Klavuzu Trump Olan Dünyanın
Günümüz itibariyle iktisadi, siyasi, askeri ve iletişim (yazılı – görsel – sosyal medya) alanlarında tartışmasız lider ülke ABD’dir ve onun başkanı da Trump’tır. Trump’ın kendi ülkesi ve diğerleriyle ilgili konu fark etmeksizin ağzından çıkan her cümle, dünya kamuoyunda normal olarak büyük ses getirmektedir ki, bu durumun Tump’ın karizmasından, ileri görüşlülüğünden, vizyonundan ve misyonundan kaynaklanmadığı, ABD’nin gücüne dayandığı açıkça ortadadır. İlk başkanlığı kazandıktan sonra genel olarak global sorunlarla uğraşmayı bırakıp ABD’nin kendi iç sorunlarına odaklanmayı öncelemesi anlamında kullandığı “America First” sloganını sürekli işleyen, ancak arka arkaya ikinci kez başkan olma yarışını kendince küreselcilerin değil ABD’nin çıkarlarını savunmaya devam edeceğimi açıkladığı için mektupla kullanılan oyların sayımında yapılan ayak oyunlarıyla kaybettiğini öne süren ve bu yüzden Beyaz Sarayı adeta işgal edecek kadar ileri giden Trump, Biden’ın yaptığı yanlışları iyi değerlendirip yaşı üzerinden giriştiği polemiklerle de destekleyerek, bir dönem aradan sonra yeniden başkan olarak seçildi.
İlk başkanlığında edindiği tecrübelerden ders çıkardığı yaptığı konuşmalardan anlaşılmakla birlikte, arkasındaki ekonomik, askeri, siyasi ve iletişim gücünün kendisine sağladığı özgüvenle olsa gerek, arkadaş toplantısında veya ayaküstü sohbet eder gibi kullandığı ifadelerin nereye gittiğinin, ne gibi sonuçlar doğuracağının sanki farkında değilmiş gibi izlenimler vermektedir. Buna bağlı olarak öncelikle ABD sonrasında küresel ekonomide etkilere yol açacağı muhakkak yaptığı herhangi bir açıklamadan sonra, olası sonuçların ortaya çıkmaya başlaması ve kendi ülkesinin ekonomisine zarar vermesi ortaya çıktığında, bir şey yokmuş gibi “u dönüşü” yapmaktan çekinmemekte ve tam tersi konuşmalarda bulunabilmektedir. En büyük tutarda dış ticaret açığı verdiği Çin’i (AB, Meksika, Kanada) sert cümlelerle gümrük tarifeleri uygulayarak hizaya getireceğini başkan seçildiğinin hemen ertesinde dünya kamuoyuyla paylaşmasına rağmen, Çin’in karşı gümrük vergileriyle rest çekmesinden ve ABD ekonomisinin çok daha fazla zarar göreceği anlatıldıktan sonra, sanki Çin’e sopa sallayan kendisi değilmiş gibi müzakerelere açık olduğunu, iki tarafında lehine olacak şekilde orta yol bulunulacağı anlamına gelen açıklamalar yapması, örnek verilebilir. Trump’ın buna benzer en yumuşak tonla kırdığı potlara; Grönland’ın ABD’ye verilmesi, Kanada’nın 51. eyaleti olması, Gazellilerin yaşadığı topraklardan başka ülkelere gönderilip ABD’nin kontrolünde turistik bir bölge haline getirilmesi, Rusya-Ukrayna arasındaki savaşı bir haftada bitireceğini söylemesine rağmen ciddi sayılabilecek bir mesafe kat edilememesi, İran’ın nükleer silaha çalışmalarını engellemek adına her türlü baskıyı yapmasına rağmen nükleer silaha sahip olan ve kadın – erkek – çoluk – çocuk demeden Filistinlileri katleden israil hakkında laf üretmekten başka bir şey yapmaması, şeklinde örnekleri vermek mümkündür.
Trump’ın ülkemizin hükümet başkanıyla an itibariyle iyi ilişkiler içinde olması, samimiyetini göstermek amacıyla “dostum” gibi kavramlar kullanmasına asla güvenilmemelidir. İlk başkanlık döneminde ülkemiz makamlarınca terörle ilişkilendirilerek tutuklanmasına hatta 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezası almasına rağmen, başkan yardımcısı Pence aracılığıyla serbest bırakılması aksi takdirde F-35 ile Brunson konusunun ilişkilendirilmesi, ayrıca başta ekonomimize olmak üzere birtakım yaptırımlar uygulanacağının belirtilmesi, hafızlarımızda taze olarak durmaktadır. Günün sonunda dünya ekonomi pastasının ikinci büyüğü olan Çin ile ekonomik ilişkilerinde sürekli zikzaklar çizen, ülkelerin liderleriyle yaptığı görüşmelerde uluslararası hiçbir teamüle uymayan davranışlar sergileyen (Angela Merkel’in elini sıkmayıp havada kalması, Zelenski ile adeta kavga eder gibi tartışması vb.) Trump’ın karşısına, ülke olarak iktidarı ve muhalefetiyle ekonomik, siyasi ve savunma sanayi alanlarında birlik olup güçlü çıkmaktan başka çaresi yoktur. Trump’tan ve batıdan dost olmaz.
