Hangisi gerçek?
Tüm ekonomilerin reel ve finansal sektörünün ahtapotun kolları gibi birbirine girdiği, etkileşim içinde ve adına küreselleşme denilen olgudan kaçmanın olanaksız olduğu günümüzde her ülke, bünyesinde barındırdığı avantajları ve dezavantajları lehine kullanmak zorundadır. Gelişmiş birkaç batılı ülke, kendi dışında kalanları kuralsız, orantısız ve ancak her ne olursa olsun kendi lehine kazanımlar sağlaması şartıyla demokrasi sosuyla tatlandırılmış zehirli elma şekeri misali, hizaya getirme peşinde koşmaktadırlar. Bunu sağlamak içinde gerektiğinde, ülkelerin haklı istekleri ve evrensel hukuk kurallarını bile yok sayarak, üstelik demokrasi adına her türlü yanlışı yapmaktan çekinmemektedirler. Zerre kadar hukuki dayanağı bulunmamasına rağmen, israilin savunmasız insanları katletmesine, çocuk kadın yaşlı demeden üzerlerine bomba yağdırmasına rağmen, tekel konumunda oldukları yazılı ve görsel medyadaki etkinliklerini kullanarak, yapılan soykırımı sun’i gündemler oluşturarak küresel alemin dikkatinden kaçırmaya çalışmaktadırlar ki, bunda da maalesef başarılı oldukları da yadsınamaz.
Gazze halkının soykırıma uğramasına rağmen dünya kamuoyunun ancak iş işten geçtikten sonra bir nebzede uyanması, istenen düzeyde olmamakla birlikte en azından bir gelişmedir. Siyasi alanda israilin yaptığı soykırım gibi, ekonomi özelinde de birçok benzer uygulama gösterilebilir. Örneğin aldığı kararlarla küresel ölçekte başta ekonomi, savaş, istihdam ve sağlık gibi konularda istikrarın tesis edilmesine yönelik amaçlara hizmet etmesi için kurulan IMF, WB, WHO, WTO, UNESCO, ILO vb. teşkilatların hemen tamamı, başta ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, Japonya gibi gelişmiş ülkelerin kontrolü altındadır. Bununla birlikte dünya GSMH’ın yaklaşık dörtte üçünü kapsayan ekonomik güce sahip yukarıda sayılan ülkelerde faaliyetlerini sürdüren FED, ECB, BOJ, BOE, PBOC gibi merkez bankaları, aldıkları veya almadıkları kararlarla, genel ekonomik süreç ve ülkelere dair açıkladıkları raporlarla, dünya ekonomisini ve ülkeleri, istedikleri gibi manipüle edebilmekte ve istedikleri yöne evirebilmektedirler. Her biri için örnek verilebilmekle birlikte, FED üzerinden konuyu açarak, küresel ekonomik sürecin işleyişine bakalım. FED kırk beş günde bir, yılda sekiz defa toplanarak faiz kararlarını açıklamaktadır. Faiz oranı ile ilgili kararını açıklandıktan sonra FED Başkanı J. Powell,, birkaç gün ABD ve dünya ekonomisi üzerinde olası gelişmelerle ilgili düşüncelerini kamuoyuyla paylaşmaktadırlar. 12 Bölgesel FED başkanları da faiz oranlarının olası sonuçlarıyla ilgili, birbirlerinin görüşleriyle o kadar zıt açıklamalar yapmakta, adeta küresel ekonomiyi ve ülkeleri kontrpiyede bırakmaktadırlar. Sonraki bir iki hafta içinde kamuoyuyla paylaşılan zıt görüşlerin ne demek istediğiyle ilgili karşılıklı ilave açıklamalar devam etmektedir. Böylece yaklaşık bir ay geçmekte, sonrasında ise kalan iki hafta ise, yeni yapılacak FED toplantısında faiz oranının artırılacağı, düşürüleceği, değiştirilmeyeceğiyle ilgili tartışmalarla geçmektedir. Dikkat ettiyseniz 45 günün her bir gününde dünya ve ülkelerin ekonomileri, adeta FED’in alacağı faiz kararlarına endekslenmiş durumdadır.
İktisadi, sosyal, barış, sağlık gibi en önemli alanlarda dünyada istikrarı sağlamak amacıyla faaliyetlerini sürdüren küresel ölçekte etki yapacak kurumların hemen hemen hepsinin, büyük oranda ABD’nin güdümünde hareket ettikleri bilinen bir realitedir. İşin ilginç yanı, FED örneğinden yola çıkarak bu kurumların açıkladıkları verilere ciddi düzeyde itiraz edecek, itiraz etse bile karşılık bulacak dengeleyici karşıt kurumlar tesis edilmediğinden, manipülasyona açıktır. Bu nedenle karar alma süreci, açıklanması, öncesi ve sonrasında yaşanan gelişmelerle ilgili işleyen sürecin benzeri, küresel ölçekte örgütlenmiş ve sonuçlar ortaya çıkaran IMF, WB, ECB gibi kurumların, kararları için de geçerlidir. Yapılması gereken, söz konusu kurumların karşısına doğru bilgileri aktaran küresel ölçekte kurumlar inşa ederek, yanlış yönlendirmelerin önüne geçilmelidir.
