İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Kırmızı tülbent takanım

Kırmızı tülbent takanım

Dağlım, özlediğim, halay oynadığım…

Az önce, Neşet Ertaş dinliyordum ve bir anda kalkıp oynamaya başladım. Türkü bitti, bir daha başa aldım ve sen karşımdaymışçasına oynadım, oynadım, oynadım…

Oynamam; Kazancakis’in “Zorba” romanında ki Zorbanın geceleri yaktıkları ateşin başında oynamasına benziyordu. Oynamam sen seyrediyorsun diye güzeldi. Oynamam yeni yetmeliğimdi. Oynamam ayaklarımı yere sert vurduğum zamanlar, oynamam sana seslenişimdi.

Yeni yetmeydim. Sokağımızdaki düğünlerde özellikle halay oynanırken, en baştan oyuna dâhil olmaz, halay tavını aldıktan sonra, beyaz mendilimi çıkarıp sağ elimi alır, halayın başına geçerdim. Halayı iyi oynardım!

Yine bir düğündeyiz. Cemil amcaların kereste atölyesinin arkasındaki boş alan, Gürcü Emine teyzenin evinden çekilen kablolarla ışıklandırılmış. Halay çalmaya başladı. Halayın başında da dostum, çok şeyim, sırdaşım Metin var. Her şey benim istediğim gibi. Kenarda ablalarım Serpil Şaduman, Emine, sokağımızın kızları ve misafir kızlar da var. Sahi asıl kahramanı unuttum. Bir de ablalarımın arkadaşı, bakkalımızın kızı Meryem –Meruş- abla var.

Gençtim, diriydim, hesapsızdım. Yarın yoktu. Beyaz mendilim, yukarıya kaldırdığım sağ elimde, biraz önce başlamış halayın başına geçip sol kolumu Metin’e uzattım.

Ne güzel, ne delişmen günlerdi. Hafta sonu oynayacağımız futbol maçı, sevdiğimiz kızlar ve biraz da okul. İkindi saatlerinde sevdiğimiz kızların sokağında turlar, akşam namazı sonrasında yenen yemekler sonrasında da direğin dibinde toplanır, bazen büyüklerimizden çekinerek iki çay içimi kahveye takılır, sonra yine yakın sokaklarda –senin sokağından - ufak bir tur atar, babalarımız gölgesi, annelerimiz merhametinde, suçsuz ve sabıkasız uykulara yatardık.

Halay hızlanıyor, Metin’le kol kola olmanın da etkisiyle coşuyordum. Kızlar bizi seyrediyordu. Ayaklarımız yerden toz kaldırıyor, gençliğin diriliğiyle terliyor, müzik bizim, biz müziğin peşinde dönüyorduk.

Nasıl olduysa, kenarda bizi seyredenlere çok yaklaşmış, birilerine çarpmış ve mendilimi elimden düşürmüştüm. Mendilimi yerden almak için durmadım. Üç adım sonra ablalarımın önünden geçecektim. Bana en yakın duran Meryem ablaydı, elimi uzattığım gibi, başındaki beyazlı kırmızılı tülbendi çekip aldım ve halaya devam ettim.

İşte o gün bu gündür, kırmızılı tülbent gördüğümde o günlere dalar giderim Dağlım. Sahi senin de bana, kırmızı bir tülbent borcun vardı değil mi?

Dağlım, halay oynadığım, kırmızı tülbent takanım. Seni özlüyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR