İbrahim Çolak
İbrahim Çolak Bilesin, bütün sıfatlarım mahcuptur kalbinin önünde

Bilesin, bütün sıfatlarım mahcuptur kalbinin önünde

Dağlım. Sabahtır. Şehir ve sen uyuyorsun. Sabahları yüzü asık ve yorgun olanları, yan yana yürüyemediklerimi, beni yar gibi kucaklamayanları, müzmin yorgun ve yoğun olanları, şikâyeti sevenleri… “Senin için şunları şunları yaptım” diyenleri, gittikleri yere eli boş gidenleri… “Ne gereği vardı?” türünde cümleler kuranları, yeniliğe kapalı duranları, inancını, ahlakını elinde bir balta gibi taşıyanları sevemediğimi biliyorum.
 
Dağlım, adını kendimden sakladığım.
Sabahtır. Senden gelen başım gönlüm üstünedir.
Otobüsteyim. Dijital ekrandan gereksiz bilgiler akıyor: “Çakmak kibritten önce bulunmuştur.”
İnsan insanı bulduktan sonra diğer her şey hükmünü kaybeder, insan insanı bulamıyor.
Ne zaman bir fettanlığa, bir kötülüğe şahit olsam, gıybetin içine düşsem, senin burada ne işin var diye soruyorum kendime, verdiğim cevaplar kaçamak ve eksik.
 
Gönlü yorgun, gözü nemli olana…
Özlediklerimize, salınarak girecekleri bahçeler yaptık, özledik, özledikçe dua ettik.
Sevmek hissetmekti iki gözüm, sessizliğin üstesinden gelemediğimizde dile döktük, yazdık, türkü söyledik. Ağlamanın kıyısında dururdu gülüşün, söylemek isterdim de susardım. Susardın. Duyardım söylediklerini.
Yaşamak bazen dar yollardan, korkulu ormanlardan, uçurum kenarlarından geçmek olurdu. Başımız döner, ruhumuz yaralanır, insanlığımız örselenirdi. Yürürdük. Yol terbiye eder, yol öğretirdi. 
Ağlardın, bir gonca gülü yıkardı gözyaşların. Ağlardın ve kalbine çekilirdin.
Hasret duyduklarımız vardı. Her kavuşma yeni bir hasretin habercisiydi.
Hikmet, sınandığımızı unutmamak; hikmet, daha iyi insanlar olabileceğimize inanmaktı. Sabırsızlığımıza, kırgınlıklarımıza, hüznümüze mağlup olurduk.
Oysa "Hiçbir faninin ‘her zaman’ demeye hakkı olmadığı gibi ‘hiç bir zaman’ demeye de hakkı yoktu."
Özlemle, hüzünlü bir mutlulukla taşırdık kalbimizi, kalbimizdeki bahçenin sahibini.
Hazine sayar, kimselere bırakamazdık hasretimizi.
Bir kuş yuvası olurdu kalbin kalbime.
Çok söylesem de aynı söyleyeceğim, çok söylemek de doğru değil.
Bilesin, bütün sıfatlarım mahcuptur kalbinin önünde.
 
Dağlım. Üç gün sonra unutacağımız günübirlik sıkıntıları dert ediyor, küsüyor, yüzümüzü duvara dönüyor, tembelliğimize, beceriksizliğimize, istikrarsız oluşumuza bahaneler buluyoruz. Etkilenmeye fazlasıyla açık hayatlar yaşıyoruz. Bu canımıza minnet oluyor. İnsanlarla uğraşırken kendimizi elimizden kaçırıyor, zamanımızı heba ediyoruz. Gerek fiziksel ve gerekse zihinsel gücümüzü bilmiyoruz. Çalışırken, üretirken kolay olanı tercih ediyor ancak en güzelini, en iyisini elde etmeyi hayal ediyoruz. Oysa iki gözüm, oysa güzel insanların hepsi yorgun insanlardır. Sana zamanını bekleyen ve zamanı geldiğinde meyve veren bir ağacın gülümseyen, mütebessim yorgunluğunu diliyorum.
 
Dağlım. Yaşadığımız bölünmüş hayatların, ‘içtiğimiz bu suyun’, pınarın kaynağından çok uzaklarda olduğunu düşünüyorum. Belki bir umut, severek, önce kendi derinliklerimize inerek, gerisin geriye, suyun kaynağına doğru yol alabiliriz. Kendimizi suyun akışına bırakırsak, taşlara çarpa çarpa, çer çöple yan yana, bazen durgun sularda kokarak, bazen şelalelerden aşağı düşerek, anlam kaybına uğrayacak, insanlığımızdan uzaklaşacağız
 
Dağlım. Çiçeğim. Çiçek toplayanım. Okuduğum kitaplarda altını çizdiğim satırlar, gittiğim yerlerde gördüğümüz manzaralar, bir kaya kovuğunda ilk kez gördüğüm bir çiçek, gittiğim şehirlerden aldığım yerel gazeteler… Hepsi senin için. Sana dostlarımı, anacığımı, çocukluğumu, yolcuklarımı anlatayım istiyorum. Yenilgilerimi. Hüzünlerimi. Coşkularımı. Düşlerimi… Az önce, dışarıda, güvercin teleği buldum, sana sakladım.
 
Dağlım. Şu son günlerimin adını, biraz da kendimi kandırmak için olsa gerek, arayış koydum. Her yaptığımı son anda, biraz isteksiz, biraz zoraki ve sanki bir anlamı yokmuşçasına yapıyorum. Günde yüz sayfa kitap okumak bile beni yoruyor. Yazıysa ancak sana birkaç satır karalıyorum. Rüzgârın önüne bırakılmış yaprak gibiyim. Sanki bir mucize bekliyorum. Oysaki her yeni günün bir mucize olduğuna inanan da benim.
 
Bazen de Dağlım, bazen de tüm bu yazdıklarıma, söylediklerime, senin için topladığım çiçeklere, okuduğum kitaplara, gayretime ve bu mektuplara rağmen sevmeyi bilmediğimi düşünüyorum… Belki de kalplerimizin apaçık, çırılçıplak, yalansız karşı karşıya geleceği o gün, sevmeyi bilmediğimin yüzüme çarpılacağından korkuyorum.
Dağlım. Kısa bir süre sonra her şeyini yitireceksin. Sevgin dışında. İnancını, umudunu ve güvenini kaybedeceksin. Ama sevgin hep kalacak. Evet, sevgilim, sevgi hep kalır. İşte bu kalan sevgiden, umut filiz verir, güven filiz verir, inanmak filiz verir.
 
Geceydi. Gece düşlere, gece türkülere, gece hüzne gebeydi.
Geceydi. Gecenin bir yanı aydınlık, diğer yanı karanlıktı.
 
Bazen ruhumuzda bir değişiklik hisseder fakat bu değişikliği tanımlayamayız.
Adını koyamaz ancak bu değişikliğin tadını çıkarmaktan da geri durmayız.
 
Elimizi tutmayanlar kalbimizi nasıl tutacak merak ediyorum.  
 
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!
 
 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi