İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Bir arada olalım ve beraber aç kalalım!

Bir arada olalım ve beraber aç kalalım!

Hasbihal ve şimdilik veda…
Bir kez Ankara’dan İstanbul’a, üç yıl sonra da İstanbul’dan Ankara’ya yürüdüm. Yürüdüm diyorum ya doğru cümle Allah nasip etti. Bu yürüyüşlerim sırasında yaşadığım fiziki zorluklardan yola çıkarak “nasibin” ayan-beyan, elle tutulur olduğunu yakın dostlarıma anlatmışımdır. Bizler yola çıkar, yürümeye başlarız, ötesi nasiptir. Bir de şu var: Özellikle ilk yürüyüşümde, -on beş gün sürmüştü- on gün öğle yemeği yememiştim. Bol bol su ve meşrubat içiyordum. Sabah yürümeye başlamadan, iki poğaça ya da börek yiyor yola koyuluyordum. Akşam yürüyüş bittikten sonra da yediğim iki tabak yemek oluyordu. Doktor abiler, dostlar, bana yemek listesi veriyorlardı. Bilimsel gerçekleri yok saymıyor ancak tüm bilimsel gerçeklerin, yediklerimin, içtiklerimin ve giydiklerimin dışarlıklı yani “kaporta” olduğunu yakinen görüyor, asıl olanın ruh olmasını yaşıyordum. Nasibe inanmanın, umudumuzu diri tutmanın, şikâyet cümlelerimizi azaltmanın ruhumuzu sağlam tuttuğunu, dışarıdan gelecek olanlarınsa çoğu kez bizi engellediğini, aklımızı karıştırdığını, ayak bağı olduğunu, geciktirdiğini görüyordum. Asıl diyeceğim de bu değildi. Gönlümüze şifa birkaç insan yeter hayata tutunmak için.  Fazlası da olmaz zaten. Bu insanlar da nasibimizdir ve şükretmeyi gerektirir. Bu insanların varlığı ile açlığımızı hissetmez, taşın üzerinde yatar da en güzel uykumuzu uyuduğumuzu söyleyebiliriz.
 
Fonda Ahmet Kaya şarkı söylüyor. Bazen, hiç olmayacak bir şarkıda, bir türkü de ağlamaklı oluyor insan. Kaybettiklerini hatırlıyor, hatıraları, sarılmak isteyip de sarılamadıklarını… Bu dünyanın faniliğini anlamak için daha ne olması gerekiyor. Sevgi ve merhamet arıyoruz, kalbimize bir kalp arıyoruz, sığınmak istiyoruz. Elimiz tutulsun istiyoruz. Bunları isterken, bu istediklerimizi bizim yapmamız gerektiğini unutuyor muyuz acaba? Unutanlardan olmayalım. Sevelim, sarılalım, verelim, affedelim. İncindikçe daha bir merhametli olalım. Rabbimizin bizi unutmadığını, unutmayacağını aklımızdan çıkarmayalım. Sevelim iki gözüm, canımız çıkasıya, burnumuzun direği sızlayasıya sevelim ve sevgimizi insanların gözüne sokmayalım. Sevelim ve esenlik olalım. Anne ve baba duası alalım. Anne baba duası alanın gönlü yere düşmez. Türkü dinleyelim, camii şadırvanlarında oturalım, ıssızlıklarda namaz kılalım, tebessüm olalım, alan değil veren olalım, bize gelen merhamete gelsin. Bize gelen, bize gelsin. Kalbimizin pusulasını düzeltelim. Yenilirsek kalbimize yenilelim.
 
İnsan yüreğine çiçekler ekmeli. Bir başka bahçede çiçek olup olmaması bizim derdimiz değildir. Hepimiz kendi gönlümüze bakalım. Bir insan çıkar gelir, postallarıyla girer çiçek bahçemize, bütün çiçeklerimizi ezer. Canımız yanar. Yaşamaktan soğuruz. Güvenimizi kaybederiz. Hepsi ve daha fazlası mümkündür. Hepimiz kendi çektiğimiz sıkıntıyı biliriz. (Rahmetli anacığım, uşuğum, habu karnımda ne çok ateş var derdi de ne demek istediğini anlamam için zamana ihtiyaç varmış, yaşamam gerekiyormuş. Annem, dokuz çocuğuyla gurbette yaşıyordu. Bize Lazlar veya Yorgancılar der ve küçümserlerdi. Babamız da gurbetteydi. Annem Kerime Nadir okuyan, beni yanına alarak patates toplamaya giden, çocuklarını okutan, gurbette hayata tutunmaya çalışan bir kadındı. Aynı anacığım her gelene erinmeden sofra kuran, gelen misafirini çam sakızı çoban armağanı hediye ile uğurlayan, gittiği yere de eli boş gitmeyen, yüzünden tebessümünü de eksik etmeyendi. Sabah namazına kalkar, camları, kapıları açar, kapımızın önünü ıslatır ve süpürürdü. Komşularıyla iyi geçinir, kendi yaşlılığına kadar, yaşlı ve bakımsız kadınların evine gider, onları yıkar, tırnaklarını keser, bunu da kimseye söylemezdi. Anne güzellemesi yapmak değil muradım –yapsam da mahsuru yok-, muradım şu: Hepimiz kendi gücümüz nispetinde sınanıyoruz ve bu sınanmanın son nefesimize kadar devam edeceğini unutmayacağız. Bütün dert ve sıkıntıların, bizim daha iyi insan olmamız için eşik olduğunu görmemek körlüktür. Yine kendimden biliyorum ki, çektiğim birçok sıkıntının kaynağı, yürüdüğüm yolun yanlışlığındandır, şimdi böyleyken nasıl tutup şikâyet edebilirim.)
 
Hepimiz meşrebimize göre birilerinden etkilenir ve istifade ederiz. Birbirimize borçluyuz.  Mehmet Ersöz Hocam, bir dersin sonrasında şöyle demişti: Tavuk bir yumurta yapana kadar sokağı ayağa kaldırır ancak inek yavrunu doğururken yan tarafta olsan da duyamazsın, tavuklar gibi olmayın derdi! İyi ve güzele dair yaptıklarımız, bazen gerçekten yumurta örneğine benziyor. Ortalığı ayağa kaldırıyoruz, beti bereketi kaçıyor yaptığımız işin, ecri azalıyor.  Hepsinden öte –salat ve selam üzerine olsun- peygamberimizin söylediği- dünde, bugünde, yarında geçerli olacak. Ne diyordu Hz. Muhammed Aleyhissalatu Vesselam: “Sağ elin verdiğini sol el görmemelidir.” Bir güzellik yapıyoruz, kırk kişinin haberi oluyor, olmasın.
 
Hayatlarından memnun insanların kibirli, manasız konuşmalarından uzak duralım iki gözüm. Gözlerindeki yalnızlık hissi gördüğümüz insanların ellerinden tutalım, sırtını sıvazlayalım.  Ağlaması,  neden cezalandırıldığını bir türlü anlamayan ufak bir çocuğun küskün ağlamasına benzeyen insanlara akıl vermeyelim, merhamet edelim. İnsanı kurban eden kurumları, yapıları, okulları, sistem ve ideolojileri bırakıp kurbanın kendisini suçlamayalım. Varlığımızın bir yanı hep çocuk, hep merak eden, şaşıran kalsın. Hayata ne verirsek hayat da bize onu geri verecektir.
 
“Kalbim bu asrın dengi değil” ve benzeri cümleleri kullanmayalım, bu tür cümlelerle kendimizi kandırmayalım. Yaşadığımız çağı ve dolayısıyla insanları küçümsemeyelim. Ayıptır, günahtır, Rabbimize bühtandır. Rabbimiz bizim hangi çağda, hangi şehirde, hangi şartlarda ve hangi anne babadan olacağımız ezelde belirlemiştir. Yaşadığı çağı beğenmeyen asidir, hikmetten uzaklaşmıştır.  Edebiyat yapacağız diye haddi aşmayalım. Kalbimiz de gönlümüzde bu çağa uygundur, Yaradan böyle uygun görmüştür. Bulunduğu şehri, dönemi, insanları beğenmemek kibirdir. Kibir yasaklanmıştır, bize yakışmayandır.
 
İnsanın kendine yaptığı kötülüğü bütün düşmanları bir araya gelse yapamaz. Bunu kendimden biliyorum. Haddi aşıyoruz. Çok zaman önce şöyle bir yazı yazmıştım: “İnsan severek de kâfir olabilir.” Evet, uç bir ifadeydi fakat görüp dinlediklerimin bana bunu yazdırmıştı. Bir başkasını, insanları suçlayarak yol alamayız. Marifet odur ki kendimizi sığaya çekelim, faturayı başkalarına değil de öncelikle kendimize keselim. Başkalarını, diğerlerini eleştirmek, suçlamak kolaycılıktır. Seviyoruz elbet, sevmiyor değiliz, ancak kabul edelim ki sevgimiz kendimiz içindir. “Ben seni çok sevdim, senin için neler yaptım…” Sevgimizi ve yaptıklarımızı “sevdiğimiz” insanın gözüne sokacak ve hatırlatıp duracaksak sevmeyelim. Sevdiğimiz insanın bizi, bizim onun sevdiğimizden daha çok ve hatta beklediğimizden fazla sevmesini isteyen “bencil” bir tarafımız var ve bunun için diretiyoruz. Birbirimizi sevmek zorunda değiliz ancak birbirimize insan, birbirimize esenlik olmak zorundayız.
 
Kardeşler, dostlar. Uzunca bir dönem için haftalık yazılarıma ara veriyorum. Nasibimiz varsa, tekrar görüşeceğiz, burada ya da ahirette; birbirine kavuşmayan yalnızca dağlardır. Size hakkı ve sabrı tavsiye eden insanları dost edinin. Amiyane tabirle gaz veren, sen bunu hak etmedin diyenlere temkinli yaklaşın. Kolay çözümler; kısa mesafelerin getirdiği “büyük” ödüller yanıltıcıdır, hilelidir.  Yola düşmekten, yorulmaktan, okumaktan uzak durmayın. Kendinizi uyanık âlemi sersem görmeyin. Kendi cümleleriniz olsun. Sevdiklerinize emek verin. Verdiğiniz emek, gösterdiğiniz nezaket, muhatabınızdan önce sizi değerli kılar. Öncelikle güzeli görmeye çalışın. Üç gün, bir hafta sonra unutacağınız, anlamsızlaşacak şeylerden dolayı gönül kırmayın. Gönül kıranın dostluğa gönlü yoktur.
 
Dünyanın en komik, en gülünç insanları her şeyi bildiğini zanneden ve her şeye cevabı olanlardır. Sevgi ve dostluklarımız, ahirete açılan kapının anahtarı olsun. Sevdiklerinize ve dostlarınıza, anne ve babanıza dua edin. Anne, baba, dostlar, sevdiklerimiz nimettir ve nimete şükredilir. Dua etmediğimiz insanları sevmediğimizi düşünüyorum. Kimler için dua ettiğimizi düşünelim. Sevgi ve dostluk, sözcüklerle anlatılmayacak bir hazinedir, hazinemize sahip çıkalım.
 
Amcamın oğlu, halamın kızı, Dağlım, dostlar, kardeşlerim…
Birbirine dua eden; sevgiye, merhamete ve kalbine yenilen, mutlu mağluplardan başka bir şey olmadığımıza inanıyorum. Birbirimize gönlümüzü açalım, birbirimize gidelim de varsın aç kalalım. Onun içindir ki bir araya gelmekle çok iyi yaptık… Bir arada olalım ve beraber aç kalalım!
 
Yanlış, eksik, hatalı, haddi aşan ifadelerim için hepinizden helallik istiyor, Rabbim mahcup olacağımız yazılar yazdırmasın diye niyaz ediyorum.
 
Allah’ın selamı üzerinize olsun.
Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR