İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Ellerini avuçlarıma bırak, yüzümü baharla yıkayayım

Ellerini avuçlarıma bırak, yüzümü baharla yıkayayım

Topladığın çiçekleri göğsüne bastırmanı ve ömrünce çiçek kokmanı diliyorum.
***
Bütün gün; güneşin altında gölgesiz ve susuz yürümüş bir insanın ruh haliyle, senin olan, senin olduğun çadırın önüne geldim. Merhametli ve mesafeli bir tebessümle, testiden bir bardak su verdin bana. Verdiğin sudan sevginin lezzetini alıyordum. Ben kalmak istiyordum, gözlerin git...
***
Nasibe teslim olmak gönül genişliği ve rahatlıktır. Bizler “nasip” kelimesini sadece cümlelerimizde süs olarak kullanır, iş teslim olmaya geldiğinde sağırlaşırız. Günübirlik ve müzmin şikâyetlerimizin çoğunun kaynağı “teslim olmaya” direnmemizden başka bir şey değildir.
***
Son zamanlarda çok sık güzel haberler alıyor, övücü sözler duyuyorum. “Övüldüğünde günahlarını hatırla” ikazını kendime hatırlatıyor ve vara vara, İbrahim ne çok günahın var diyorum. Belediyenin tahtadan bankına oturmuş, sigara içiyordum. Fıskiyeden taşıp küçük gölcükler yapmış sulara, küçücük serçeler konuyor. Sigarayı ağzıma getirmeden öylece hareketsiz seyrediyor ve çok iddialı olmasına rağmen, yıllar önce kurduğum ve defaatla söylediğim “bir kuşu sever gibi sevmek” ve “sevgim, sevdiğime kanat olmalı, varsın başka gökyüzüne uçsun” cümlelerini hatırlıyorum. Biraz da hayatı sorguluyorum aslında. Geçmişi düşünüyor sonra yutkunup serçeleri yeniden izliyorum. Serçeler bütün ürkekliklerine ve aceleci olmalarına rağmen suyun içinde çırpınıyor, oynaşıyor ve su içip gidiyorlar. Düşünüyorum; insan sevdiğini kuş sayar ve korkutursa kuş uçup gider. Ya da daha gerçek olanı kuşun kendi özgür idaresi ile uçup gitmesi. Ya da gelip omuzumuza konması. Hepsi nasip, hepsi ibret. Sevenin de, kuşun da suçu yok!

***
Şimdi sana gelebilecek olsaydım bir kucak kır çiçeği ile heyecanımı getirirdim sana. Dünyanın en harika şeylerinden birinin, sevdiğin insanın sana sarılması ve bırakmak istememesidir. O sana sarılır, sen dünyaya.

***
Hüseyin Rahmi Gürpınar, yüz yıl önce şöyle diyordu: “Günümüzün ahlakını en iyi tarif eden ahlak, hacıyatmaz ahlakıdır.” Bugün de farklı değil. Benim ilavem şudur: Günümüz sohbetlerinin çoğu havanda su dövmektir.
***
Bugün uzun uzun karıncaları seyrettim, uzun uzun içimdeki aynaya bakmaya çalıştım, yaptığım hataları düşündüm... ( Ki hata yapmadığım gün olmuyor... ) Hayaller kurdum, tembellik yapayım istedim… Yazılanlar, yazılamayanlar, yazılamayacaklar... Yazacağız, yazılacak… Ancak çok zaman şunu da bileceğiz: Yazı da bir haykırıştır; duyulmak, bilinmek, sevilmek isteniliyor olmanın aşikâr edilmesidir.
***
Ellerini avuçlarıma bırak, yüzümü baharla yıkayayım.
***
On beş gün önce, kardeşim Çağatay Hakan Gürkan’la beraber, güzel bir vesile sebebiyle Hatay’daydım. Dostumuz Ömer Akçay’ın küçük kızı Hena Nur bizi, biz Hena Nur’u çok sevdik. Ancak Hena Nur, her seferinde Çağatay’ın adını unutuyordu. Bir seferinde yine Çağatay’ın yanına gelip kendisiyle oyun oynamasını istedi ve bu arada da arkadaşını çağırmıştı. Arkadaşı “kim o” diye sorduğunda, yine hatırlayamamıştı Çağatay’ın adını ve Çağatay’a yeni bir isim verdi: Dünkü adam!
İnsanoğlunun duyabileceği en güzel cümle kendi adının seslenişidir ancak bazen ve çok zaman dünkü adam, dünkü kadın durumuna düşeriz.
Dünde kalma ihtimalimize rağmen ne kadar da havalıyız.
***
İmtihanımız yürüdüğümüz yoldan, sorularımız yolun süreği. Rabbimiz benim sorumu sana, senin sorunu bana sormazken, bizlerin; dünyanın bütün derdini taşıyoruz “ayaklarına” yatmamız basitliğimizi gösterir, derdimizi değil.
***
Çağatay Hakan ile Ömer Akçay’a misafiriz. Yoldan gelmişiz ve açız. Ömer’i seviyoruz, yanında rahatız. Ömer yemeği yenir, gülümseyen, bir güzel adam. “Ömer, Çağatay aç” dedim. Ömer, kocaman gülümseyerek bana sarıldı ve “El kelamu sıfatül mütekellim” yani, “Söylenen söz, söyleyen kişinin sıfatıdır” dedi. Yani aslında benim aç olduğumu anladığını söylüyordu ve doğruydu.
“İnsan dilinin arkasında gizlidir” diyen Hacı Bektaş Veli’de aynı şeyi söylüyordu.
***
Küsüyor da sonra bir cümleyle, bir çiçekle, bir rüyayla yeniden başlıyoruz... Özlüyor söyleyemiyor, özlüyor sarılamıyor, özlüyor boşluğa düşüyoruz… Bizim oranın harmanlarına benzeyen rüzgârlı bir tepede, çimenlerin üzerinde kıldım namazımı. Gülümsedim. Dua ettim. Burada olmanı diledim. Sonra sustum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR