Musab Seyithan
Musab Seyithan Allah’ı Devre Dışı Bırakarak Zafer Beklemek

Allah’ı Devre Dışı Bırakarak Zafer Beklemek

Bizim inandığımız Allah, hayata müdahale eden Allah’tır. “Din işi ayrı dünya işi ayrı, din bir vicdan işidir, Allah’ı devlet ve dünya işlerine karıştırmayın” diyen laikler, çağdaş müşrikler olarak Allah’ı bazı işlerine karıştırıp, bazı işlerine karıştırmazlar. Onun için dünya işlerini idare ederken “güç”e taparlar. Onlara göre güçlü olan galiptir, üstündür, yenilmezdir.

Bu “güç”ün ve “güçlü”nün kulları, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesine göstermelik imza da atarlar. Bu imzaladıkları beyannamede; “Hukukun gücü esastır. Zayıf/güçsüz kişi haklı ise, hukuk karşısında güçlüdür. Güçlü kişi haksızsa, hukuk karşısında güçsüzdür” diye taahhütte de bulunurlar. Fakat acıkınca putlarını yerler. Katil ABD ve onun gayri meşru çocuğu kuduz İsrail, kurulduğundan beri insan haklarını ihlal etmesine, savaş suçu işlemesine ve bu durumun Uluslararası Ceza Mahkemesince hükme bağlanmasına rağmen, cani Netanyahu, gayrı meşru babasından aldığı güçle cinayetlerini sürdürmektedir.

Bugün tüm dünya, bu “güç”e tapanların saldığı korku ikliminde yaşamaktadır. “ABD’nin, İsrail’in, Rusya’nın, Çin’in şu kadar füzesi, bu kadar nükleer gücü, şu kadar hava savunma filosu, tankı, topu vardır. Onlara güç mü yeter? Onlarla savaşan bu “güç” karşısında zafer elde edemez” diyerek Müslümanlar dahi -bilerek veya bilmeyerek- bu “güç” ilahına inanmaya başlar.

Bu inanç, Allah’ı hesaba katmadan zafer hayalleri kurmaktır. Hani Müslüman “Hayata müdahale eden bir Allah’a inanıyordu!” Laiklerin içinde kalarak ve onların “güç” ilahına yaptığı çağrının etkisiyle olaylara Allah’ı müdahale ettirmeyi unuttuk mu?

Efendiler! Müslüman, hâdiseleri değerlendirirken ve eşyaya anlam kazandırırken olayları “Allah’ın bak dediği yerden görmek” zorundadır. Olaylara Kur’an perspektifinden bakmadan ve Rasûlullah’ın başkomutanlığını yaptığı savaşları göz önünde bulundurmadan değerlendirme yapan Müslümanlar, laiklerin etkisinde kalacak, seküler dünya görüşüyle Allah’ı devre dışı görme gafletine düşecektir.

Bunları söylerken “Müslümanlar ayak yalın, baş kabak bir şekilde savaş meydanına çıksın Allah Kerimdir” demek istemiyoruz. Önce Allah’ın buyurduğu şekilde Mü’min olacağız. Yüce Allah Hayat Kitabımızda “Allah, Mü’minler aleyhine kâfirlere asla yol vermeyecektir.” (4/Nisa:141);

Mü’minlere yardım etmek bize haktır.” (30/Rum:47);

Üzülmeyin, gevşemeyin, eğer Mü’minseniz en üstün sizlersiniz.” (3/Âl-i İmran:139);

Allah Mü’minleri, içinde bulunduğu halde bırakacak değildir.” (3/Âl-i İmran:179);

Muhakkak Allah, Mü’minlerle beraberdir.” (8/Enfal:19) ayetleri gereğince eğer Müslümanlar gerçek anlamda Mü’min olsalardı, Allah onları bulundukları bu zillet halinde bırakmayacaktı. Bütün toplumlardan daha üstün bir seviyeye ulaşacaklardı. Allah her durumda onlarla beraber olup kâfirlere yol vermeyecekti. Dolayısıyla bizler, Allah’ın dediği anlamda “Mü’min” değiliz. Çünkü namaz, oruç, hac zekât gibi birçok ibadeti yerine getirmemize rağmen bilimsel, ekonomik, sosyal, siyasal ve askerî alanlarda görevimizi yapmadığımız için bir zaaf içindeyiz. Bütün bu sebepleri yerine getireceğiz ama sebepleri “İlah” yerine koymayacağız. Öyle yaparsak Allah bizi kendi halimize terk eder.

Onlara karşı gücünüzün yettiğince kuvvet hazırlayınız. Ordugâhlarda atlar besleyiniz. Böylece hem Allah'ın düşmanını, hem kendi düşmanınızı, hem de onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah'ın bildiği düşman kimseleri korkutursunuz.” (8/Enfal:60) ayeti gereği caydırıcı olması için savaş teknolojisine sahip olacağız. Ama bu güce erişmemiz, hiçbir zaman bizde Allah’ın gücünü devre dışı bıraktırmamalıdır. Sözde değil özde inanmalıyız. Nitekim Mekke fethinden sonra vuku bulan ve önceki savaşlardan daha çok sayıdaki 12 bin kişilik bir orduyla savaş meydanına giden Müslümanlar; “Bu güç karşısında kim durabilir?” demişti. Fakat bir an için Allah’ın gücünü unutan mücahitler, Huneyn savaşında düşman tarafından pusuya düşürülerek perem perem dağılmışlardı. Bu durumu Yüce Allah Kur’an’da şöyle hatırlatır:

Yemin olsun ki, Allah size birçok yerde yardım etti. Huneyn Savaşı'nda da size yardım etti. Hani çokluğunuz sizi böbürlendirmiş, fakat bu hal, sizi hezimete uğramaktan kurtaramamıştı. Yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti, sonunda gerisin geri dönmüştünüz. Sonra Allah, Peygamber'in ve müminlerin üzerine güven duygusunu indirdi. Sizin görmediğiniz ordular indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır.” (9/Tevbe:25-26).

İşte bu, Allah’ın değişmeyen yasasıdır. Müslümanlar hangi dönemde, hangi coğrafyada olurlarsa olsunlar, Allah’ın istediği gibi Mü’min oldukları, Allah’ın istediği gibi bir hayatı yaşadıkları, Allah’a tam güvendikleri, Allah’ın yardımına ehil oldukları sürece kesinlikle bilsinler ki, Allah’ın yardımı ve desteği onlar üzerinedir. Sayıları ve güçleri ne olursa olsun, savaşan kâfirler her zaman karşılarında önce Allah’ı bulacaklar ve her zaman mağlup olup kaçacaklardır.

Eğer Müslümanlar Allah’ın toplumsal yasalarına boyun eğmez, zaferi Allah’a teslimiyette bilmez, Allah’ın istediği kulluktan çıkar, peygamberin emir ve yasaklarına riayet etmez, bir başka ifadeyle kitap ve sünnetten uzaklaşarak hevâ ve hevesleri doğrultusunda hareket ederek savaşa girerlerse, elbette sünnetullah gereği, hangi taraf güçlüyse savaşı o taraf kazanacaktır.

İşte bugün ümmet, Allah’ın istediği Mü’min standardında olmadığı ve vahdet yerine tefrikayı seçerek param parça olduğu için, kendi haline terkedilmiştir. Ne zaman ki marka ve tatlısu Müslümanlığından vaz geçer, güçlerini bir araya getirir ve imkânlarını seferber edip “Bittik ya Rabbi!” diyecek konuma gelirse, işte o zaman Allah; “Yettim ey kulum!” diyerek yardımını devreye sokacaktır. Hiçbir gayret göstermeyip, mevcut imkânları da ortaya koymadan Allah’tan zafer beklemek; “Ey Musa sen ve Rabbin gidin ve savaşın, biz burada oturacağız.” (5/Maide:24) diyen o günkü yahudilerin mantığıdır.

İşte bugün başta büyük şeytan Amerika olmak üzere birleşmiş kâfir milletlerin desteği ile siyonist İsrail vuruyor, İslam âlemi de sadece seyrediyor ve kınamakla yetiniyorsa, sebebi bunlardır. Birkaç yiğit İslam ülkesi, mevcut hava ve kara imkânlarını ortaya koyarak dünyada işlenen bu zulme başkaldırsa; “Yarabbi! Biz bütün imkânlarımızı ortaya koyduk bize yardımını esirgeme. Senin gücünün üstünde güç yoktur” diyerek meydana atılsa, ben Allah’ın, yardımını tecelli ettireceğine ve müstekbir kâfir devletlerin kalbine korku salacağına inanıyorum. 600 günü aşkındır bir avuç Hamas mücahitleri karşısında -süper güçlerin yardımına rağmen- acze düşen ve yok edemeyen siyonistler, bu çıkış karşısında biiznillah hezimete uğrayacaklardır. Üçüncü dünya savaşı da çıkacaksa çıksın. Azdan az gider, çoktan çok… Bu kahpelerin yaşadığı dünyada zillet içerisinde yaşamaktansa, izzetle ölmeyi tercih edenlerin sayısı az değildir. Yeter ki bir düğmeye basılsın. Gerisi gelir Allah’ın izniyle.

Bu dediklerim, laik ve sekülerler, ya da onlardan etkilenen tatlısu Müslümanları için ütopya olabilir. “Nice az toplulukların, Allah’ın izniyle nice çok topluluklara galip geldiklerini” (2/Bakara:249) bu kafaya anlatamazsınız. Sözüm, onların bulunduğu meclisten dışarı.

Kısaca; bugün kâfirlerin kuvvetli görünmeleri, onların güçlü olduğundan dolayı değildir, Müslümanların dağınıklığından ve Allah’ın istediği kalite ve kalibrede hakiki mümin olamadıklarındandır. Mü’minlik, içimizdeki İslam; Müslümanlık da dışımızdaki İslam’dır. İçimizle tam manasıyla Müslüman olmadıkça, kalıplarımızla yaptığımız Müslümanlık bizi kurtarmamaktadır. İşte bundan dolayı bugün:

Başımıza ne gelmişse Hak’tandır

Ama geliş sebebi Hak’tan ayrılmaktandır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Musab Seyithan Arşivi