Doç. Dr. Yusuf Sayın

Doç. Dr. Yusuf Sayın

Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması

Ayasofya'nın yeniden ibadete açılması

1453 yılında İstanbul'un fethiyle camiye çevrilen Ayasofya, asırlar sonra sahip olduğu önemi dolayısıyla bir kez daha gündeme geldi. Tabii ki bu önemli konuda tartışılan temel husus, bir mimari yapının bir başka muhtevaya çevrilmesinden ziyade, yüzlerce yıldır taşıdığı tarihsel önemin farklı bir boyut kazanmasıdır.

Temmuz ayı içinde yeniden ibadete açılması hususunda yargı kararı beklenen Ayasofya’nın gelecekte statüsünün ne olacağı konusunda ciddi bir kafa karışıklığı bulunmaktadır. Her şeyden önce Ayasofya, sadece İslam ve Hristiyan âleminin ortak bir değerinden öte insanlığın ortak mirası olarak kabul edilmelidir.

Ayasofya kadim bir mabet olarak Osmanlı mirasının bir parçasıdır. “Fethiye Camii” olarak da adlandırılan Ayasofya, dini mimarinin başyapıtı, politik otorite simgesi ve kudret sembolü niteliği taşımaktadır.

Tarihsel ve stratejik önemi dolayısıyla Ayasofya, Türk devletinin gücünü ve gövdesini gösteren bir sembol olmakla birlikte imparatorluk geçmişine referans veren bir yapı olması özelliğiyle de siyasi ve ruhani bir otorite niteliği taşımaktadır.

Siyasi tarih açısından “Kılıç Hakkı” çerçevesinde değerlendirilen Ayasofya’nın ibadete açılmasını tartışmak bile Türkiye’nin sahip olduğu ulusal egemenliğini tartışmaya açmak anlamına gelecektir.

Burada önemle vurgulanması gereken husus; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin topraklarında bulunan herhangi bir yapı üzerinde Türkiye devletince bir tasarrufta bulunması, Türkiye'nin sahip olduğu egemenlik ve bağımsızlık hakları çerçevesinde görülmesi ve anlaşılması gerektiğidir.

Ayasofya’nın 1934’te statüsünün müzeye çevrilmesi dönemin siyasi iktidarının politik ve idari tasarrufu olarak gerçekleşmiştir. Döneminde böyle bir uygulama yapılmış; fakat şimdi statüsünün yeniden camiye çevrilmesi noktasında yeni bir uygulama yapılması istenmektedir.

Kısacası; uygulama o günün şartlarında gerçekleşirken, şu anda süren tartışmayı şimdinin şartlarıyla değerlendirmek gerekmektedir.

Muhakkak ki geleceğe yönelik yapılması düşünülen uygulamanın olası sonuçları değerlendirilirse de şu anda sosyal ve siyasi konjonktür itibarıyla bu adımın atılması zaruri görünüyor.

Vaktinde Osmanlı Ayasofya’yı alarak doğu ile batı dünyasını birleştirmeyi başarmıştır. Şimdilerdeyse Ayasofya üzerinde ve temelinde varılacak yeni bir paradigmanın doğu ve batı dünyaları açısından tepkiyle karşılanmamasına dikkat etmek gerekiyor.

Bugüne kadar Ayasofya insanlığın ortak bir mahfili olmuştur. Hangi statüde konulursa korusun bu özelliğinin devam ettirilmesi zaruriyet arz ediyor.

Yeniden ibadete açılması konusunda gelen tepkilerse temelde yurtdışı kaynaklı olmakla birlikte daha çok cılız kalıyor. Medyada bu konunun önemli bir yer işgal etmesiyse genelde ülke içindeki iktidar muhalifi muhafazakâr olmayan kanadın meseleyi tepkisel olarak gündemin üst sıralarında tutmak istemesiyle açıklanabilir.

Ülke dışından tepkilerin oluşması doğal karşılanabilir. Fakat hangi düzeyde reaksiyon gelişirse gelişsin Türkiye’nin (toprakları ve karasuları içinde) bağımsızlık, egemenlik hakları ve toprak bütünlüğüyle çelişmemesi gerekmekte.

Ayasofya’nın 1453 ve 1923 ile Türkiye’nin egemenlik çatısı altında olduğu iki kez tescil edilmiştir. Ayasofya Fethiye Camii, Türkiye’nin sathında kaldığı müddetçe de doğu ile batıyı birleştiren ve tüm insanlığı ortak bir paydada buluşturan kadim bir mekân olmaya devam edecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Doç. Dr. Yusuf Sayın Arşivi
SON YAZILAR