlarımızı oluşturmak zorundayız. “BİZ” olmak, soyu “turan” ırkına dayanan Sümerlilerden bu yana gelen medeniyetimizi devam ettirmek istiyorsak, önce kavramlaşmanın önemine varmak zorundayız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Hazel Pekacar Arşivi
SON YAZILAR