İbrahim Çolak

İbrahim Çolak

Dağlım, incinmiş dalım…

Dağlım, incinmiş dalım…

Dağlım, fide vermiş ağacım. Yaşayışın bazen, yeni aşılanmış yabani bir dala benziyor.  Yolculuğun başlamış da farkında değilsin. Ayrıca olumlu hasletlerimizin farkında olmamak iyidir. Farkında olmak kibri ve küstahlığı da beraberinde getirir çünkü. Kazanmak için kendinden vazgeçenin, her daim göz önünde olmayı isteyenin aşktan ve insanlıktan nasibi azdır Dağlım. Dikkat edersen, kendiyle, Rabbiyle baş başa kalmaktan kaçanların hemen her şeyden şikâyet ettiklerini, kimseyi beğenmediklerini, kötüyü ve olumsuzu dillendirdiklerini göreceksin. Daha da garibi şudur ki tam da bu insanlar, sık sık, sabırlı ve merhametli olduklarını söyleyenlerdir.  Yine unutmadan; kendini anlatan insanın yalancı olduğunu da sana hatırlatmak isterim.  Ve hepimizin derdi; söylemekle yapmak aynı şey değildir. Birbirimize sarılırken –ki sarılmak zorunda da değiliz- zulamızdaki bıçakları bir kenara bırakmalıyız.  Ben zulamız dedim, sen geçmişi eşelemek anla, ben zulamız dedim, sen üç gün sonra unutulacak olanları abartmak say. Ben zulamız dedim, sen birbirimizi yaralamak için öküz altında buzağı aramayı hatırla. Bazen Dağlım, bazen gerçekten kalpsiz sevdiğimizi düşünüyorum. Kalpsiz sevilir mi diyeceksin? Sevilir elbet. Birbirimizin özgürlüğüne önem vermediğimiz her şartta, yani, sahip olmak isteğimizi sevgi zannettiğimizde bu kalpsiz sevmek oluyor. Şuna inanıyorum. İnsanız. Hatadan, zaaftan ari değiliz. Ancak nihayetinde Müslüman insanlarız ve birbirimize esenlik olmaktan gayrı yolumuz yok. Kalbine genişlik diliyorum.

Dağlım. Dilimizden düşürmediğimiz kalbimiz, en uzun yolculuğumuzun da adı, nihai menzilimizken, bizler tutup birbirimizi hırpalıyor, sevdiğimizi söylediğimiz insanları hırpalamayı, ha neredeyse zalimin kölesine yaptığı bağışa benzer bir bağışla, yaptığımız yemeği, getirdiğimiz parayı, sunduğumuz imkânları birbirimizin gözüne sokarak, kalbimizden başka menzillerin peşine düşüyoruz. Kalbinden başka bir menzilin peşine düşen de elbette kaybolacaktır. Kayboluyoruz Dağlım, kayboluyoruz. Kaybolmayasın isterim. 

Dağlım. Acıların, sıkıntıların sana rehber olsun. İnsan verdiklerinden ve vazgeçtiklerinden belli olur. Sevginden, merhametinden, şefkatinden, sabrından ver… Şayet halis duygularla verirsek verdiklerimizin kat be kat fazlası Mevla tarafından bize verilecektir.

Rabbimizle gizli açık pazarlık yapıyor, edineceğimiz şeylere göre daha iyi kul olacağımızı söylüyoruz. Şimdi buna itiraz edenler olacaktır ya bu her zaman olmuştur, olacaktır. Bu edineceğimiz şey eşimiz de makamımız da olabiliyor. Gelgelelim ne kadar edinirsek edilenim hep eksik kalıyoruz. İki cümlemizin biri şikâyet, iki cümlemizin biri olumsuz. Kim ki Rabbiyle pazarlık yapar, en baştan kaybetmiştir. Nereden mi biliyorum, kendimden biliyorum Dağlım, kendimden!

Bazen, karanlık içinde korkmuş ve kaybolmuş, annesine, babasına seslenen çocuklar gibiyiz Dağlım. Ancak bize öğretilen güçlü görünmemiz gerektiğidir. Bunun da sebebi teklifsiz sevgilerden ve güvenden uzak yaşayışımızdır. Birbirimizi ahiret için sevmedikçe hep yalnız, hep korkak, hep güvensiz yaşayıp duracağız. Çok yorucu bir yaşayış!

Gün gelir her şeyden vazgeçeriz. Her şeyden. Vazgeçemediğimiz merhamettir, annemizin kollarıdır.

Bağırıp çağırarak, psikolojik olarak ezerek, güç gösterisinde bulunan insanların aslında bu maskelerinin altında ne denli güçsüz ve zavallı olduklarını, kibir ve gururlarından dolayı bunu dile getiremediklerini unutma isterim. Tam da bu celalli, kırıp döken, bağırıp çağıranlar hayatlarının bir döneminde sevgisiz kalmış, bunun acısını da yakınlarından çıkaran, gerçekte yaltaklanan, sevilmek isteyen, minik köpek yavrularından başka bir şey değillerdir. 

Şöyle bir şey okumuştum: “Casusların, ajanların, bütün tehlikelerden uzak, güvenlik içinde kalabilecekleri yerlere “siper” adı verilir. Bir tür sığınak yani.” Bazen yaşamak canımıza tak edebilir. Her şey olumsuz seyrederken, çevremizin günden güne karardığını da ve bütün bu kargaşa içinde korkuyla köşemize sinmeyi de yaşayabiliriz. Aklımızı yitirmekten, çıldırmaktan korkabiliriz. İnsan olmanın ağırlığı ile ezilebiliriz de. Eskisi kadar gülmeyip, yitip gidecek hissiyle de dolabiliriz. Bütün bunlar bizim için. Eksiği var fazlası yok. İşte tam da bu anlarda gönlünden tuttuğumuz ve gönlümüzden tutan bir-iki insanın varlığı bize umut olur, ışık olur, dua olur. Yıkıldığımız, düştüğümüz yerden kalkar, yeniden bismillah der ve yürümeye başlarız. Bize düşen yolda olmak ve yürümektir. Ötesi Rabbimizin takdiridir.

Geçmiş gönlümüze düşer bazen; bir sesten, bir görüntüden, bir anıdan... Peşinden hüznümüz sökün eder. Ah! Sonra tutar da şöyle düşünürüz: O buğulanmış gözlerimle sana bakarken, tek bir kelime söyleseydin böyle olmazdı, her şey daha farklı olurdu. Oysa bu tamamıyla yanılgıdan ibarettir. O son kelime hiç söylenmez, o son kelime yoktur çünkü.

Sevdiklerimize ve gerçekten ihtiyaç saydıklarımıza her zaman “zamanımız” vardır.
Zaman ayırmadığımız her ne varsa asli değildir.

Yollardaydım. Çok yazdım da sıraya koyamadım. Ömrüm varsa yazarım.

Annem, ilk sabahıydı dünyanın.
Sonra, senin sesinden bir yastık aradım.
-Olur ki, olacak zaten, bir dağ serinliğinde ölürsem,
Fatiha’nı esirgeme benden.

Allah esirgeyen ve bağışlayandır!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İbrahim Çolak Arşivi
SON YAZILAR