Tuğba Açıkgöz

Tuğba Açıkgöz

Benim İçin 15 Temmuz

Benim İçin 15 Temmuz

Herkes yazsın istiyorum. 15 Temmuz gecesi hayatta kalan herkes bir şeyler söylesin.

Kalem tutsun eller, yürekler zaten yangın yeri. Dökülsün sözcükler. İster dert yazsın, ister beddua…

Herkes anlatsın o gece normal giden hayatı nasıl altüst edildi!

Benim 15 Temmuz’um…

Rahatsızlığım sebebiyle kanepede uyukladığım bir akşam. Yakın arkadaşımın beni aramasıyla uyandım. Köprünün tek taraflı kapatıldığını, bunun ne anlama geldiğini, darbe söylentileri olduğunu, teşkilattan bir haber gelip gelmediğini söyledi. Yerimden nasıl kalktığımı televizyonu nasıl açtığımı hatırlamıyorum. TRT’yi açtığımda yayın yoktu.

Babamın hayatı bizlere bu ülkenin yaşadıklarını anlatmakla geçti. Bir darbe nasıl başlar nasıl devam eder nasıl son bulur aslında hepsini ezbere bildiğimi fark ettim. TRT’yi açmamda ki sebepte bence buydu. Çünkü darbeler yayının gitmesiyle start veriyordu. Sonrasında ekrana bir asker bozuntusu çıkacak. Ülkenin selameti için yönetime el koyduğunu söyleyecekti. Kalbimin ağrıdığını hissettim. İçimden ‘asla o ana şahit olmayacak gözlerin Tuğba, sen bir askerin bu ülkeyi mahvedişine şahit olmayacaksın’ dedim ve televizyonu hemen kapattım.

Sürekli babamın anlattıkları aklımda yüksek sesle tekrarlanıyordu. Bu gecenin sabahı gelmeyecekti. Bir şey yapmalıydım. Daha önce yapılmayan neydi? İnsanların sokağa dökülmemesi, ölümü göze alamamasıydı…

Ya Allah Bismillah dedim ve kalktım yerimden. Gelin olduğumda emanet edilen bayrağımı çıkardım. Buna sarılır giderim. Ölürsem kefenim olsun diye düşündüm. O esnada Sayın Selman Özboyacı sosyal medyadan bizleri darbeye karşı durmaya davet etti.

Tek kelimeyle sevindim! Yalnız değilim. Herkes karşı duracak diye hissettim.

Abdestimi aldım. Dışarda olan eşimi aradım, askeriyenin darbe yaptığını eve gelmesini beni de alarak dışarı çıkmamız gerektiğini söyledim. ‘Darbe ne demek? Darbe ne demek?’ diye bağırışları hala kulağımda. İnanmak istemedi. ‘Sen çıkamazsın, çocuklarımızı düşün. Ben eve geliyorum. Ben çıkacağım.’ Dedi. ‘darbecilerin ülkesine çocuk doğurmaktansa ölmeyi yeğlerim. Vakit kaybetmeyelim. Hemen gel. Öleceksek beraber ölelim.’ Dedim.

Geldi.

Çok sessiz girdi içeri.

Sen kal evde diyemedi.

Abdestini aldı yanıma geldi tuttu elimi.

Sessiz sessiz helalleştik. Hangimizin eve dönebileceği bile meçhuldü. Ama gururlu baktı bana, ölmeyi göze aldığımın farkındaydı.  

Elimi karnıma koydum, ‘yerine getiremediğim tüm annelik görevlerim için, hakkınızı helal edin, bu vatana olan sevgim bunu gerektiriyor’ dedim.

İl başkanlığımıza vardığımızda mahşeri bir kalabalık gördüm. Cumhurbaşkanımıza sonunda ulaşılabilmişti ve herkesi meydanlara davet etmişti. Gözyaşları sel, Tekbirler yeri göğü inletiyordu. İl başkanımız Mevlana meydanına gidileceğini söyledi. O an bir insan seline şahitlik ettim. İnsan akıyordu sokaklarda ‘Yarabbim bizlere güç ver. Meydanı yiğitsiz bırakma. Bizlere şehitlik nasip et ama zalime fırsat verme’ dedim.

Mevlana Meydanı…

Ömrümün en manevi gecesi.

Gözümüz gökte! Acaba tepemizden bombalar ne zaman yağacak?

Ankara ve İstanbul’dan şehit haberleri geliyor. Şehitlik sıramızı bekliyoruz.

Anneme ve babama ulaşmıyorum telefon çekmiyor. Helalleşemedim diye üzülmüştüm. Sonra babam geldi aklıma. Bize ‘bu ülke için birisi ölecekse önce biz öleceğiz. Biz bu ülkeye can borcu olanlarız. Kafkas göçmenlerini bu ülke bağrına bastı. Bu ülkeye borcunuzu ödeyin. Çok çalışın, helal kazanın ve gerekirse ölün. Askerliğin kızı erkeği olmaz. Hepiniz bu ülke için birer askersiniz’ demişti. İlkokula falan gidiyordum bunları söylediğinde. Bu sözleri aklıma gelince içim rahatladı. Annemi düşündüm. O babamdan da önce çıkmıştır sokağa dedim. Çünkü gördüğüm en büyük vatan aşığı kadınlardan biriydi O. Ölürsem üzülmez, gurur duyarlar dedim. Çünkü beni o meydana götüren sevdayı onlar yüreğime işlemişti! Bu ülkeyi böylesine sevmem onların sayesindeydi!

Gece yarısı bir sela sesi yaktı içimizi. Kendi selamızı duyuyordu kulaklarımız. Kalbim sökülecekti ağlamaktan. Kabul edemiyordum. Birilerinin bu ülkeyi bu hale getirmesini kabul edemiyordum. Aklım almıyordu, benim askerimin beni öldürme niyetini! Böylesi bir zalimliği İslam dini mensubu insanların yapıyor olmasını kabul edemiyordum. Kimdi bunlar? Münafık mı? Kâfir mi? FETÖ denilen terör örgütü daha ne kadar yakacaktı bu ülkenin canını! Canımızı alacak kadar gözü dönmüştü birilerinin.

Gün aydınlanmaya başladı. Okuduğumuz haberler, gördüğümüz görüntüler, fotoğraflar… Acının tarifi yok. Ama hamdolsun zafer kazanmıştık, Çanakkale ruhu bir kez daha kendini göstermişti, zalimler galip gelememişti. Hiç kimsenin korkmadan ülke savunması yaptığını gördük. Silahsız! İmanıyla savaşanlara şahit olduk! Ne mutlu, hamdolsun ALLAH’a.

Eve döndüğümüzde, televizyonu ilk açtığımda bombalanma görüntülerini gördüm. Her gördüğüm sahne içimde kor ateş oluyordu. Şehitlerimizin sayısı her dakika artıyordu. Şehit olamadım diye içerledim. Bu gece İstanbul’da olmak vardı. Şehitlikte nasip işi. Bizim sıramız gelmemiş daha, dedim. Ama evladıma gelmişti sıra. Aradan geçen kısa sürede maalesef ki o cinsiyetini bile öğrenemediğimiz, sadece kalbi atan yavrumun kalbi durdu. Cennette kavuşacağız, buna inanıyorum!

O yüzden bana FETÖ nedir diye sorarsalar ‘doğmamış çocukların bile katilidir!’ derim.

Bugün… 15 Temmuz 2018

Şahitliğini ettiğimiz gecenin özgürlüğünü yaşıyoruz bugün.

Ne kadar ağır bir yük omuzumuzda.

Hayatta kalanlarla yola devam ediyoruz.

Ve ben hayatta kalan evladıma anlatacağım bu şanlı geceyi. Diyeceğim ki ‘vatanseverlik cinsiyet meselesi değildir. Bu ülkeyi çok sev, çok çalış, helal kazan, gerekirse can ver ama zalime fırsat verme! Vatansız evlat olmaz! Gerekirse evladından vazgeç ama vatanından vazgeçme.’

Düşman bitmeyecek biliyorum. Kılık değiştirecek. Yine duracak karşımızda başka başka hallerde!

Ama bu ülkede Ömer Halisdemir’ler de bitmeyecek.

İman dolu göğsümüz her daim siper olacak.

Bu da böyle bilinsin…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğba Açıkgöz Arşivi
SON YAZILAR