Prof. Dr. Önder Kutlu

Prof. Dr. Önder Kutlu

BİR ‘DÖNEME’ ŞAHADET ŞAHİT OLUYORUZ

BİR ‘DÖNEME’ ŞAHADET ŞAHİT OLUYORUZ

Türkiye tarihi bir dönemden geçiyor. Siyaset iyiden iyiye kızıştı. Bir taraftan siyasi partiler aday belirleme süreçlerini işletiyor, yeni dönemi şekillendirecek aktörleri belirlemeye çalışıyorlar. Bugünlerde listelerini netleştiriyorlar. İlçe, il ve genel merkez teşkilatları bir bayram havası içindeler.

Diğer taraftan, kadim meselemiz olan Çözüm Süreci mesafe kat etmeye devam ediyor. Gelişmelerin seçimlerle alakalı kısmı bizim açımızda ikincil öneme sahip, çünkü ülkede sükûnetin sağlanması ve ana meselenin halli daha önemli. Zira kalıcı olan toplumsal barış ve mevcut kavganın son bulması. Hükümetler gelir, gider ama barış ve normalleşme gelip de, gitmemesi gereken bir şey.

Merakla ve ilgiyle takip ettiğimiz gibi hiç de iyi anılarımız bulunmayan Şubat ayının son gününde, yani ayın 28’inde bu yıl hayra yorabileceğimiz bir haberle güne başladık. Devlet adına Çözüm Sürecinden sorumlu yetkililerle HDP heyetinin görüşmesinden hemen sonra terör örgütüne ‘Silah Bırakma Çağrısı’ yapıldı. Bu çağrı HDP heyetinin İmralı ziyareti sonrasında kamuoyuna duyuruldu. Terörist başı Öcalan PKK’ya seslenerek, ‘silah bırakma’ talimatı verdi ve ‘artık silahlı mücadele döneminin sona erdiğini’ ilan etti.

Bu gelişmenin olacağını geçtiğimiz haftalarda sizlerle paylaşmıştık. Tahminimizde yanılmadığımızı ifade etmemiz gerekiyor. ‘Nevruzda bu iş bitecek’ sözümüz geçerliğini koruyor. Tahminimiz bu çağrıya Nevruzda karşılık verileceği şeklinde. Zira, şu anda yapılan şey bir ‘çağrı’. Silahı bırakma yönünde bir talep: ‘Apo’dan Kandil’e’.

Devlet açısından şu an itibariyle bir şey yapılmasını, adım atılmasını gerektirecek bir durum yok. Devlet bekleyecek, somut adımların atıldığını görmek isteyecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışı bu noktada devletin hassasiyetini yansıtıyor. Silahlı çatışmaya girmeyen terör örgütü mensupları zaten 1999 yılında çıkarılan Etkin Pişmanlık Yasası kapsamında ifadeleri alındıktan sonra serbest kalıyorlar.

‘Silaha bulaşan’ ve ‘örgüt elebaşı’ konumlarındaki birkaç yüz kişilik grubun İsveç – Norveç gibi İskandinav ülkelerinden birine veya birkaçına yerleştirilmeleri şeklinde bir çözüm önerisi tartışılıyor.

Bizim yaklaşımımız şu: Türkiye keşke böyle bir tecrübe yaşamasaydı. Ama yaşadı. Çok sıkıntılı dönemler geçirdik. Şehit cenazeleri, ‘kurtarılmış’ bölgeler, maddi ve manevi kayıplar hepimizi üzdü. En önemlisi birlikte yaşama arzumuz zarar gördü. Bu yalan değil. Ama daha önceki yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi, bunları aşma ve soğukkanlı hareket etme mecburiyetimiz bulunuyor. Gelişmeler belki bizi üzecek, bizi kızdıracak, bizi zorlayacaktır. Fakat en mantıklı olan bu yol, yani çözüm.

Şu anda yapılması gereken problemi, olanları en az zararla atlatmanın yollarını aramak. Bu saatten sonra kimse ‘terör bitmesin’ diyemez. En azından bu görüş açıktan ifade edilemez. Bitmesini istemeyen kesimlerin olduğunu biliyoruz. Kandan, gözyaşından ve kardeş kavgasından medet umanlar var. Ama onun yanında sağduyulu geniş kitleler de var.

Konuyla alakalı hepimizin bildiği iki hikâyeyi hatırlatayım da meramımız daha iyi anlaşılsın. Birincisi, ‘arsız hırsız’ meselesi. Günün birinde evin oğlu evi soymak için gelen bir hırsızı yakalıyor. Babasına sesleniyor: ‘Baba bir hırsız yakaladım’. Babası: ‘Getir oğlum’. Oğlu: ‘Gelmiyor baba!’. ‘Bırak gitsin oğlum’. ‘Gitmiyor baba’.

İkincisi bir köyde geçiyor. Ahmet efendi ile Mehmet efendinin arası biraz ‘limoni’. Mehmet efendinin oğlunun da düğünü var. Ahmet efendi hanımına şöyle sesleniyor: ‘Düğüne davet ederlerse gitmeyelim, davet etmezlerse de neden davet etmediniz diye kavga çıkaralım’.

Yukarıdaki iki hikâyeyi birleştirirsek bu geçiş sürecinde herkese birtakım sorumluluklar düştüğünü ifade etmemiz gerekiyor. Ama hikâyelerle ilgili yorumu da siz yapın.

Söyleyeceğim şeyleri şu veya bu partiyi veya grubu kastederek söylemiyorum. Hiçbir siyasi amacım da yok. Çözüme kim destek olur, üzerine düşeni yapar ve çözüm getirirse benim açımdan kahraman odur. İktidar, muhalefet fark etmez. Herkesin bulunduğu mevkiin belli mükellefiyetleri bulunuyor. Muhalefetin pozisyonu özellikle önemli. Toplum adına hareket etmek ve yıkıcı olmamak kaydı şartıyla.

Unutmamalıyız ki terör sıfırlanamaz. Çözümse zor ve zahmetlidir. Ama birileri risk almalı. Çözmek için bir irade ortaya koymalı. Tarihi zor zamanlarda risk alanlar yazar. Statükocular değil.

Terörden elde edilecek oy kimseye fayda sağlamaz. Kan ve gözyaşı üzerinden menfaat devşirmeye çalışmak çok çirkin. Anadolu’da yaygın bir şekilde kullanılan bir söz durumu açıklıyor zaten: ‘Ağlayanın malı, Gülen’e yaramaz’. Millet ağlarken, ‘Gülen’e millet itibar etmez.

Bizler de bulunduğumuz mevkide, gündelik konuşmalarımızda, diğer insanlarla sohbetlerimizde konuya pozitif biçimde yaklaşırsak enerjimizi faydalı şeylere ayırmış oluruz.

İçeriden ve dışarıdan terörün bitmesini istemeyen kesimler yoğun bir şekilde propaganda silahını kullanmaya devam ediyorlar. Terör örgütünü ve liderini anlatmak, katillerin kötülüklerini sıralamak marifet değil. Bunları zaten biliyoruz. Asıl marifet bu hassas dönemde toplumu iyiliğe, hayra sevk etmek. Kızgınlık ve nefreti bir kenara bırakarak en azından gelecek nesillerimizin bir daha böyle acılar yaşamalarını engellemeye çalışmak.

Anadolu çok büyük acılar yaşadı, ihanetler gördü, sıkıntılara duçar oldu. Ama hiçbir zaman ümitsizliğe düşmedi. Bugün ümitvar olmak için yeterince sebebimiz var. Çözüm ülkenin prangalarını çözecek; önünü açacak. O nedenle destek verilmesi gereken bir adım.

Bu nu atlatacağız. Bu da geçer Ya Hu. Gelecek nesiller kimin destek, kiminse köstek olduğunu unutmayacak.

Biz de bunu unutmamalıyız.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Prof. Dr. Önder Kutlu Arşivi
SON YAZILAR