Şenol Metin

Şenol Metin

YÖK, üniversite reformunu başarabilir mi!

YÖK, üniversite reformunu başarabilir mi!

Geçen haftanın Türkiye gündeminde yükseköğretimdeki boş kontenjanlar ile başlayan tartışmalar vardı. Tartışmanın odağında boş kontenjanlar olmasına rağmen sorun yapısal olduğunu biliyoruz. Bu çerçevede bazı tespitlerde bulunmak istiyorum;

Öncelikle Türkiye’nin 10 yıldır çabaladığı Orta-Gelir tuzağından çıkabilmesi inovatif, kreatif  beyinlerin yetiştirilmesine bağlıdır. Bu beyinleri yetiştirecek olan üniversitelerimiz maalesef görev tanımlamaları ve önceliklerini tanımlayamadığı için kendisinden bekleneni yerine getirememektedir. Bunu ancak kapsamlı bir yükseköğretim reformu ile başarabilir. YÖK’ün iç dinamikleri ile böylesi kapsamlı bir reformu başaramayacağı açıktır. Yine de Yükseköğretim sisteminin çatı kuruluşu YÖK, ortak aklı arayan bir bakış açısı ile tüm paydaşlara alan açarak, 2547 Sayılı Kanunu tartışmaya açması ve siyasi iradeye rehberlik etmesi mümkündür. Böylesi bir sürecin en temel parametresi katılımcılık olmalıdır. Bu çerçevede her bir üniversitede tüm toplumsal kesimlerin, hususende alan STK’larının etkin katılımı ile bölgesel çalıştaylar sonrası oluşturulan raporlar, 2023 Türkiye’si Yükseköğretim reformu için zemin oluşturabilir.

2023 Türkiye’sinin Yükseköğretiminde organizasyonel model, öğretim programları, üniversitelerin  görev tanımları, sanayi ve işgücü piyasası ile etkileşimi ayrı ayrı başlıklar halinde tüm paydaşların özgür bir biçimde ortak aklı araması,  tercih olmaktan çıkmış bir mecburiyet haline gelmiştir. Türkiye’nin 10 yıldır çıkabilmek için çabaladığı orta-gelir tuzağından çıkabilmesi bu reformu, Yükseköğretim Reformunu başarabilmesine bağlıdır.  

Reform mecburiyetinden sonra vurgulanması gereken ilk husus, üniversitelerin yalnızca bilgi transfer eden öğretim boyutu ile ön plana çıkan kurumlar olduğu gerçeğidir. Gencin şahsiyetini  inşa eden boyutunu üniversite ihmal etmektedir.

Akademimizin önümüzdeki dönemde bu boyutu çokça düşünmesi, tartışması ve ortak aklı araması gerekecek.

Tabi bu süreçte siyasi iradenin karar vermesi gereken en önemli ve öncelikli husus Yükseköğretim sisteminin kim tarafından ve hangi örgütsel modelle yönetileceği sorunudur.

Halen koordinatör çatı yapı olarak kurgulanmış ancak koordinasyon boyutunu çoktan aşmış Yükseköğretim Kurulu benzeri bir yapı üzerinden mi yönetilmeli veya Yükseköğretim sistemi bakanlık yapısı üzerinden mi yönetilmelidir?

Bakanlık yapısı kurgulanacak ise Yükseköğretim Kurulu’nun  işlevi ne olmalıdır?

Yükseköğretim Bakanlığı bilgi üretme (araştırma), bilgiyi transfer etme (eğitim/öğretim) hizmet sunumu fonksiyonlarını hangi örgütsel formda gerçekleştirebilir?

Öncelikleri ne olmalıdır?

Bu tercihlerin olumlu olumsuz yönleri detaylı olarak tartışılmalıdır.

Üniversitelerimiz hem tematik boyutta hem de fonksiyonel boyutta görev tanımlamalarını yapmalıyız. Tematik boyutta sağlık bilimleri, temel ve mühendislik bilimleri, sosyal bilimler alanlarında üniversitelerin görev önceliklerini tanımlamalıyız. Her şeyi yapmaya çalışan üniversitenin hiçbir şeyi başaramadığını gördük. Fonksiyonel boyutta da araştırma üniversiteleri ile öğretim öncelikli üniversitelerin misyon tanımlamalarını yapmalıyız. Tematik boyutta da fonksiyonel boyutta da üniversite yeterliliklerinin farklı olduğu gerçeğine artık sırtımızı dönemeyiz.

Bu çerçevede ‘Üniversite İçi Öğretim Örgütlenmesi’ boyutunda;

Fakülte, temel öğretim birimi olarak kurgulanmalıdır. Fakülte,  interdisipliner, multidisipliner hatta transdisipliner yaklaşımlara alan açacak program esnekliğine sahip öğretim birimidir. Önlisans, lisans ve lisansüstü tüm öğretim düzeylerinde yatay ve dikey geçişlere imkan verecek bir program esnekliği fakülte düzeyinde öğrencinin talebi ve işgücü piyasasının ihtiyaçları çerçevesinde yapılandırılmalıdır. Bir parantez;

Önümüzdeki dönemde üniversiteleri öne çıkaracak öğretim kademesi lisansüstü programlar olacaktır. Özelikle interdisipliner ve multidisipliner doktora programları…

Bu programların akademiye nitelikli öğretim üyesi kazandırma fonksiyonu birincil olmaktan çıkacak ve sanayiye nitelikli AR-GE Uzmanı Yetiştirme fonksiyonu önem kazanacaktır. Bu çerçevede sanayi ile ve bilim üreten kuruluşlar ile çok yönlü, derinlikli ilişkiler geliştirilmelidir.  Öyle ki üniversite laboratuvarları, sanayinin ARGE’si gibi çalışmalı, sanayinin ihtiyaç duyduğu bilgi, araştırma üniversitelerinin laboratuvarlarında üretilirken, üretilen bilgi patente ve ticari ürüne dönüşerek üniversitenin finansmanına katkı sağlayacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Şenol Metin Arşivi
SON YAZILAR