Bir Kurban Bayramı Şehit Edilmişti Enver Paşa
Takvimler 4 Ağustos 1922'yi gösterdiğinde Kurban Bayramı'nın ilk günü olan Cuma'ya girilmiş, henüz cuma namazı vakti gelmemişti. Enver Paşa ve beraberindeki mücahitler iki bayramı bir arada yaşıyorlardı. Aynı anda üçüncü bayrama (şehitlik) yaklaştıklarının farkında değillerdi.
Enver Paşa'nın karargâhı, Türkistan'ın Belcivan vilayetinin Âbıderyâ köyünde (Duşanbe'ye yaklaşık 200 km.uzaklıkta) binlerce Kızılordu askerlerince kuşatıldı. Yanındaki 30 kişilik adamlarıyla Enver Paşa müthiş bir direniş gösterdi.Çegantepesinde çok şiddetli çarpışmalar yaşanırken asıl adı Hagop Melkumyan, isminin Rusçalaştırılmış şeklide Yakov Arkadiyeviç Melkumov olan aslen Ermeni bir Kızılordu subayının emrindeki müfreze tarafından, göğsündeki Kurân-ı Kerim delik deşik olmuş haliyle mitralyözlerle şehid edildi.
İsmail Enver Paşa
Enver Paşa’nın şahadetinin ve Türkistan savaşının başından beri yanında bulunan Türkistan’lı Mücahit Abdullah Recep BAYSUN’un “Türkistan Milli Hareketleri” isimli kitabında şöyle aktarır o anları;
“Alışkanlığı üzere erken kalkan Paşa askerlerin geniş bir yerde toplanmasını emreder. Askerlerin bayramını kutlayacak, harçlıklarını verecekti. Saat altı… İleri karakoldan bir silâh atıldı. Bu, baskın hareketini bildiren bir parola idi. Askerlerin yanına gitmek için atına binen Paşa; hemen dönerek bazı emirler verdi, yirmi kadar askeriyle, silâhın atıldığı tarafa koştu. Rusların bu gibi taarruzları günlük işlerden olduğu için, pek ehemmiyet verilmemişti. Rus askerleri gittikçe çoğalıyor... Bu taarruz, günlük taarruza benzemiyor. Harp büyüyor. Bu ciddiyeti anlayan Paşa; derhal bütün kumandanların ve askerlerin harbe iştirakini emretti.
Ruslar; bayram namazında baskın yaparak millî mücadele kumandanlarını, bilhassa Paşayı harpsiz esir etmeyi ve şu suretle gururlarına dokunan, tahammüllerini tüketen bu millî mücadele dâvasının ortadan kalkmasını tasarlamışlar... Paşanın, bayram namazını yanlışlıkla bir gün evvel kılması, bu plânın tatbikini suya düşürmüş olduğundan; Ruslar, Moskova'nın aylardan beri büyük ehemmiyetle hazırladıkları bu hücuma geçmişlerdi. Türkistan'ın her tarafında olan mücahitlerin üzerine, aynı günde hücum eden Ruslar emellerine yine kavuşamadılar.
Ateş her tarafı sardı. Paşa, yanında Hüseyin Nafiz, Eş Murad, Kerim Beylerle Müslümankul (Rayef) ve askerler olduğu halde ilerledi. Karşı tepede düşman ile aralarında beş altı metre mesafe kalınca, Paşa kılıcını çekiyor. Rusların üzerine atılıyor. Askerlere de hücum diye bağıran Paşa; birkaç Rus’u öldürüyor. Harp, şiddetleniyor...
Çok şiddetli olan bu ilerleyiş, düşmanı şaşırtıyor. Mitralyöz başında olan Rus askerleri teslim diye bağırarak ellerini yukarıya kaldırıyorlar. Fakat, arka saftaki Rus takviyeli mitralyözleri hemen çok şiddetli ateşe başlıyor.
Atı ile ateş içinde koşan Paşanın; kalbine amansız bir kurşun giriyor.
Paşa; AMAN!.. diyerek atından düşüyor.
Ateşin şiddetinden yanına gidilemiyor. Ruslar, işledikleri cinayetin farkında bile değiller. Şehadet haberi, her tarafı bir yıldırım süratiyle sarıyor. Rusların ikinci bir kolu ile harp etmekte olan Devletmend Bey, bu kara haberi duyunca bir an şuurunu kaybediyor.
Artık Enver Paşa yok mu? Diyerek kılıcını çekiyor. Askerlerine: Haydi İntikam!.. İntikam!.. Bu intikamı almak, bize farz oldu; feryadıyla mahşeri andıran harbin içine atılıyor. 10 dakika sonra Devletmend Bey de şehit oluyor.
Harp yavaşlıyor. Mücahitlerin susmasını bir zafer diye kabul eden Ruslar da susuyor.
Enver Paşa; bu büyük kahramanın cesedi Rusların eline düştü diye, çok üzülüyoruz. İki katlı felâketin altında eziliyoruz. Ümit güneşimiz sönmüş, karanlıklar içinde kalmıştık. Yer gök ağlıyor. Kaybolan, sade bir insan değil; milyonlarca Türkün ümidi, istiklâli, zaferi, tarihi idi.
ÇEĞEN TEPESİ (Enver Paşa’nın Şehit Edildiği Yer)
Kendimizden geçmiş, şaşkın, bitkin bir hâldeyiz... Ne olacak? Ne yapacağız?
Çegen Tepesi'ne geçmek için, suyu çekilmiş olan dereye doğru inmeye başladık. İniyoruz, indik, çıkıyoruz... Bir Rus kolu, dere kenarından ateş ettiyse de hiçbir zarar veremedi. Yalnız, birkaç dakika evvel Paşayı sırtında taşıyan Derviş adındaki at gelen bir kurşunla öldü...
Çegen Tepesi'nin ayağında, Devletmend Bey'in köyünde toplanıldı. Başsız kalan bu mukaddes topluluğun kumandası geçici olarak Danyal Bey'e verildi. Sabahleyin ihtiyar bir köy imamı geldi. Dereyipayân'da, Enver Paşa'nın cesedini gördüğünü haber verdi.Bu haberi, bir müjde saydık. Hemen koştuk... Baktık ki, Rusların götürdüğünü zannettiğimiz şehit Paşa, burada yatıyor. Paşayı tanımayan Ruslar, üzerindeki elbise ve çizmelerini alıp gitmişler.
Paşa'nın yerde yatan cesedini âdeta gözyaşlarımızla yıkadık. Üzerine bayrak örterek, etrafına nöbetçiler konuldu. Kumandanlar derhal toplandı. Kabir yeri ve cenaze merasimi tespit edildi. Şehadet haberi dalgalar hâlinde her tarafa yayılıverdi. Bu kara haberi duyan kadın, erkek yollara dökülmüşler, inleye, ağlaya Çegen'e doğru geliyorlar. Çok kısa bir zamanda Çegen'de 25.000 den fazla insan toplandı. Bu kara habere inanmayan birçok insanlar, hakikati gözleriyle gördükleri hâlde, acaba doğru mu diye birbirlerine soruyorlardı.
Ceset, tabuta kondu... Hafızların tekbir sesleri, okunan mersiyeler, halkın feryatları, yeri göğü inletiyordu. 30.000 kişinin elleri üzerinde, gök kubbenin altında şerefle sallandığını görmek istediği sevgili bayrağına sarılı olan tabutu ağır ağır ebediyet yolunda...
Paşa'nın ölüm acısına tahammül edemeyerek ateşin içine dalan Belcivan Kumandanı Devletmend Bey'in tabutu ile Paşa'nın tabutu yan yana...
Ağustos 1922'de, öğle vaktine yakın bir zamanda, temiz kanını toprağa akıta akıta, kahraman ve mert bir şekilde şehâdet rütbesine nâil olmuştur" diye yazılıp mühürlenecekti.
Enver Paşa'nın şehit edilmesinden tam 10 gün önce Berlin'de bulunan eşi Naciye Sultan'a yazdığı ve bizzat diktiği deri bir mahfaza içerisindeki bir yabanî çiçekle beraber gönderdiği romantizmin zirvesi olan son mektubu ile noktalayalım bu hüzünlü hikayeyi;
"Naciyeciğim! Sevgili sultanım cici efendiciğim!
Bugün pek sıkıntılı bir hava, tuhaf bir sis, güneş görünmüyor. Düşmandan bir hareket yok. Fakat henüz sabahtır. Hastalarımı geri gönderdim ve Afgan Emîri'nin askerin ve muavenetinin (yardımının) çekilmesinin iyi olmadığını ve Bolşevikler'e emniyet câiz olamayacağını bildirdim. Ve hiç olmazsa eczâ-yı tıbbiye (ilâçların) vesâir malzemesinin iâdesini istedim. Bakalım ne olacak. Bir de Hacı Sami ve diğer arkadaşların bu tarafa geçmesine müsaade olunmasını talep ettim.
İşte efendiciğim, hemen şu satırları yazarak mektubumu kapatıyorum. ..... hergün sana topladığım buranın yabanî çiçeklerinden maâdâ (dışında) kaç gecedir altında yattığım karaağaçtan kopardığım ufak bir dalı leffediyorum (ilâve ediyorum). Seni öper sever, kucaklar, bu mevcudiyet-i maddiyemle (maddî varlığımla), aşk ve iştiyâkımla sarılarak ....., Hüdâ'nın birliğine yavrularımla beraber emanet ederim rûhum efendiciğim. Karaağaca çakımla ismini yazdım.
Enver'in"
Tacikistan'ın Belcivan kasabası yakınlarında Çegan Tepesi'nde toprağa verilmiştir. Türkiye, Süleyman Demirel'in girişimleriyle 1996 yılında Enver Paşa'ya iade-i itibar ederek naaşını İstanbul'a getirmiş ve Şişli Abide-i Hürriyet Tepesi'nde yeniden defnetmiştir.